KUDÜS’ün son yüz yıllık
tarihi ile Müslümanların bu süre zarfındaki durumu arasında ne kadar çok
benzerlik var! Kudüs’ün hâlini, Müslümanların ne hâlde olduklarının bir
göstergesi olarak düşünebiliriz. Orası ne kadar işgal ve zulüm altında ise, biz
de o kadar esaret altındayız.
Yaklaşık
yüz yıl önce Osmanlı’nın elinden alınan Filistin topraklarında İngilizlerin
marifetiyle Müslümanların başına belâ edilecek bir Yahudi devletinin temelleri
atılıyor, sağdan soldan toplamalarla bir nüfus yoğunluğu oluşturuluyor ve nihayetinde
zorbalıkla bir devlet ilân ediliyor. Ve önemlisi, bir İslâm beldesinin kan ve
gözyaşı günleri başlamış oluyor…
Filistin’deki
hâkimiyet alanlarının 1947’den günümüze nasıl değiştiğini gösteren haritalara
baktığımızda, işgalin adım adım nereye doğru gittiğini görebiliyoruz.
Filistin
topraklarındaki son kale Kudüs ve oranın simgesi Mescid-i Aksâ’dır. Zalim İsrail
orayı da iğfal ederek o topraklardaki son emeline ulaşmak istemektedir. Ev ev,
sokak sokak bu hedefine doğru ilerlemektedir.
Peki,
ya sonrası? Kudüs düşerse ne olacak? Herkes İsrail’in “Arz-ı Mev’ud” gayesini
biliyor. Dünya dursa da bu heveslerinden vazgeçmeyecekler. Mesele sadece
Filistin topraklarıyla sınırlı değil, hiçbir Müslüman ülkesinin sessiz
kalamayacağı kadar büyük hevesleri var. Suriye, Irak, Lübnan ve Ürdün’den başlayarak,
Müslüman ülkeleri perişan ederek kendilerine alan açmaya çalışacaklar.
Ateşkesleri, anlaşmaları, geçici barışları filan kandırmaca. Şimdiye kadar sadece
dünyanın gözünü boyamak, kendilerini toparlamak ve zaman kazanmak için bu tür yollara
başvurdular. Bundan sonra da öyle yapacaklar. İlk fırsatta yine terörize olmuş
ruhları ile öldürmeye devam edecekler. Onlar için öldürmek, yakmak, yıkmak bir
zevk işi! Mescid-i Aksâ’da çıkan yangına nasıl sevindiklerini görmediniz mi?
Biz
kendi ömrümüz kadar hesap yaparken, onlar geçmişten geleceğe uzanan bin yıllara
sari bir kutsal hedefin taşlarını döşüyorlar.
Müslüman
ülkelerinin ise sürekli iç kargaşa ve başka sorunlarla boğuşuyor olması, yine
İsrail’i Müslümanların tam ortasına yerleştiren aklın bir plânı. Kendi
meselelerimizden İsrail’in yaptığı zulümlere ses çıkarmaya takatimiz olmayacak.
“Onca sorunumuz varken İsrail’le neden kötüyüz?” demiyor muyuz? Demek ki mesele
çoğaltılıp İsrail’e ses çıkarmamamız bekleniyor.
Ne
zaman ki İsrail’e biri lâf söyleyemeye yeltenirse, başına hep fenâ hâller
gelmeye devam edecek! Ülke olarak da öyle, şahsî olarak da… Bunu zihinlerimize
öyle işlemişler ki…
Çok
garip bir propaganda var: “İsrail’in arkasında Amerika var, dünya ekonomisine
yön veriyorlar, ülkelerdeki yöneticileri avuçlarının içine almışlar. İsrail’in
çok gelişmiş teknolojik savunma sistemleri ve silahları var. Hatta nükleer
güçleri var. İsrail’i karşısına alanın ömrü uzun olmuyor” filan… Bunlar doğru
olabilir ama kendi gerçekliğinden ayrı olarak bu tür korku propagandalarıyla
Müslümanların cesaretini kırıyorlar; yöneticiler İsrail’e lâf söylemeye
çekiniyor. İslâm ülkeleri içinde, istisnalar hariç, pek çoğu açıkça İsrail’e
tavır alamıyor. Rahat etmek istiyorsanız İsrail’e ses çıkarmayacaksınız…
İşte
bu yüzden İsrail pervasız davranıyor! Hiç kimseye aldırmadan yakmaya, yıkmaya
ve kan akıtmaya devam ediyor. İsrail, insanlığın hafızasında zorba, zalim, cani
ve işgalci bir terör devleti olarak kalacak. Yaptıklarının bugün olmasa bile
bir gün hesabı mutlaka sorulacak.
Kudüs’le
imtihanımızı yeniden düşünmek, buna yeniden hazırlık yapmak durumundayız. Bu
konuda Müslümanların kısa, orta ve uzun vadeli plânlar yaparak bir strateji
üretmeleri gerekmektedir. Ama bunlardan en önemlisi, bir “Kudüs şuuru”
oluşturabilmektir.
Öncelikle
somut adımlar atabilmek adına İslâm İşbirliği Teşkilâtı içindeki Kudüs Komitesi’nin
aktif çalışması gerekir. Komite, bir misyon olarak uzun vadeli hedefini deklare
etmelidir.
Bu
hedef çerçevesinde, “Arz-ı Mev’ud”a karşılık olarak bizim de “Al-hedefu’l-müstagbel”imiz
(Orta Doğu için gelecek hedefi) olsun. Önünde sonunda Orta Doğu’dan İsrail’in
silineceği, kutsal beldelerin Siyonist hesaplardan uzak tutulacağı güzel bir
gelecek hedefi… Böyle bir hedef somut olarak uluslararası camiada sürekli
dillendirilecek, Müslüman çocukların zihinlerine kazınacak ve herkes yaşadığı
sürece böyle bir hedefe katkı yapmaya çalışacak.
İmtihanı
en çok kaybettiğimiz nokta burası yani Kudüs ve diğer Müslümanlar konusundaki
şuur eksikliğidir. Her saldırıda “kınamak” ve “Bunun dışında yapacak bir şey
yok” dememizin sebebi budur.
Yapacak
çok şey var; yoksa bile, bulmalıyız. Her Müslümanın, başka coğrafyalarda zulüm
altında olanları duyduğu zaman “Bu konuda benim üzerime düşen nedir?” demesi
lâzımdır.
Kudüs
meselesini Filistinli grupların kendi aralarındaki problemlere, Arap
ülkelerinin nüfuz ve saltanat mücadelelerine, ABD’nin insafına, Birleşmiş
Milletler’in vicdanına bırakamayız. Bu kanayan yara iyileşmedikçe bizim de
felâha ereceğimiz düşünülmesin!