“HEDEFE ulaşmak için
gerekli olan nedir?” diye uzun zamandır düşünüyorum. Öncelikle uzun bir düşünme
süresinin ardından “çalışma” kavramını sevdiğim konusunda kendimle hemfikir
oldum.
Çalışmayı
seviyordum fakat sevmem, hedeflerime ulaşabilmem için gerekli olan tek şey
değildi. Biraz daha düşününce bir çalışma düzenim, hattâ bir sistematiğim
olmadığını fark ettim. Çok uzun seneler sadece ezbere dayalı, metot öğretilmeyen
bir eğitim sisteminde okumuştum. Yani metot benim çok yabancı olduğum, bizim
eğitim sistemimize göre akademik kalan bir kelimeydi.
Üniversiteye
başladığımda bolca akademik kelimenin ve eylemin olduğunu gördüm. Makaleler,
sınavlar, ödevler… Türkiye’de normal bir lisede okuduysanız, makalenin sadece
kavramsal karşılığını bilirsiniz. Bu yüzden üniversiteye başladığım ilk aylarda
yeni bir dil öğrenmeye çalışıyor gibiydim. Sonunda böyle giderse bu akademik
sistemin hızına yetişemeyeceğime karar verdim. Bütün bu kararlarım ve farkına
varışlarım sonrasında aslında sadece kendimin değil, toplum olarak büyük bir
eksikliğimizin farkına vardım. Hayatlarımızın sistematiği yoktu.
Evet,
bizler belli hayat kurallarından yoksun, daha açıkça söylemek gerekirse savrukça
yaşayan bir milletiz. Peki, bu sistematiği nasıl oluşturabiliriz?
Hayatımızın
bir sistematiği olmasını istiyorsak, öncelikle günümüzün kendi içinde bir
sistematiği olması gerekir. “Hedefine ulaşmanın kendi içinde bir başarı
olduğunu varsayarsak, başarılı olmak için başarılı kabul ettiğimiz insanların
ortak özelliklerine bakabilirim” diye düşündüm. Kısa fakat yeterli bir
araştırmanın sonucunda çok da yabancı olmadığız sonuçlar ortaya çıktı.
Uzun
vadeli hedeflerin başarılı olmasının ilk adımı, plânlı olmaktır. Plânlı olmak,
kişiyi dağılmaktan alıkoyar ve bir şekle sokar. Buna ek olarak, bitiş tarihi
belli olan (deadline) plânların ucu açık plânlamalara göre daha iyi bir etkiye
sahip olduğunu öğrendim. Kişinin “Bunu yapacağım” yerine “Bunu … gününe kadar
yapacağım” demesi, ertelemeyi önlemek için etkili bir yoldur. Fakat başarılı
olmanın neredeyse vazgeçilmez kuralı, erken kalkmak.
Uyku,
hayatımızın çok büyük bir kısmını oluşturuyor. Günde ortalama sekiz saat
uyuduğumuzu kabul edersek, günümüzün üçte biri uyuyarak geçiyor. Bu da demek
oluyor ki, uykumuzu plânlamak, aslında günün düzenini oluşturmakta çok büyük
bir yere sahip. Erken kalkmak ise bu plânlamada en mantıklı ve en sağlıklı
yöntem. Bugün adını çokça duyduğumuz çoğu başarılı insanın en göze çarpan
özelliği, güne erken başlamaları. Çünkü toplumuzda gün, ya okul ya da iş saati
ile başlıyor. Güne başlamak için nedenlerimiz varsa erken kalkabiliyoruz.
Aslında
bir bakıma uyku işlerimizi değil, işlerimiz uykumuzu yönetiyor. Bu yüzden
uykusunu plânlayabilen insan gününü plânlamış; gününü plânlamış insan da hedeflerine
yatırım yapmış oluyor.
İslâm’ın
hayatın her yerinde kullanabileceğimiz öğretileri vardır. O hâlde uyku ile
ilgili de kesinlikle bizlere söyleyeceği bir şeyler olduğuna emindim. Kendime şu
soruyu sormakla başladım: “Müslümanın günü saat kaçta başlar?” Aslında cevap,
bildiğimiz gibi… İslâm’da gün, sabah namazı ile başlar. Batı bundan seneler
evvel takvimimizi aldığında, günümüzün başlangıcını yani günümüzün bereketini
de aldı götürdü bizlerden. Sabah namazları Müslüman evlerinde sadece uykuya
kısa bir ara vermek mânâsına gelmeye başladı.
Sabah
namazından sonra uyumak İslâm’da çok da desteklenmemiştir. “Sabah namazından sonra uyumak rızka mânidir”
hadîsi de bunun göstergesidir. Sabah namazı sonrası, rızık arayışında en aktif
olunabilecek, motivasyonun en yüksek olduğu zaman dilimidir. Öyle ki, namaz
vakitleri bile uykumuzun düzene girmesinde çok etkilidir.
Yatsı namazı sonrası yatıp sabah namazı ile güne başlamak,
7-8 saatlik bir uyku uyumak demektir. Bu da bilimsel olarak insan bedenine en
iyi şekilde yetecek uyku süresidir. Ayrıca İslâm’da hangi zamanda
uyuyacağımızla birlikte, uyumamamız gereken zaman dilimlerinden de
bahsedilmiştir. İslâm’da “kerahat vakti” olarak adlandırılan iki zaman dilimi
vardır.
Gaylule uykusu, fecir vaktinden itibaren güneş tamamen doğup kerahet vakti çıkıncaya kadar
geçen sürede uyumaktır. Bu vakitte uyumanın rızka mâni olacağı söylenmektedir. Feylule uykusu, ikindi vaktinden güneş tamamen
batıncaya kadar olan zaman dilimi arasındaki uykuya verilen isimdir. “Kim
ikindiden sonra uyur da aklına bir noksanlık arız olursa, ancak kendini kınasın”
hadîsiyle bu durum desteklenmiştir. Ancak bu rivâyet,
meşhur hadîs kaynaklarında yer almamaktadır. Bazı âdâb ve mev’iza
kitaplarında da ikindiden sonra uyumanın hoş bir tutum olmadığı ifade edilir.
Buradaki kerahat vakti, sadece zaman dilimini belirlemek
için kullanılır. Mutlak bir yasağı belirtmez. Bunun yanı sıra “Kaylule” isminde, Sünnet olan bir uyku
vakti vardır. Kuşluk vaktinden öğle sonrası vakte kadar güneşin en
hararetli olduğu zaman dilimi içinde yarım saat kadar uyumak, Sünnette
tavsiye edilmiştir. Demek ki, son zamanlarda gittikçe artan
bereketsizliğin ve başarısızlığın bir hikmeti, hadîslerde de ifade edildiği
gibi Müslümanların çalışma saatlerini uyuyarak geçirmeleri olabilir.
Bu
bilgilerden sonra bir günün insan hayatında hiç de azımsanmayacak bir etkisi
olduğunun farkına vardım. Aslında sadece bir gün bile bize çok şey
anlatabiliyor. Bir günde dünya değişmiyor fakat dünyayı ya da yaşam stilimizi
değiştirmeye bir günün değişimiyle başlayabiliyoruz.
Kendime
“Artık ders çalışmalısın!” demem ile başlayan, “Hedefime nasıl ulaşırım?
Hayatımın sistematiğini nasıl oluştururum? Nasıl plânlı olurum? Nasıl sabah
erken kalkarım?” tarzında birçok sorunun ardından kendimce tatmin edici
cevaplarımı bulmaktan ve paylaşmaktan çok büyük bir mutluluk duydum. Fakat en
önemlisi, sorularımın cevaplarını İslâm’da bulabilmek. Bu bana unuttuğum çok
fazla şeyi de hatırlattı. Geleneğimizde ve dinimizde olan “erken kalkmak”
alışkanlığının bile yeni dünya düzeninde elimizden kolayca çıkabilmesi, aslında
birçok mânâda taviz verdiğimizi gösteriyor.
Zamanında
Batı sadece topraklarımızı almakla kalmayıp, gündelik yaşam düzenimizi bile
yıkabilmiştir. O yüzden bu yüzyılda bir gencin sabah namazı sonrası uyanık
kalıp güne erken başlaması bile zamana not düştüğü “Ben buradayım!” çağrısıdır:
“Sizin gününüz sekizde başlıyor fakat benim bereketli günüm sabahın
karanlığında kıldığım dört rekâtın ardından yeryüzüne ve benim yüzüm üzerine
doğan güneşin ışıklarıyla aydınlanıyor. Bu benim Müslümanca güne başlama
stilim. Bu benim rahat ve tembellik kokan gençliğime vurduğum bir şefkat
tokadı!”
Bütün
bu düşünce yolculuğunun ardından, düşünmenin en büyük nimet olduğunu iliklerime
kadar hissettim. Bazen hiç ummadığınız, cevabını bildiğiniz bir soru, size
bambaşka pencereler açabilir. Sorularımızı sormaktan ve cevap aramaktan
vazgeçmemeliyiz. Bütün sorularınızın cevaplarını bulabilmeniz dileğiyle…
Küçük
bir hatırlatma: Sorularınızın cevapları İslâm’da vardır, çok uzaklarda aramayın!