DERVİŞ kendini savunur: “Ben bu kuşu avlamak istedim. Önce kaçmadı. Yanına kadar gittim, yine kaçmadı. Ben de bana teslim olacağını düşünerek üzerine atladım. Tam yakalayacağım sırada kaçmaya çalıştı, o esnada kanadı kırıldı…”
Kolu kanadı kırıldı diye şikâyet eden kuşun gerekçesi ise çok ilginçtir: “Ben onu derviş kıyafetinde gördüğüm için kaçmadım. Avcı olsaydı hemen kaçardım. ‘Derviş olmuş birinden bana zarar gelmez, bunlar Allah’tan korkarlar’ diye düşündüm ve kaçmadım…”
***
Meslekler ile inançların birbiriyle ilişkisi… Ne yani, gazetecinin inancı, ideolojisi, duygusu önemli değil mi? Müslüman ahlâkı gazetecilik için istisna bir durum mu?
***
Yukarıdaki satırlara vesile olan hâdiseyi arz edelim…
Enerji Bakanı ve dört yardımcısının enerji dağıtımı ve sair mevzular karşısındaki yaklaşımlarını kamuoyumuzun da bilmesi bağlamında, “Emr-i bi’l-maruf ve nehy-i ani’l-münker” çerçevesinde haber yapılması düşüncesiyle Müslümanlık kriterlerinin yüksek olduğunu zannettiğim bir gazetenin yine aynı hassasiyetlere sahip olduğunu zannettiğim Genel Yayın Yönetmenini aradım. Haber yapılması için muhabir göndereceğini söyledi. Ertesi gün akşama kadar bekledim ve şu mesajı attım: “Ayın 6’sı. Kıymettar (hitap), Rabbim senin ve sevdiklerinin sıhhat ve afiyetini daim etsin. Dün konuştuğumuz Enerji Bakanlığı mevzuunda bugün bir muhabir gelme durumu olacaktı. Bugün gelemediği için yarın gelme durumuna göre programımı yapacağım. Ben dosyalarımı filan hazırladım. Arkadaşımızın sanırım fazla vaktini almaya gerek kalmayacak. Selâm ve muhabbetlerimle… Rabbime emanet olun. Hürmetkârınız, Lokman.”
Cevap şöyle geldi: “Biraz yoğunluk oldu Sayın Vekilim, haber merkezinde. Uygun bir zamanda arayıp gelecekler. Gelmeden ararlar. Konu gündemimizde.”
Ertesi gün, sesi tedirgin olduğu intibaı uyandıran Burak adında bir genç aradı. Kısaca konuyu anlattım. Detayları içeren belgeleri göndermek için e-posta adresi istedim. Nedense genç arkadaş ne kendinin yönettiği, ne de gazeteye ait bir e-posta adresi verebildi. O ara, “Olabilir” diye uydurduğu bir adres verdi ve oraya gönderdiğim e-postalar teslim edilemedi elbette. Soyadını da vermediği için, santralden güç belâ Burak’a ulaştık. Yine veremedi. Bu sefer ben lokmanayva@beyazay.org.tr adresimi verdim ki bana gönderilen adreslerden e-posta atabileyim, ancak bana verilen e-posta adresine belgeleri göndersem de üzerinden bir gün geçmiş olsa da ses çıkmadı. İki gün geçti, ses yine yoktu. Üç gün geçti, ses bu defa da yoktu.
Nihayet aradım ve “Yanıtla” diyerek gönderdiğim e-postaların ulaşmadığını öğrendim. Aramasam, sanırım ebediyete kadar e-postaların ulaşmadığını öğrenemeyeceğim. Neyse… “Nasıl ulaştırabiliriz?” diye konuştuk ve sonunda Amerikalıların mesajlaşma uygulamasıyla göndermemizi istediler. Tabiî ben o uygulamayı kullanmadığım için bir arkadaşımdan rica edip gönderdim. Daha sonra da aşağıdaki mesajı ilettim:
“Ayın 10’u. (Hitap) selâmunaleyküm... Sizinle geçen ayın 5’inde görüştüğümüzden bu yana yaşananlara bakınca, konuyu sizin kaldıramayacağınızı anladım. İyi niyetiniz ve cevaplarınız için teşekkürler. Allah yardımcınız olsun.
Not: Bir sonraki mesaj, trajik hâdiseyi özetliyor. Selâmlar...”
Bu mesajın devamında işte o “trajik hâdiseyi özetleyen mesajı” gönderdim:
“Müslüman bir gazetecinin bir haber hikâyesi…
Ayın 5’i. Değerleri ve ilkeleri olduğu ve bunlar için yayın yaptığı bilinen bir ulusal gazete, bir haber yapmayı plânlar.
Ayın 6’sı. Muhabir gönderilecektir. Fakat haber merkezinde yoğunluk olmuştur.
Ayın 7’si. Burak X adlı, muhabir olduğu sanılan biri arar. Kaygılı ve endişelidir. Meselâ, ne doğru düzgün e-posta adresi verebilir, ne de mobil telefon numarası bırakır. Verdiği e-posta yanlıştır. Tabiî adres yanlış olunca e-postaların teslim edilemediği bilgisi gelir. Acaba e-postalar gidebilecek midir?
Adresin yanlış olduğu bilgisi verilse de ulusal gazetenin muhabiri yine herhangi bir e-posta adresi veremez. Bunun üzerine lokmanayva@beyazay.org.tr adresine e-posta atmaları söylenir kendisine. Bu sefer e-postalar gelir. Hemen, vakit kaybetmeden haber için kritik olan dosyalar x@q.com.tr ve y@q.com.tr adreslerine gönderilir.
Ayın 8’i, sessizlik. Ayın 9’u, sessizlik. Ayın 10’u…
‘Durum nedir?’ diye Burak X aranır. Genel yayın yönetmeniyle görüşüp döneceğini söyler. Döner mi? Tabiî ki dönmez. Tekrar aranır. ‘Durum nedir?’ diye sorulunca e-postaların ulaşmadığı bilgisini verir. Spamlarda da yoktur. ‘Acaba nasıl ulaştırılabilir’ diye sesli düşününce Amerikan mesaj uygulaması ile ulaştırma fikri söylenir. E-postalarla ulaştırılamayan dosyalar artık ABD mesaj uygulamasıyla ulaştırılacaktır. 17:25 itibarıyla da ulaştırılmıştır.
(Ey) Gazze, bunların niye (senin) başına geldiğini daha iyi anladım!”
Yukarıdaki iki mesaja karşılık, kıymet-i harbiyesi olmayan şu mesajı aldım: “Sayın Vekilim, arkadaşlar sizinle konuşmadı mı, konuştu. Belgeleri bugün göndermişsiniz.”
Bu durumun iki sebebi olabilir: (1) Gazetenin sahibi olan şirketlerin Enerji Bakanlığı ile işleri olabilir ve “İşlerimiz aksar” diye korkmuş olabilirler. Ya da (2) ulusal gazete olmalarına rağmen haber yapma konusunda beceriksiz olabilirler.
Peki, duruş ne olmalı?
Müslüman bir gazetecinin yalan dolan, iftira, zan oluşturma, göründüğünden farklı olma gibi özellikleri olmamalı. Biz yanlışın tarafında olsak bile haber yapıp kamuoyunu doğru şekilde bilgilendirmeli, biz doğrunun yazılmasını istemesek bile doğru neyse onu yazmalı. Böyle olmayınca istismarcı, suiistimalci bir görüntü ortaya çıkıyor. Onu hem derviş zannetmekten kazık yiyoruz, hem de o şirketin halkla ilişkiler elemanının mesleğini “gazetecilik” zannederek kazık yiyoruz.
Karşıma çıkan bu olay nedeniyle hâdiseye sebep olan grubun yayınlarıyla ilgili tüm aboneliklerimi iptal ettim. Anladım ki, o şirketler grubunun menfaatleri için biz okurlar kullanılıyoruz. Maksat gazetecilik değilmiş demek ki. Sanırım oradaki haberler doğru ve samimi olsa da demek şirketin işine gelenler yayınlanıyormuş sadece. Biz de çeşitli gayelerle takip ettiriliyor, şirketlerin başkalarına baskı oluşturması için yedekte bekletiliyormuşuz.
Efendim, şu dünyada şirket kurmak, ticaret ve iş yapmak, para kazanmak, eleman çalıştırmak, şirketinin menfaatlerini savunmak tabiî ki helâldir, haktır ve doğrudur. Keşke hepimiz yapabilsek. Aynı zamanda gazetecilik de yapılması gereken bir meslektir, doğrudur. Yanlış olansa şudur: Gazetecilik adı altında “şirket” için kuş avlamak...
Biz kuşlar, basın kartına bakarak sanıyoruz ki, bize yaklaşan şey bir gazeteci. Sıradan bir insan olarak öyle antin kuntin işlere aklım ermiyor. Şahsen gayem, ne kimseden intikam almak, ne dediğimi yaptırmak, ne de dünyevî bir menfaat. Tek gayem, aklımın erdiği kadarıyla iyiyi tavsiye edip yanlıştan sakındırmak. Tahminim o ki, bu satırların hem Bakanlıktakilere, hem de gazetedekilere zerre etkisi olmayacak ve değişmeyecekler. Zaten biz de sonuç derdinde değiliz. Mesuliyetimizi yerine getirmek derdindeyiz. Dilerim başta şahsım olmak üzere hep beraber yanlışlardan ibret alır, doğruları yapmaya devam ederiz.