“İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü men eden bir topluluk
bulunsun. İşte onlar, kurtuluşa erenlerdir!” (Âl-i
İmran, 104)
***
YÜCE Allah, Kur’ân-ı Kerim’de, Âl-i İmran, Araf, Tevbe, Hac
ve Lokman Sûrelerinde, Müslüman toplumlarda “onlara iyiliği emredecek ve onları
kötülükten sakındıracak”, dolayısı ile irşat ve davet vazifesinde sürekli
olarak çalışacak insanların bulunmasını emretmektedir. Bazı müfessirler Allah’ın
bu emrinin Müslümanlara farz-ı kifaye hükmünde olduğunu belirtmişlerdir.
Bu davetçiler toplumlarına iyiliği emredecek, iyiliği
yayacak, iyi, doğru ve güzel olana özendirecek, insanlara hakikati anlatıp aydınlığa
çağıracaklardır. Ve bu davetçiler toplumlarını kötülükten men edecek, kötü
olanı, çirkin işleri, fenalığı yasaklayacak, fuhşiyatı, ahlâksızlığı, bozgunculuğu
engellemek için çalışacak, insanları şirkin ve küfrün zifiri karanlığından
koruyacaklardır.
İşte şimdi sizlere hikâyesini anlatacağım Sierra Leoneli
Musa Bangura, hayatı, yaşadıkları ve mücadelesi ile tam da böyle bir davetçi. Kendimizi
sorgulayacağımız ve ibret alacağımız çok farklı bir hayat hikâyesi var.
“Sierra Leone” demişken, bu ülke, eminim bazılarımızın
belki adını hiç duymadığı, duyanların ise haritada yerini göstermekte
zorlanacağı küçük bir Afrika ülkesidir. Sierra Leone Cumhuriyeti, Batı Afrika'da yer alan, kuzeydoğusunda Gine, güneydoğusunda Liberya ve güneybatısında Atlas
Okyanusu bulunan, yüzölçümü 71 bin 740 kilometrekare
olan tropikal iklime sahip bir ülkedir. Portekizliler ülkeye, bölgede bol
miktarda aslan bulunmasından dolayı “aslanlı dağlar” veya “aslanlı
sıradağlar” anlamına gelen bu ismi vermişler. Toplam nüfusunun 6 milyon 500
bine yakın olduğu tahmin ediliyor.
İngiliz sömürgeciliğinden sonra 1961’de bağımsızlığına
kavuşan ülke, maalesef 1990’lardan 2002’ye kadar çok yıkıcı sonuçları olan bir iç
savaş yaşamış. Bu savaş sonunda yüz binlerce insan katledilmiş ve 2 buçuk
milyon kişi mülteci konumuna düşmüş.
Başta elmas olmak üzere yeraltı madenleri bakımından
oldukça zengin olan ülke halkı Batılı sömürgecilerin oyunları yüzünden bu
zenginlikten faydalanamıyor. Ve en üzücü olanı, Batı’nın hâlâ çok etkili olduğu
düzenleri yüzünden dünyanın en fakir dört ülkesinden biri durumunda. O kadar ki,
insanların çoğu, günde bir defa yiyecek öğün bulabiliyor. Nüfusunun yüzde 60’ı Müslüman,
yüzde 20’si Animist, yüzde 15’i Hıristiyan ve yüzde 5’i diğer dinlere mensup. Daha
önceleri Müslüman oranı daha yüksekmiş ama misyonerlik faaliyetleri yüzünden bu
oran düşmeye başlamış. İşte böyle bir ortamda başlıyor Musa Bangura’nın hikâyesi…
Musa Bangura kimdir?
Musa Bangura, Müslüman olmadan önce Hıristiyan olan ve
asıl adı “Mark Moses Bangura” olan bir Sierra Leone vatandaşı. Hatta ilginç
olan, onun sıradan bir Hıristiyan olmayıp, hem kendisinin, hem de babası ve abisinin
kilisede papaz olmaları. Evet, yanlış okumuyorsunuz; o ve ailesi, kendilerini
Hıristiyan misyonerlerin hizmetine adamış, üstelik kiliselerde rahiplik yapan
insanlar…
Zekâsı ve aklı onun daha çocukluğunda fark edilmesini
sağlar. Abisi gibi o da ilk önce kilise okuluna gönderilir. Buradaki başarısı
üzerine daha sonra bir papaz okuluna gider. Buradan da başarı ile mezun olur.
Ancak kilise yetkilileri bu genç rahibi hemen bir kilisede görevlendirmek
yerine, Nijerya’da bir Evangelist okuluna gönderirler. Mark Moses bu okuldan
sıradan bir papaz değil, fanatik bir Evangelist rahip olarak mezun olur.
Kilise yetkilileri onun büyük ikna kabiliyetini ve
dini anlatma beceresini görüp çok etkilenirler. Ve yine ona hemen bir görev
vermeyip bu defa Güney Afrika Cumhuriyeti’nde bulunan özel bir misyoner okulunda
eğitime gönderirler. Bu özel okuldaki eğitimin esas vazifesi ise, öğrencilerine,
“Müslümanları nasıl Hıristiyanlaştırabileceklerini” öğretmektir.
Buradan mezun olunca memleketine geri döner. Mark
Moses artık üst düzey eğitimli bir rahip olarak misyonerlik faaliyetleri için
hazırdır. Kilise ona görev verir. O da hızla misyonerlik faaliyetlerine başlar.
Tabiî bu arada kilisenin tüm maddî imkânları emrine verilir. Evi, arabası ve
her türlü maddî ihtiyacı ânında karşılanır.
Mark Moses, Müslümanların yoğun olarak yaşadığı
yerlerden başlamak üzere köy köy, kasaba kasaba, insanları Hıristiyan olmaya
davet eder. Aldığı özel eğitimler ve yüksek ikna kabiliyeti sayesinde fakir ve
cahil bırakılmış Sierre halkı, ona gittiği her yerde ilgi gösterir. Kısa sürede
epey taraftar kazanır ve onları Hıristiyan olmaya ikna eder. Babası başta olmak
üzere ailesi ve kilise kısa sürede gösterdiği başarısından dolayı oldukça
memnundur. Hayatı böyle sürüp giderken, bir gece hayatını tamamen değiştirecek bir
rüya görür Mark Moses.
Rüyasında bir ses ona, “Neden karanlıkta ısrar
ediyorsun, neden aydınlığa çıkmıyorsun, neden insanları karanlığa
çağırıyorsun?” diye sorar. Uyandığında bu rüyadan çok etkilense de, “Herhâlde bu
şeytanî bir rüya, benim aklımı çelmeye çalışıyor” diye düşünür. Bir hafta sonra
yeniden aynı rüyayı görür. Bu sefer etkisinden kurtulamaz ve soluğu kilisedeki
bir papazın yanında alır. Ona durumunu anlattığında, papazın cevabı, “Sen çok
etkili bir rahip olduğun için şeytan seninle uğraşıyor, aldırma” şeklinde olur.
Fakat daha sonra tekrar aynı rüyayı görür. Aldığı
yanıtlar onu tatmin etmeyince, bu sefer de soluğu de çocukluk arkadaşı olan bir
câmi imamının yanında alır. Rüyasını ona da anlatır. İmam arkadaşı ona unutamayacağı
şu yorumu yapar: “Kardeşim, sen çok şanslı bir insansın. Bak, Allah seni hiçbir
aracı olmadan dinine davet ediyor, neden hâlâ bekliyorsun?”
Bu cevap Mark Moses’i çok etkiler ve Müslüman olmaya
karar verir. Temizlenir ve hemen câmiye gider. Bir Cuma günüdür. Cuma namazı
vakti, Bangura’yı gören cemaat önce çok şaşırır. Mark Moses neticede çok çekindikleri
ve faaliyetleri ile bu bölgede İslâm’a büyük zarar vermiş bir isimdir. Niyetini
anlayınca, şaşkınlık, yerini sevinç ve gözyaşına bırakır. Muhabbetle sararlar
etrafını, kucaklaşırlar.
Mark Moses o Cuma vaktinde şahadet getirir ve Müslüman
olur. Mark Moses olan adını ise “Musa” olarak değiştirir.
Mark Moses artık ölmüş, Musa olarak yeniden doğmuştur.
Ve kendine ilk şu soruyu sorar: “Bundan sonra ne yapacağım? İslâm’a ve
Müslümanlara nasıl hizmet edeceğim?”
Onun Müslüman olduğundan ne eşinin, ne ailesinin, ne de
kilisenin haberi vardır. Üstelik o günlerde başkent Freetown’da yapılacak bir toplantıyı
yönetmekle görevlidir. Musa, oturum başkanı olarak katıldığı bu toplantının
açılış konuşmasında o kadar Hıristiyan’ın arasında şöyle der: “Ben artık ne bir
rahip, ne de bir Hıristiyanım. Ben bugünden itibaren bir Müslümanım.”
Tüm salon buz kesilir. Şaşkınlıklarını uzun süre
atamazlar. Homurtular ve sesler yükselmeye başlayınca Musa toplantıdan ayrılır.
Hıristiyan meclisi, durumunu görüşmek üzere apar topar
toplanır. Meclise katılan ve kendisi de papaz olan abisi meclise şöyle der:
“Siz onun ne kadar yetenekli biri olduğunu biliyorsunuz, eğer onu şimdi durdurmazsak,
bir daha durduramayız.”
Meclis kararı onaylar. Musa bir şekilde
durdurulmalıdır. Babası onu reddeder. Ailesi ona sırtını döner. Kilise tüm mal
varlığını elinden alır. Ancak Musa
Bangura, şartlar ne olursa olsun asla kararından vazgeçmeyeceğini onlara
bildirir. Musa, artan baskı ve tehditler üzerine ülkenin Müslüman Âlimler
Birliği Başkanı’nın yanına sığınır. Altı ay kadar onun yanında gizlenir. Bu
süreç onun için yine hayırlısıdır, zira bu sürede İslâmî eğitimini tamamlar.
Altı ayın sonunda Şeyh Mustafa, ülkenin ünlü papazlarına mektuplar yazarak Musa’nın
kendi korumalarında olduğunu, başına bir şey geldiği takdirde bedel
ödeyeceklerini bildirir. Sonuçta kilise meclisi, Musa’nın peşini bırakarak güvenlik
sözü vermek zorunda kalır.
Musa Bangura artık meydanlardadır. İnsanlara artık
hakkı ve hakikati anlatacaktır. Bir bisiklet alır ve ilk olarak bir rahipken gittiği
ve misyonerlik faaliyetlerine başladığı köye gider. İnsanlar şaşkındır. Ama
onlar da kısa sürede yeniden Müslüman olurlar. Musa Bangura köy köy, kasaba
kasaba dolaşmaya başlar. Gittiği her yerde yine büyük ilgi görür ve hayırlı
dönüşlere, uyanışlara vesile olur.
O artık hak dâvâya teslim olmuş ve hakikat için sonuna
kadar mücadele eden bir irşat ve davet gönüllüsüdür. Tek başına bir bisikletle
köy köy dolaşarak bu dâvânın istediği hızda yayılmayacağını anlayan Bangura,
misyoner rahiplere ve Hıristiyan din adamlarına meydan okumaya karar verir ve
şöyle der onlara: “Eğer ben kazanırsam siz Müslüman olacaksınız, siz
kazanırsanız ben Hıristiyan olacağım.”
Bu programlar sonrası 650 papaz ve cemaatlerinden pek
çok kişi Müslüman olmuştur. Musa’nın şöhreti hızla yayılır. O kadar ki, artık
karşısına çıkmaya cesaret edemezler.
Bu güzel insan, “Why Islam?” adıyla bir
yardım teşkilâtının başında mücadelesine ve kendisini adadığı dâvâya hizmet
etmeye devam ediyor. Allah ecrini arttırsın ve mâkâmını âli kılsın!