
MÜLTECİ veya sığınmacı,
dini ve milliyeti belirli bir toplumsal gruba üyeliği veya siyâsî düşünceleri
nedeniyle zulüm gören veya göreceği korkusu ve endişesi taşıyan, bu sebeple
ülkesinden ayrılan/ayrılmak zorunda bırakılan ve korkusu nedeniyle geri dönmek
istemeyen, iltica ettiği ülke tarafından endişeleri haklı bulunan kişidir.
Dünya
üzerinde tarihin her döneminde değişik sebeplerle insanlar vatanlarını ve
evlerini terk etmek ve ayrılmak zorunda bırakılmışlardır. Bu duruma o ülkenin
içinde bulunduğu savaş, terör olayları, iç karışıklıklar, ekonomi ve iklim gibi
değişik nedenler sebep olmuştur. Ülkemiz ise içinde bulunduğu jeopolitik konum
nedeniyle tarihin her döneminde göç almış ve mülteci ağırlamıştır. Özellikle
Avrupa ülkelerine transit bir köprü görevi gördüğünden olacak, mültecilerin
devamlı geçiş noktası olmuştur.
Özellikle
son yıllarda dünya üzerinde ekonomik ve siyâsî birtakım hareketlilikler dünya
üzerindeki göç dalgasını oldukça hareketlendirmiş olduğu için ülkemiz de bundan
nasibini fazlaca almış bir ülkedir. Dünya genelinde yaşanan ekonomik sıkıntı ve
dış siyasetteki gelişmeler dünya üzerindeki bu hareketliğin ve göç dalgalarının
bir süre daha devam edeceği izlenimini vermektedir.
Türk
milleti, gerek dinî hassasiyetleri, gerekse insanî vasıflarıyla mültecilere
kucak açmış bir ülkeye sahiptir. Mülteci problemine sadece bizim ülkemize ait bir
sorunmuş gibi bakmak tarafsız bir düşünce değildir. Ayrıca Avrupa ülkelerinin
tarihlerine ve bugünlerine baktığımız benzer durumları yaşadıklarını görmek de
mümkündür.
Birçok
Avrupa ülkesine baktığımızda göçmenler üzerinden giden bir hayat
sürdürdüklerini görmekteyiz. Belki de dünya üzerinde birçok ülkenin yaşadığı bu
gerçeği şu an bizim de çok yoğun yaşadığımız gerçeğini hazmedememek gibi bir
sorun yaşıyor olabiliriz. Avrupa ülkelerindeki bizim gurbetçi vatandaşlarımız
için zaman zaman reva görülen dışlayıcı tutumları ve haberleri medyadan
izlediğimizde canımız sıkılıyorsa, şu an bizim ülkemize sığınmış mülteciler
için aynı tavır ve tutumları reva görmenin ne kadar insanî bir tutum olacağı
gerçeğini de sizlerin vicdanına bırakıyorum. Nasıl ki bizim ülkemizin Avrupa’daki
gurbetçi vatandaşlarının bir gün kendi memleketlerine ve hatta köylerine dönmek
gibi bir hayâlleri varsa, uygun koşullar oluştuğunda mülteciler de geldikleri
topraklara yani vatanlarına dönmek isteyeceklerdir. Bu konuda da zannedildiği
gibi “Gitmezler, burada keyifleri yerinde” tezini gerçekçi ve doğru bulmuyorum.
Endişeye de gerek olmadığını düşünüyorum. Ayrıca gitmeyenlerle de birlikte
yaşamayı öğrenmeliyiz.
Devletsiz,
vatansızlık bir insanın yaşayabileceği en ağır travmadır. İyi yönetilen
ülkelerde herkes için iş imkânı ve kaynaklar vardır. Onların bizim payımızı
aldığı, bizim imkânlarımıza konduğu ve rızkımıza ortak olduğu düşüncesi gayr-i İslâmî
olduğu gibi, doğru bir açıya da sahip değildir. Özellikle sınır bölgelerinde
mülteciler için katliam gibi gayr-i insanî muameleleri lâyık gören bazı Avrupa
ülkelerinin tavır ve tutumları bizim ülkemiz için örnek teşkil etmemelidir.
Özellikle
son zamanlarda medya ve siyasal yahut başka grup ve örgütlerce kaşınan mülteci
sorununa karşı “Onları ülkemizde istemiyoruz, gitsinler” deme lüksüne sahip miyiz?
Böyle düşünmek her şeyden önce bir insanlık suçudur. Her ne kadar şu an içinde
bulunduğumuz dünya genelindeki ekonomik sıkıntılar ve savaşlar birtakım olumsuz
gelişmelerin üzerine bu sorunu kaşısa da, söylendiği kadar büyük bir sıkıntı
varsa da, ülkemiz, güvenlik güçleri ve güçlü istihbarat ağıyla bu sorunların
üstesinden gelebilecek donanım ve güce sahiptir.
Bir
problem varsa onu yok saymak veya değilmiş gibi göstermek bir çözüm olamayacağı
gibi, böyle durumlar sorunların katlanmasına ve uzun vadede daha fazla içinden
çıkılmaz hâle gelinmesine neden olacaktır. Ülke içerisinde birtakım
karışıklıklar çıkmasını isteyen iç ve dış mihraklar bu hassas konu üzerinden
nemalanmaya çalışacaktır. Ülkemizde sayısı her geçen gün artan, yönetilip
koordine edilmesi gereken bir kitle olduğu herkesçe bilinen bir gerçektir.
Bulunduğu
ve yaşadığı ülkeden ayrılmış, kültürü ve yaşam koşulları farklı bir ülkeye göç
etmiş insanların yaşayacağı ruh sorunlarının, uyum problemlerinin ve
travmaların gerçekliğini anlayabilmek için az miktarda duyarlı bir bakış açısı
bile yeterli olacaktır. Başka bir ülkede tutunmak, asgarî yaşam standartlarını
yakalamaya çalışmak, kendisine sunulan her imkânı ve işi kabul etmek tam anlamıyla
bir varlık ve varoluş mücadelesidir. Kendi kişisel kompleks ve kaygılarımızda
bizim ülkemize sığınmış bu insanları dışlamak ve hayatlarını daha yaşanmaz bir
hâle sokmak gibi bir lüksümüz olmamalı.
Onlar
yaşadıkları sorun ve sıkıntılarla haklı olsalar da elbette ülkemiz insanları ve
yönetimimiz de gereken tedbirleri almalıdır. Her şeyden önce ülke güvenliği
için kaçak giriş ve çıkışlara izin vermemek üzere kayıtlı ve kontrollü giriş ve
çıkışlar yapılmalıdır. Bunun için en üst düzey güvenlik önlemlerini almakla
başlayabiliriz. Katı kural ve tedbirlerin işlediği kamplara alınan mülteciler
uzun süreçli bir uyum programına tâbi tutulmalılar. Kendi halkımızın da
okullarda veya farklı eğitim ortamlarında mültecilere yaklaşımla ilgili
eğitimlere girmeli, kamu spotlarıyla halk bilinçlendirilmeli. Belli
bölgelerdeki mülteci yığılmalarının önüne geçilerek yurt geneline kontrollü bir
dağılım ve koordinasyon yapılıp özellikle Güney ve Güneydoğu Anadolu’daki bazı
şehirlerimiz işgal görüntüsünden çıkartılmalı, halkımızın bu konudaki kaygı ve endişelerinin
önüne geçilmeli. Bu amaç için Göç İdaresi Başkanlığı yerine yeni kurulabilecek
Göç Bakanlığı ve geliştirilecek mülteci stratejileri sayesinde yurt geneline
yayılacak kurum ve kuruluşlarla oluşabilecek tüm sorunların önüne geçilebilir
ki yönetim ve koordinasyon bu yolla daha kolay olacaktır. Oluşabilecek sosyal
ve ekonomik sorunların da böylece önüne geçilecektir.
Mültecilerin
yaşayacakları güvenli yerleri temin etmenin yanında eğitim ve iş imkânları sunularak
son yıllarda artan mülteci sayısı ancak bu yöntemle koordineli bir şekilde
idare edilebilir. Bu konu ülke ekonomisine bir yük ve masraf olmaktan
çıkartılıp onları ekonomiye katkı sağlayacak bir güç ve potansiyele dönüştürmek
hem onların, hem de ülke olarak bizim görevimiz olmalıdır. Ucuz işçilik olarak
bakılan bu kitle, içlerine sokuldukları bu köle muamelesinden de bu yolla
çıkartılmış olacaktır.
Hiç
kimse dil, din, renk ve ırk ayrımı yapma hakkına sahip değildir. Mültecileri kınamak,
ötekileştirmek ve yargılamak, gelecekte neler yaşayacağımız belli olmayan şu
dünya hayatında hiç insanî bir tutum değildir. Buna ne dinî, ne de millî
hassasiyetlerimiz izin verir. Bütün bunları düşünürken mihengimiz Kur’ân-ı Kerîm
olmalıdır.
Farklılıkların insanları ve toplumları zenginleştireceği ve yeni dünya düzeninde ülke sınırlarının pek önemi olmayacağı gerçeğini kabullenmeliyiz. Şu an yaşadığımız değişim ve gelişime karşı toplumsal direnç ve yeni durumları kabullenememe endişesinin yanında bütün bu olay ve gelişmeleri siyâsî bir ranta çevirmek ve bundan nemalanmak isteyen bir kitlenin olduğu gerçeğini göz ardı edemeyiz. Yaşadığımız sıkıntılar onlar kadar bizim de sorunumuz ve sorumluluğumuz gibi görünmektedir.