BAŞTA Macron’un
aşağılık tavrı olmak üzere, Fransa’da Müslümanlara, Hazreti Peygamberimize ve
Sayın Cumhurbaşkanımıza karşı başlatılan hakaret kampanyasının yenilir yutulur
yanı kalmamıştır. Bunların “mülâhazat hânesi” dolalı çok oldu! Daha ne kadar
alçalabileceklerini bilmiyoruz…
Her
ne kadar bazı konularda ve kendi aralarında medeniymiş gibi görünseler de Batı
dünyası, “öteki” dediği toplumlara karşı asla makyajını koruyamamıştır. Hele onların
üstünlüğünü kabul etmeyen ve çıkarlarına zarar verecek tavırlar içinde olanlara
karşı hemen gerçek yüzleri ortaya çıkmaktadır. Böylece sözde sahip oldukları medenî
hâlleri, özgürlük, hukuk, insan hakkı, edep, ahlâk ve saygı gibi tüm temel
değerleri nasıl da terk edip ilkel, ırkçı, faşist, sömürgeci, köle tüccarı,
soykırımcı, tecavüzcü bir “primer” tip olarak vahşi Avrupalı duygusunun dipdiri
kaldığına şâhit oluyoruz.
Hey
gidi bizim Batı sevdâlısı, onların sözde değerleriyle kandırılmış, bizden bir
şey olmayacağına ve onların üstün olduğuna inandırılmış içimizde ki devşirmeler
hey! Uyanın artık ve kendinizi sorgulayın.
Tüm
bu alçaklıkları hâlâ “Asıl dertleri Erdoğan’la”, “Türkiye’ye karşı değillermiş
ki” gibi safa yatarak, anlamazdan gelerek, sahibine olan aşkın körlüğü ile
Fransa ve Avrupa’nın bağımsız ve yükselen Türkiye’yi hazmedemediğini artık
anlamazlıktan gelemezsiniz.
Açıkçası
içimizdeki devşirilmişlerin de mülâhazat hâneleri çoktan dolmuş durumda! Ama bu,
onların kendi hâllerini mülâhaza etmelerine engel değil.
Elbette
Avrupalı, Batılı insanlar arasında hassasiyeti yüksek, insanî değerler
üzerinden bakınca yaşananlardan utanç ve üzüntü duyan aklıselim insanlar
vardır. Ancak dünyanın bugünkü çatışma alanlarında yaşanan savaş, kaos ve
acıların bir şekilde plânlı olarak sürdürülmesini sağlayan ABD ve Avrupa
ülkelerinden oluşan Batı dünyasının ne anlama geldiğini, Alev Alatlı’nın Nasihatnâme’sinden
okumalı.
“Mülâhazat
Hânesini Açık Bırakmak” şeklindeki bir deyimden bahsediyor (sf. 344) Alev
Alatlı bu kitabında. Ve dilden düşmüş bir deyim olarak bu söylemin, “bir kimse
veya oluşum hakkında tek okumada ya da tek duyumda kesin bir yargıya varmayıp
kararı zamana bırakmak” anlamına geldiğini açıklıyor.
Batı
dünyası hakkında siz siz olun, mülâhazat hânesini açık tutun! Makyajı akmakta
olan Batı dünyasının, işleri ters gittikçe daha ne kadar çirkinleşeceğine dair
geçmişte yaşananlara bakınca, seviyesizliğin ve insanlık dışı uygulamaların
hayâl gücümüzün çok ötesinde olduğunu göreceksiniz.
Alev
Alatlı’nın, sözde Batı uygarlığı/medeniyeti ya da gelişmişliği ile anılan
ülkelerin kuruluş aklı ve felsefesinin değişmeyen kodlarının neler olduğunu son
derece detaylı bir şekilde anlattığı iki ciltlik Nasihatnâme’yi tavsiye ederim.
Boya
aktı, makyaj bozuldu
TDK’ya
göre mülâhaza, “düşünce” demek. “Mülâhazat hânesi” ise “bir belgede ilgili
düşüncelerin yazılacağı yer” anlamında veriliyor. Bu kavramın bir deyim hâlinde
kullanıldığı “mülâhazat hânesini açık bırakmak” sözünün insanı sorgulamak, daha
derin bir araştırma ve duyum ya da okumaları kıyaslamalı bir sorguya açık
tutmak anlamında kullanılması, bugünlerde pek sık karşılaşmadığımız bir söylem
şekli.
Fakat
içinden geçtiğimiz günlerde yaşadığımız sıcak gündemlere bakınca, ister istemez
mülâhaza, düşünce, fikir, kanaat gibi türlü zihinsel eylemler, “Batı” denilen
kavramı daha çok sorgulamaya zorluyor. Öyle ki, daha düne kadar dünyaya kendi
nizâmını insanlığın ulaşabildiği en yüksek seviyeymiş gibi sunan ve geniş
kitleleri buna inandırmaya başarmış bir “Batı” kavramı ve “Batılı” olmak hâlinin
ucuz boyasının ne kadar hızla aktığını görmekteyiz.
Hukukun
üstünlüğü, demokrasi, inanç ve ifade özgürlüğü, yaşam ve eğitim hakkı, barış,
güvenlik, terörle mücadele gibi Avrupa ve Amerikalıların yıllarca dünyaya
götürmeyi vaat ettikleri tüm kavramlar yerle bir olmuş durumda. Artık hiç
utanmadan ve saklamadan, makyajı akmış olan Batılı devletler, aslında doğmakta
ya da yaklaşmakta olan yeni dünya düzenine direniyorlar. Bunu geciktirmek için
her türlü oyunu oynuyorlar.
Karabağ’da
ateşkes çağrısı yapıp diğer yandan Ermenistan’a silah sevk ediyorlar.
Libya’da
barış çağrısı yapıp toplu mezarları ortaya çıkan darbeci Hafter’e destek
oluyorlar.
Sözde
demokrasiyi kutsayan ama kendilerine biat etmeyen Venezuela’da Maduro gibi
seçilmiş liderlere ve hükûmetlere açıkça yaptırım uygulayan bir demokrasi
anlayışına sahipler.
Göçmenler
ve mülteciler için Türkiye’yi takdir ediyor ama kendileri denizde botları
batırıp insanları sınırlarından geri itiyorlar. Örnekler çok uzun!
Sadece
ve sadece güçlü olanın dikkate alındığı bir dünyada haklı olup olmamanın önemi kalmadı
maalesef. Biz elbette gücümüzü haklılığımızdan alıyoruz ama güçlü olmasak,
bırakın hakkımızı almayı, vatanımıza, bayrağımıza ve ezanımıza bile saldırmaktan
geri durmayacaklar! Yıllardır sözde terör örgütleri ile yapmaya çalıştıkları,
en son 15 Temmuz 2016’daki darbe girişimi ile tüm plânlarını yırtıp atmamızı ve
piyonlarını eze eze ilerlememizi hâlâ hazmedemediler.
Sözde
inanç özgürlüğünden bahsedip, Peygamberimiz Hazreti Muhammed (sav) için hakaret
ve aşağılamayı Devlet Başkanı seviyesinde dile getirmekten utanmıyorlar.
Fransa
neyin peşinde?
Son
dönemde Fransa’nın başını çektiği bir Türkiye düşmanlığı var. Tabiî açıkça
böyle diyemedikleri için Sayın Cumhurbaşkanımıza saldırmaya ve “Asıl sorun
Recep Tayyip Erdoğan” deme cambazlığına başvuruyorlar. Bu sözler Macron’u aşar;
o yüzden kendisi kadar, onu konuşturana bakmak lâzım.
Küresel
güçlerin bölgemizdeki plânlarını çöpe atan Türkiye, diğer yandan Fransa’nın
yıllardır sömürdüğü ve baskı altında tuttuğu Libya, Mali, Suriye ve Ermenistan
gibi başlıca bazı coğrafyalarda cephe kazanmakla Fransa’ya karşı sürekli
pozisyon kaybettirdi, bu da Fransa’yı ve ardındakileri çılgına çeviriyor.
Avrupa’dan
bile kendisine destek bulmakta zorlanan Macron, hiç ilgisi olmayan Doğu Akdeniz
ve Kıbrıs sorunu gibi konularda rol çalmaya çalışan bir palyaçoya dönüşmüş hâlde.
En son, insanlığın barış ve huzura ulaşması, Hak Din ile buluşması için
Allah’ın “Son Peygamberim” diye Kur’ân-ı Kerîm’de bildirdiği, tüm Müslümanların
tartışmasız kırmızı çizgisi olarak değer verdiği Hazreti Muhammed (sav)
hakkında hakaret içeren karikatürleri binalara yansıtarak, Müslüman düşmanlığı
ve İslâm karşıtlığına bürünen Macron’a ses çıkaramayan sözde İslâm ülkeleri
bile var.
Bugünleri
yaşamasaydık, “En azından sözde kalsa da tepki verirler” diyeceğimiz, Suudi
Arabistan başta olmak üzere BAE ve Mısır gibi Arap ülkeleri, utanmadan
Fransa’nın yanında duruyorlar. Lübnan kadar bile olamayan bu ülkelerin yönetimleri
ile halkları arasındaki uçurumu tahmin edebilirsiniz.
Aşağılık
yayınlar ve sözleri için Macron ve Fransa’ya karşı Pakistan, Katar, Türkiye,
Fas, Libya gibi birçok Müslüman ülke son derece sert tepki gösterirken, Fransız
ürünlerine boykot ve Fransa karşıtlığı yükselmekte.
1789’daki
Fransız İhtilâli, bugünkü ABD’nin kuruluşuna bile etki eden, Avrupa başta olmak
üzere tüm dünyada farklı ölçülerde etkileri olan bir tarih olarak kayda
geçmiştir. Fransa ile anılan cumhuriyet, lâiklik, liberalizm, din ve vicdan
hürriyeti ile düşünce özgürlüğü kavramlar, esasta (belli ki) hak etmediği
ölçüde Fransa’ya itibar kazandırma aracıydı.
Öyle
anlaşılıyor ki, sözde Avrupa’nın yükselen değerlerinin doğduğu ülke olan
Fransa, tarihî görevini tersine bir şekilde üstleniyor. Bu kez tam tersine
hareketle düşüşe geçen Avrupa’nın çöküşünü başlatan ve makyajını silen de
Fransa. Ve galiba yeniden tarihî bir görev üstleniyor.
Her
ne olursa olsun, Türkiye’den yükselen ses, tüm dünyada ve özellikle de gönül coğrafyamızda,
Türk ve Müslüman dünyasında ve tüm mazlum coğrafyalarda yankı uyandırıyor.
Türkiye, Osmanlı’nın tarihten çekilirken bıraktığı tüm bölgelerde, yine tarihin
cilvesiyle yükselen bir umut olarak yavaş yavaş geri dönüyor. Hakkı söyleyen ve
hakkı savunan güçlü duruşu, ihraç ettiği ürünleri, kendi geliştirdiği güvenlik
sanayii ve teknolojisiyle, ama en çok da samîmiyeti ve insanlığıyla geri
dönüyor!
Dünya
değişiyor ve geleneksel güçlerin tamamında tarihî değişimler yaşanıyor.