AKADEMİSYEN… Gazeteci… Emekli
polis… Bakkal… Manav… Kasap… Şoför… Çiftçi… Kabzımal… Arkeolog… Öğretmen…
Öğrenci… Müdür… Müdür Yardımcısı… Şef… Anestezi uzmanı… Seyis… Sigortacı…
Bankacı… İş adamı… İş kadını… Kaptan… Kacaktan…
Makinist…
Tayfa… Miço… Boyacı… Müstahdem… Berber… Terzi… Kuruyemişçi… Balıkçı… Yayıncı…
İmam… Müezzin… Müftü… Lokantacı… Garson… Şef garson… Komi… Kasiyer… Matbaacı…
Kameraman… Işıkçı… Sesçi… Yönetmen… Senarist… Ev hanımı… Maliyeci… Ormancı…
Bahçıvan… Tellak… Natır… Bestekâr… Solist… Korist… Piyanist… Kemancı… Kanuni… Udi…
Mudi…
Doktor…
Eczacı… Hemşire… Hasta bakıcı… Şair… Yazar… Çizer… Dülger… Marangoz… İnşaatçı…
Amele… Pastacı… Postacı… Pazarcı… Simitçi… Kahveci… Gazozcu… Şinanay da yavrum
hoppa şinanay deyici…
Telefoncu…
Tuhafiyeci… Nalbur… Son ütücü… Ara ütücü… Tamirci… Kaportacı… Elektrikçi…
Mobilyacı… Kargocu… İşsiz… Güçsüz… Futbolcu… Basketbolcu… Voleybolcu… Güreşçi…
Halterci… Milletvekili…
Velhasıl
her meslek erbâbı diyelim.
Hepsinden
103 veya 104 kişi, birer bildiri hazırlayıp altını imzalamalı. Gündüz vakti tam
12’de yayınlamalılar. Elbette darbe isteyen emekli amirallerin bildirisine
karşı.
Görevi
başındaki polisler, jandarmalar, savcılar ve hâkimler ise işlerini yapmalı.
Mübâşirler dâhil. Tam tekmil. Noksansız.
Güpegündüz
olmalı ki biz de o haydut kafalılar gibi “gecenin karanlığından faydalanmış”
olmayalım.
Sabah
bir bildiriye uyanmak ne demek?
Daha
kahvaltıya başlamadan güm güm diye haberlerle karşılaşınca, ardından bangır
bangır devam edince, insanda iştah kalmıyor. Bilirsiniz, bu konuda tecrübemiz
fazla.
Ne
hakları vardı bizim kahvaltımıza limon sıkmaya?
Rahmetli
babamın bir sözünü hatırladım.
“Adın
ne? Hurşit. Ne söyle, ne işit.”
Emekli
amiraller, o bildiriyle milletin karşısına çıkmasaydılar, devlete meydan
okumasaydılar, siyasete edepsizce yön vermeye kalkmasaydılar, bu sözleri hiç
işitmeyeceklerdi.
O
yüzden ertesi gün sütunumda şöyle dedim:
“Emekli
er” olmayı hak ettiler…
Vallahi
öyle. Rütbeleri sökülünce, dımdızlak kalacak omuzları.
Gayet
iyi hatırlıyoruz… Zaten hiç unutmadık.
Eskiden,
çok eskiden, suyu testiden içtiğimiz zamanlardan beri duymaya alışkın olduğumuz
bir kalıp vardı.
“Genç
subaylar rahatsız” dendi mi anlardık ki bir yerlerde kıpırtı, uğursuz kademsiz
bir kıpırtı başlamıştır.
Devir
değişti. Şimdi emekli amiraller rahatsızmış. Ne diyelim, geçmiş olsun. Allah
şifa versin.
*
Bahsettiğim
testi devirlerinde “genç subay” olanlar, zamanla yaşlandı tabiÎ.
Geçen
gece tontonları gece uyku tutmamış.
103
mü, 104 mü, ne kadarsa artık, bir araya gelmiş de bir bildiri yayınlama kararı
alıvermişler. Tam da 4 Nisan’da yani Dumlupınar şehitlerimizin yıldönümünde;
gece yarısı...
“Gündüzler
çuvala mı girdi?” diye meraklanmanın âlemi yok.
Gelenek
budur. Gündüz gözüyle bildiri yayınlanmaz. Darbe olsun, muhtıra olsun, gece
yarısı kıpraşır.
Rahatsızlıklarını
birkaç paragrafta özetlemişler.
Kanal
İstanbul’a karşı imişler. Montrö falan diyorlar. Endişeliymişler.
Üçüncü
köprüyü ve İstanbul Havalimanını unutmuşlar ya da ihmÂl etmişler. Onlar bittiği
için itiraz etmenin anlamı olmadığını düşündüler herhâlde.
Kendilerinden
çok emin tarzda çıkıyorlar karşımıza. “Siz bilmezsiniz, biz biliriz” diyorlar.
Candan
abla ise “Onlar yanlış biliyor” der hep.
*
Muvazzafken,
bazen hayâlî, bazen gerçek darbe imâl ederlerdi, şimdi ima etmekle
yetiniyorlar. Emeklilikten olsa gerek.
Romatizma,
siyatik, ağrı sızı yanında unutkanlık da başladıysa…
Olacak
o kadar demek yerinde bir takdir sayılır. Anlayış gösterilmeli.
Takdir
etmek gerekir, muhtıra titizlikle kaleme alınmış.
Fakat
yine de açık vermişler, niyet tam olarak belli. Buram buram darbe kokuyor.
Ne
yapsınlar, hafif yazsalar muhtıra olmaz, yumuşak bir metin olur.
Sert
yazmaya da gerek yok; risk artar. Dengeyi bulmak şart.
Yine
de bu hâliyle Anayasa’ya aykırı bir hareket olduğu aşikâr.
Her
ne kadar onlar farkında olmasa da…
*
Muhtırada
Anayasa’nın ilk üç maddesinden bahsetmek biraz komik kaçmış.
Şu
memlekette kimin sorunu var ilk üçle, son üçle? O bir vehim. Üstelik vahim.
Tabiî daha vahim tarafı var.
“Cumhuriyeti
koruma kollama görevinden bahsetmek” diye özetlemek mümkün o tarafı.
Dünyadan
haberleri yok. Geçti o devir. Yıllar önce değişiklik yapıldı. Öyle bir görev
bulunmuyor. Bu hususu ya unuttular, ya gözlerinden kaçtı. Yahut işlerine
gelmedi; bilemeyiz artık.
Bu
durumda apaçık madara oluyorlar, farkında değiller. Lütfen dikkat, matara
değil, “madara” dedik.
“Yanlışı
ortaya çıkarak utanılacak duruma düşmek, utanmak” diye açıklıyor sözlük. Acaba
utanan çıkar mı içlerinden?
Maalesef,
ülkemizin düşmanlarını sevindiren bir hareket bu.
Uzaktan
yakından bakıp, “Yiyin birbirinizi” diyenler az olmasa gerek.
Biz
bütünlükten uzaklaştıkça, keyif çatanlar onlar.
Aramızda
anlaşmazlık çıktıkça mutlu olanlar…
Gerilim
artsa ve çatışmaya dönse, pek memnun olurlar. Çatışma büyüse, iç savaşa dönse,
zil takıp oynarlar.
Başka
kimler?
Bir
de içimizdeki İrlandalılar var tabiî.
Mevcut
tabloya bakıp memnuniyet duyanlar… İşte o aldatıcı memnuniyet hisleri
içindeyken, bu durumu iyi tahlil etsinler. Edebilirlerse… İyi düşünsünler.
Düşünebilirlerse... “Biz kimlerle gönül birliğine girmişiz?” diye özeleşiri
yapsınlar. Yapabilirlerse…
*
Bu
güzel metni (Ben “güzel” diyeyim, herkes “rezil” anlasın) kim kaleme aldı,
belki öğreniriz. “Belki” diyorum, çünkü biri üstlenebilir ama doğru mu
söylemektedir, bilemeyiz.
Organize
bir hareket olduğu ortada.
O
kadar organize, o kadar örgütlü ki…
Sembollerle
örülmüş.
Cumhuriyet
tarihinin en büyük tatbikatı olan Mavi Vatan 2019’a 103 gemi katılmıştı.
15
Temmuz’dan üç gün sonra 103 general ve amiral gözaltına alınmıştı.
Ve
15 Temmuz 2021’den 103 gün evvel, 103 amiral gece yarısı muhtıra yayınlıyor.
Bu
tür sembolizasyonlara bir yerlerden aşinayız.
Acaba
nerelerden?
Sembole
kafayı takmışken, 103 ile 104 arasında tereddüt yaşamışlar belli ki. Yine de
zor bir işi başarmışlar kendi açılarından.
O
kadar adamı bir araya getirmek, hiç de kolay bir iş sayılmaz. Ne kadarı adamsa
artık…
103
veya 104 kişi değil, 13-14 kişi bir araya gelmeye niyetlense, ortak bir günde
karar vermek bile mümkün olmaz.
İsterseniz
deneyin.
Arkadaş
grubu olsun, akraba grubu olsun, ille bir aksilik çıkar.
Kiminin
işi olur, kiminin hastalığı, kiminin başka bir engeli.
Bu
emekli amirallerin bir araya gelmesi, ortak bin metinde birleşmesi, her birinin
imza vermesi, bu yüzden takdire şayan. Disiplinli adamlar ne de olsa.
Bunlar
denizci takımı. Bir de havacılar ile karacılar var. Onlar ne âlemde acaba?
*
Bir
düşünelim.
Bu
tontonlar, orduda görev yaptı. Otuz yıl, kırk yol boyunca komuta ettiler.
Evvelce
yaşanan bütün darbeleri, bütün muhtıraları gördüler. Klasik darbe, modern
darbe, postmodern darbe diye tasnif bile ettiler.
Ordumuz
kimlere emanetmiş, görüyoruz.
Anlaşılan
o ki sevgili Yuki, balıkçı teknesi idare edemeyecek adamlara donanmanın gemilerini,
vatan evlâdı askerleri, kışlaları teslim etmişiz. Bu kafa, “Mavi Vatan”
kavramını da idrak edemez, anlayamaz. Yalnız onu değil, “Yeşil Vatan”ı da
anlayamaz. Hangi renk olursa olsun fark etmez. Binaenaleyh, bunlar vatanı
anlayamaz.
Bunca
sene orduda görev yaptıklarına göre, bunlara “Komutanım” diyen pek çok subay
vardır. Onların eskisi gibi emirlerini dinleyeceğini sanıyorlar belli ki. Emir
komuta zincirinin devam ettiğini düşünüyorlar demek. Yazık!
Görevi
başındaki subayların onlara hâlâ “Komutanım” diye hitap etmesi gayet normal. Ne
desinler? “Eski komutanım” diye bir hitap olmaz. İsmiyle de seslenecek hâlleri
yok. Buna güvenip “Aksi hâlde…” ifadeleriyle bekâ üzerinden tehditler savurmak
pek zavallıca.
*
Bildiri
duyulur duyulmaz her taraftan tepkiler başladı. Ancak muhalefet uzun süre
sessiz kaldı. Herhâlde ölçüp biçtiler. Sağına soluna baktılar.
Epey
sonra Meral Hanım, “Bu bir zevzeklik” dedi. “Şahsî fikrini açıkladığını”
belirterek, “bütün vesayet odaklarına karşı olduklarını” bildirdi.
Lâkin
ittifak çatısı altında birleştiği ortakları öyle söylemiyordu.
Hiç
ses çıkarmayıp ellerini ovuşturanları bir yana bırakalım ve diğerlerine
bakalım.
Kimileri
alkış tuttu, o metnin altına imza atarmış; hiç çekinmeden ağzındaki baklayı
çıkarıverdi. Amiraller ne kadar da doğru söylemiş. Nasıl da isabet buyurmuşlar…
Yalova
kabadayılarından biri de “bildiri” dedikleri muhtıranın saatini beğenmemiş. O
saatte yayınlanması hoşuna gitmemiş.
Kemal
Bey ise amiraller darbe darbe diye çırpınırken, “Millet aç, aç” açıklaması
yaptı. Bunlar yapay gündemlermiş. Asıl önemli olan, vatandaşın sofrası imiş.
*
Türkiye,
dünyada savaşın şeklini değiştirirken…
Libya’dan
Suriye’ye, Akdeniz’den Karadeniz’e, Irak’tan Karabağ’a kadar her tarafta destan
yazarken…
“Mavi
Vatan” kavramıyla dengeleri altüst ederken…
SİHA’lar
ve diğer çalışmalarla düşmanların ağzını açık bırakırken…
Bizim
emekli amiraller, bir gece yarısı endişelerini dile getiriyorlar.
Hafife
alınacak bir hareket değil şu yaşadığımız. Devlete posta koyuyorlar, aba
altından sopa gösteriyorlar.
Eğer
devletin ciddiyeti varsa, o abayı onlara gıdım gıdım yedirir, sopaya da münasip
bir yer bulur.
Ankara
Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturma başlattı. Enine boyuna bakacak hepsinin.
İfadelerini alacak, mahkemeye sevk edecek.
“Hâddiniz
değil, yetkiniz yok, göreviniz değil” diyecek hâkim. Sonrasını bilemeyiz. Fakat
bildiğimiz şu ki, bu işin gölgesi, gövdesine müsavi olmalı.
İbretlik
olsun ki sonrakiler böyle bir harekete tevessül etmesin.
Şayet
ciddi bir ceza verilmezse, demokrasiden ve cumhuriyetten bahsetmek anlamsız
kaçar.
Doğru
dürüst sahip çıkmadıktan sonra, konuşmak ve yazmak bir işe yaramaz.
Bahçeli’nin
söyledikleri asla yabanlık değil. Rütbeler sökülmeli, maaş dâhil bütün hakları
düşmeli. Lojmanda oturan, koruma ve araç verilenler de gözden geçirilmeli.
Hangi emekli ere lojman, koruma, araç veriliyor? O zaman hepimize hak doğar.
*
İş
ciddiye binince bazıları yan çizebilir. Bir kısmı inkâr edecek muhtemelen.
“Arkadaşlar aradı, telefonda ‘Tamam’ dedim, bir sakınca görmedim ama…” diye
başlayan savunmalar görebiliriz.
Tam
metni okumadığını söyleyen çıkabilir.
“Uykuluydum,
‘He he’ dedim. Dedim ama ıslak imza atmış değilim” diye kaytarmaya çalışanı da
görebiliriz.
Onlara
“etkin pişmanlık yasasından faydalanmalarını” tavsiye ederiz.
*
Bir
seneyi geçti, bütün dünya gibi ülkemiz de Koronavirüs ile boğuşuyor. Her gün
kaç kişi hasta oldu, kaç kişi öldü, dikkatle takip ediyoruz.
Lâkin
bugün açıkça görüldü ki “darbe virüsü”, Korona’dan tehlikeliymiş, çok daha
betermiş.
“Bu
zamanda hâlâ darbe mi olurmuş?” diye düşünenler târih boyunca yanıldılar.
12
Eylül’de yanıldı, 28 Şubat’ta yanıldı… En çok da 15 Temmuz’da!
Bugün
aynı şeyleri tekrar etmenin âlemi yok.
Düşman
niyetinden vazgeçmez. Onun temsilcileri de görevine devam eder.
“Olmaz
artık” dediğin zaman olur.
Tedbirli
davrandığımız takdirde kazanırız.
Darbecilik
damarlarına işlemişse, bütün kanı değiştirmeden rahat uyku haramdır.
“Kahvaltı”
diyordum ya, o darbe imalı bildiri ile yüz yüze gelince, altı üstü karıştı
kahvenin.
Bir
de “Yüce Türk Milletine” diye başlamışlar söze…
Can
sıkıntısı, çoban armağanı…
Yine
de şükretme vaktidir. Açıkça görüyoruz, böylesine büyük çaplı şerden bile hayır
çıkıyor. Takdir-i İlâhiye bakın ki, yine milletimizin hayrına gelişiyor hâdise.
Su içsek, yarıyor velhasıl.