Muhtaç olduğumuz, yeni bir dil mi?

İbâdetindeki saf dizinini bozan kimseden dil dizinini bozmaması beklenemez! Mânâyı kelimeden soyutlayan kimseden suyu, toprağı, tohumu, hayvanı insandan soyutlamaması beklenemez!

TOPLUMSAL çaptaki herhangi bir alanı yeniden inşâ etme anlamında kullanılan "Yeni bir dil üretmemiz gerekiyor" tezine katılanlardan biri de bu fakir...

Fakat bu cümleyi nerede duyarsam duyayım, yavan bir sedâ ile karşılaşıyorum âdeta. Altı boş, içi kuru...

Üzerinde "gerek" yahut "lâzım" gibi kelimelerle donatılmış çâreyi arz eden ancak muhtevâsına cevap vermeyen cümlelere bütün çâreler tok zira.

Bir Müslüman eğer yeryüzüne Hazreti Âdem ile tebliğ edilmiş dinin de İslâm olduğuna inanıyorsa, sadece Tevrat, Zebûr ve İncîl'in tahrif edilmiş olduğunu değil, bütün dünyaya yayılmış bir tahrifat zincirinin bulunduğunu ve bu tahrifat sebebiyle dil ile ahlâk sistematiğinin Hazreti Âdem (as) ile başlayıp Habîbullah Efendimiz Muhammed Mustafâ (sav) ile tamama eren bütünlüğün zamanla beşer tarafından incitildiğini kabul ediyor demektir.

Dil, tarif bakımından bir bakış açısının yansımasıdır.

Herhangi bir kelimenin farklı dillerdeki karşılıkları, nesne ve eylem bakımından olana yahut olguya nasıl bakıldığının ve dolayısıyla nasıl tanımlandığının işaretini verir bize.

Ve her bir kelime, birbirinden farklı köklerden, hecelerden, harflerden ve seslerden meydana gelir.

Her bir sesin ve her bir harfin birer oluşa/resme denk geliyor oluşunu bin yılların önümüze sunduğu mânâ ikliminden çıkarmamız da bu yüzden mümkün.

Fakat bu düşünceden ne denli uzakta olduğumuzu fark etmeden yeni bir dil inşâ etmek mümkün değil!

Dolayısıyla "Yeni bir dil inşâ etmemiz gerekiyor" cümlesinin absürtlüğünü fark etmemiz de mümkün değil...

Evet, bu cümle çok absürt!

Zira meselemiz yeni bir dil inşâ etmek değil, tahrifata uğramış dilin hakikatini ortaya çıkararak değişik açılardan tanımlama olanaklarını birleştirip 360 derecelik ilk dili yakalamak olmalı.

Neden bu konuya değindiğimi şöyle açıklayayım:

Hamdolsun, Ayasofya'nın Müslümanların mâbedi olduğu yeniden tescillendi de hak yerini buldu ve biz buna tanıklık eden dönemin figüranlarıyız.

Bu durumu Müslümanlar, "Ayasofya asıl kimliğine kavuştu" diyerek kutluyorlar.

Bu cümle doğru, fakat Ayasofya'yı tanımlarken bir arızaya da imza atılıyor.

Enteresandır, İslâm mâbetlerine "mescid" denildiği (denilmesi gerektiği) hâlde "cami" kelimesini kullanıyor, hattâ küçük İslâm mâbedine "mescid", büyük mâbede "cami", daha büyük mâbede "cami-i kebir" diyoruz.

Böyle bir sınıflama, bir İsrailiyat kategorizasyonundan ileri geliyor. Sinagog, havra, tempel, şapel, katedral veya kilise gibi toplantı öbeklerinin nüfuslarına göre yapılı bir küme işlemini biz de bu sınıflama ile yapmışız.

Hâlbuki Son İslâm Peygamberi Efendimiz (sav), Kendisi için yeryüzünün mescid kılındığını arz etmişken, ibâdete bakışı ve onu tanımlamayı bir kalabalıklık iştahına mahkûm etmişiz.

Batı dillerinde "cami" kelimesinin karşılığı "mosque" şeklindedir.

Hâlbuki "mosque", caminin değil, mescidin karşılığıdır. Çok küçük bir harf dizinine bakış dahi bu farkı fark ettirir.

Mescid ile secde kelimesinin akraba olduğunu biliriz. Ve biliriz ki, secde, Allah'a en yakın olunan rükûndur. Müslüman, mescidde Allah'ın huzurunda, O'na yakın olduğu düşüncesindedir. Peygamberî ölçüyle düşünen Müslümansa, daima, her an ve zeminde O'na yakın olduğu fikriyle takvâya en sıkı şekilde sarılandır.

Bu düşünceye akıl plânında yer vermeyen Müslümanın resmini çizelim şimdi de...

Salgın sürecinde kapanan camiler nedeniyle birkaç hafta boyunca Cuma namazına dahi gidemeyen cemaat (cuma, cami, cemaat/toplanma günü, toplantı alanı, topluluk), sosyal mesafe koşullu cami açılışı üzerine tuhaf bir toplantı düzeni aldı.

Rabbiyle sadece gölgelikte buluşabileceğini sanan mı ararsınız, sosyal mesafeyi düşünürken saf tutmaktan bîgâne kalan mı?

Konunun bir hazin ama gurur verici yanı da şu: Camide sosyal mesafeye aşırı dikkat etmek üzere saf tutmakta arıza çıkaranlar, buranın dışındaki bütün alanlarda alt alta üst üste olabiliyorlar. Demek ki cami kelimesi etkin değil Müslümanda, mescid kelimesi etkin...

İbâdetindeki saf dizinini bozan kimseden dil dizinini bozmaması beklenemez! Mânâyı kelimeden soyutlayan kimseden suyu, toprağı, tohumu, hayvanı insandan soyutlamaması beklenemez!

Yeni bir dil değil, yepyeni bir alfabe bile inşâ etsek, hakikatin yegâne dilinden uzaklaştırıyorsa derdimize çâre üretemeyiz.