Muhalif manipülasyon ve yurtdışı eğitim

“Hasta-hekim-devlet üçgeninde, ‘Hata nerede, kim suçlu, kimi asalım, kim gitsin, kim kalsın?’ diye uğraşmak yerine, bunun üçlü bir sacayağı olduğunun ve bir taraf eksildiğinde neler olacağının farkına vararak, kendimizi doğru ifade ederek ve önce sorunlarımızı doğru şekilde anlatarak (sosyal medyada değil), giderek değil kalarak, hastalarımızı kazanarak ve Devletimizin de tüm bu çabalara yüz çevirmeyeceğine inanarak, hekimlik onurunu koruyarak hareket edilmesi gerektiği kanaatindeyim.”

ÜLKEMİZDE resmî ve özel kurumlar tarafından yapılan araştırmalara göre, yurtdışında eğitim görmek isteyen gençlerin sayısı her geçen gün arttığına dair istatistikler yayımlanıyor. Özellikle muhalif medyanın temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp servis ettiği konulardan biri olan bu alan hakkında, yüzdelerin olduğundan fazla gösterildiği su götürmez bir gerçek.

Özellikle özel kurumlar tarafından yapılan araştırmalarda, ülke geneline dağılan kişi tercihleriyle yapıldığına dair bir kaynak gösterilmiyor. “Gençler eğitim için yurtdışını tercih ediyor” manşeti ile servis edilen muhalif haber sitelerinden yirmiye yakın istatistik (güya) beyanında ekonomik durum, şehir bilgisi, öğrencinin okuduğu lise gibi bilgilere yer verilmediği görülüyor.

Bu araştırmalarda, gençlerin üniversite eğitimi için yurtdışını tercih etme gerekçelerinin neredeyse tamamının yönlendirme barındıran sorularla yapıldığını, dolayısı ile muhalif politik kaygı barındırdığını iddia etmek yanlış olmayacaktır.

Kendi öngörüleri ile belirledikleri alanlarda, kendi tercihlerine yakın bireyler arasında gerçekleştirilmiş pek çok özel anket sonuçlarına göre ve Türk kültürünü asimile etmeyi vazife edinmiş, FETÖ gibi terör oluşumlarını destekleyen Spuntik ve benzeri haber kanalları, gençlerin yüzde 76’sının yurtdışında okumak istediğini belirtirken, yüzde 50’sinin mutsuz olduğunu, parasızlık ve işsizlikten şikâyetleri bulunduğunu iddia ediyor.

İşte tam burada hayli tutarsız bir durum ortaya çıkıyor! Döviz kurlarının anî yükselişi ile yurtdışı eğitim maliyetinin hayli yüksek meblağlara mâl olması kaçınılmazken, parasızlıktan ve işsizlikten ve dahi bu iki şarta bağlı mutsuzluktan şikâyet eden gençlerin her yıl 25-30 bin dolar gibi bir maliyet ile yurtdışına çıkma hayâlinin ayaklarını nasıl yere bastıracağı sorunu akıllara geliyor. Tabiî ezberci olmayıp düşünenler için…

Ve Türkiye’den eğitim için giden öğrencilerin yıllık 2 milyar doları öncelikli olarak ABD’ye (yurtdışı eğitim tercihi ile Türkiye 9’uncu sırada) ve Almanya’ya (11’inci sırada) götürüldüğü de bu istatistiklerde yer alıyor. Türk lirasına çevirdiğimizde Türkiye’de ekonominin kötü olduğunu değil, hayli iyi olduğunu ispatlamış olan muhalif kesime inanan kitlenin zekâ potansiyelini seyretmek hayli keyifli doğrusu.

Evet, hayâlleri dahi politik araç hâline getiren muhalefeti bir yana bırakalım ve kısaca ne olması gerekliliğine dair bir cümle kuralım: “İlim Çin’de de olsa ona talip olun. Çünkü ilim, her Müslümana farzdır.” (Beyhakî, Şuabu’l-İman-Beyrut, 1410, 2/253)

Bu hadîs-i şerifin izinde ilme yol almak ve ilim için yolculuk yapmakta bir beis olmadığını düşünenlerdenim. Hele alınan ilim sonrası vatanına dönüp hizmet edilecekse, bu durum benim için alkışı da hak eder.

Öte yandan, MEB ve YÖK gibi resmî kurumların resmi sitelerinde “uluslararası eğitim” için yardımcı olunacağına dair duyurular yer alıyor. Eğitim simsarlığı yapan dolandırıcı tacirlere uyarı ve burs desteğinden denklik meselesine dair hayli açıklayıcı bu metinler resmî olarak (Devlet kurumu/iktidar) Devlet’in kimseyi tercihinden dolayı yargılamadığını ve hatta gereken ne ise yapılması gerektiği gayretinden söz ediyor bize.

Bu konuyla ilgili kendi tecrübelerimden hareketle (öğrencilerim ve ebeveynleri), gençlerin yurtdışı eğitim tercihleri ile ilgili servis edilen haberler gerekçesiyle belirtilen artış nispetince endişelerin de arttığını sezinliyorum.

Her iki cihetten kısa bir resim çizmeye çalıştığım bu konuyla ilgili, vatanında tıp eğitimi almış, yine vatanının en uç noktası Hakkâri’ye tabip olarak atanmış gencecik bir doktorun objektif değerlendirmeler içeren mektubunu sizinle paylaşıyorum.

Sadece muhalif görüşe gönderme yapmak sığ bir yaklaşım olacağından, “Duman çıkıyorsa ateş vardır” diyerek, körüklemek yerine su taşımak gerekliliği ile ilgili makamların gayretlerine gayret eklemelerini umarak, dergimiz Kültür Ajanda’nın “Okuyucu Mektupları” sayfasına yazan genç doktorun bu konudaki olumlu-olumsuz görüş beyanının önemli olduğunu düşünüyorum.

Kırmızı çizgiler ve hekimlik onuru

“Ağustos ayının son günlerinde, uzun bir yolculuktan sonra memleketin en batısından en doğusu olan Hakkari Yüksekova’ ya ulaşmıştım. ‘Orası mı çıktı, tüh! Neyse, kısa kalır, gelirsin’ gibi moral verici (vermeyen) cümlelerin arasında cılız birkaç kişiden de ‘Ben orada çalıştım’ ya da ‘Yakın yerde çalıştım, şöyle yap’ gibi yol gösteren ifadelerin arasında yol bitti ve iş başı yaptım. 

Poliklinik odamın olmaması, cerrahi malzemelerin eksik olması, ‘Zaten buraya doktorların en kötülerini yolluyorlar’ algısı, benim ve tüm doktor arkadaşlarımın mücadele etmesi gereken ortak sorunlardı. Bazıları çabuk aşıldı, bazılarını ise aşmak için hâlâ çaba harcıyoruz.

Hızlı tanışma fasıllarının ardından işe koyuldum. Hastalarımın şikâyetlerini anlattıktan sonra, ilk cümleleri, ‘Hocam, Van’a mı gideceğim? Sevk yazabilir misin?’ şeklinde oluyor. ‘Tabiî sevk edilmesi gerekenleri sevk ediyoruz ama bu işlemi burada yapabiliriz, tedavini burada olabilirsin’ cevabının ardından dudaktan dökülen iki cümle şöyle: ‘Hocam, sen kendine güveniyor musun? Bu ameliyatı yapacak malzeme var mı?’ Bu noktada hastayı ikna etme ile ‘Aman, seninle mi uğraşacağım? Van’a git’ demek arasında ince gelgitler başlıyor zihnimizde. Dahası, altı sene tıp fakültesi eğitimi, arkasından tıbbî uzmanlık sınavı ve hâlâ devam ediyor mu bilmediğim gün aşırı ya da blok nöbetli asistanlık dönemi, çile ve ıstırapla dolu her doktor için ayrı bir hikâyesi olan bu eğitim sürecini hastaya anlatmaktan vazgeçtiğim ve ‘Al, sevkin’ dediğim noktada idareden, üst mâkâmlardan gelen yazı şu: ‘Çok fazla hasta sevk ediyorsunuz, bu hususta gereğinin yapılmasını rica ederim…’

Yeni bir ikilem daha başlıyor hastanede ya da hekimde: Tedavi olmak istemeyen bir hastanın istediği yerde ve istediği imkânlarda tedavi olmasını mı engelleyecektim? Operasyon kararı verdiğim hastanın da kabul ettiği durumda ise işler daha karışıyor. ‘Sen bu ameliyatı yapacaksın ama hastaya bir şey olursa mahkeme kapılarında uğraşırsın’ şeklinde başlayan, iyi niyetli ‘Başına belâ alma!’ ana düşünceli meslektaş telkinleri, ‘Kendine güveniyorsan yap’ tarzındaki hasta yakını baskıları, ‘Malzeme yok, bunları alamayız. Alsak bile gelmesi aylar sürer’ diyen idareciler… ‘Bir iş nasıl yaptırılmaz?’ın anatomisinde bu garip gerçekliğe şahit oluyoruz. Kantinde, doktor odasında, ayaküstü iki doktor arasında bile ilk cümlemiz şu: ‘Bu şartlarda nasıl doktorluk yapılacak?’

Daha da ilerisi de var: ‘Bizim muadilimiz bir doktor, Avrupa’da, Amerika’da şu şartlarda çalışıyorken, imkânları fazlayken, daha iyi maaş alıyorken neden duralım?’ Ev-araba almak, evlenmek için çabalayanların yanında, özellikle benim gibi yeni mezun uzman ve yeni mezun pratisyen hekimlerde yurtdışı sevdası tetiklenmesin mi?

Meslekî kaygılarımı ve yurtdışı fikrini sorguladım, ‘Devletimiz bize daha iyi imkânlar sağlayabilir mi?’ sorusu geldi önce aklıma. İçimdeki cevap ‘Evet’ idi. Doktorunu ülkenin en uç noktasına gönderen Devletimiz, onun teknik ihtiyaçlarını, vazifesini hakkıyla yapması için gerek duyduğu imkânı sağlayabilir, bu kudrete sahip.

Hekimlik, hocadan öğrenciye yani ustadan çırağa geçen bir sanattır. Bu sanatı hakkıyla icra edecek yetişmişlerin gelmesi için hocalara ihtiyaç vardır. ‘Devletim doktorlarına, öğrenci yetiştirmeleri, eğitim vermeleri, ameliyatlar yapmaları için daha iyi, maddî-manevî gelecek kaygısı ile hasta bakmadıkları bir ortam sağlayabilir mi? Evet! Fizikî şiddetten kurtarabilir, mobbingi engelleyebilir mi? (Buna benzer pek çok sorumun cevabı aynı:) Evet!

İğneyi kendime batırma sırası geldi: Gemi en küçük su alma tehlikesi yaşadığında onu terk etmeye kalkmak, bunu düşünmek doğru mu? Bizden önce bu topraklarda hekimlik icra etmiş insanlar çok mu iyi şartlarda vazife yaptılar? 14 Mart Tıp Bayramı hangi şartlarda ortaya çıktı?

Hekimlik, zoru görünce tası tarağı toplamak değildi ve bu topraklarda hiçbir zaman kolay olmamıştı. Hiçbir hekim, hele mesleğe yeni başlamış bizler, bu mesleği daha çok kazanç için yaptığımız algısına kaptırmamalıyız. Kendi içimizdeki bu yanlış anlama, dışarıdaki insanlara da sirayet ediyor ve ‘Doktor para için her şeyi yapar’ algısını doğuruyor. Her anlamda daha iyi şartlarda doktorluk yapmak hakkımız, ancak bunu yaparken gemiyi baltalamak yanlış! Bize güvenmeyen ve kapı kapı dolaşan bir hasta topluluğu ve ‘Bizi nasılsa dâvâ ederler/döverler’ diye düşünüp hiçbir şey yapmak istemeyen doktorlar hastaneleri doldurmakta.

Şuna karar verdim: Hasta-hekim-devlet üçgeninde, ‘Hata nerede, kim suçlu, kimi asalım, kim gitsin, kim kalsın?’ diye uğraşmak yerine, bunun üçlü bir sacayağı olduğunun ve bir taraf eksildiğinde neler olacağının farkına vararak, kendimizi doğru ifade ederek ve önce sorunlarımızı doğru şekilde anlatarak (sosyal medyada değil), giderek değil kalarak, hastalarımızı kazanarak ve Devletimizin de tüm bu çabalara yüz çevirmeyeceğine inanarak, hekimlik onurunu koruyarak hareket edilmesi gerektiği kanaatindeyim.” (Dr. Tayfun Çifteci, Hakkâri Yüksekova)