DÜNYA mağlûbiyet rekoru…
Bir parti var, bu rekor ona ait. Seçime giriyor, yeniliyor. Zaman geçiyor, yeni
bir seçim geliyor, tekrar yeniliyor.
Başındaki
zat ise her seçim sonrası çıkıp “başarılı olduklarını” iddia ediyor. Milletin
gözüne baka baka…
Hâlbuki
her seferinde birinci gelen partinin ancak yarısı kadar oy almakta.
Bunu
başarı sayıyorlar.
Yıllar
geçti, on yıllar geçti, durum değişmedi.
Karşılarında
başka bir parti var. Kurulduğu tarihten itibaren girdiği her seçimden birinci
çıkıyor.
Oyu
azalıyor, artıyor ama hep iktidarda.
En
yakın rakibinin iki katı kadar oya sahip.
Onlar
da kazandıkları bir seçimde şayet oyları birkaç puan düşmüşse, oturup karalar
bağlıyorlar.
Sandıktan
birinci çıkmalarına rağmen, dört koldan araştırmaya başlıyorlar.
“Nerede
hatâ yaptık? Oyumuz niye azaldı? Tekrar yükseltmenin yolları nedir?”
Fakat
diğerlerinin umurunda değil.
“Önceki
seçimden yüzde bir fazla oy aldık” diye kendilerini başarılı sayıyor, kutlama
yapıyorlar.
Dünyanın
başka bir ülkesinde böyle bir partiye rastlayamazsınız.
Normal
şartlarda, kaybeden çekilir.
“Başarılı
olamadım” der, efendice bırakır.
“Kim
iddialıysa, partiyi kim iktidara taşıyacaksa o gelsin” der, yere bakarak
uzaklaşır.
Çünkü
siyâsetin hedefi iktidar olmaktır.
Sürekli
muhalefette kalmak için siyâset yapılmaz. Yapılamaz. Şayet yapılıyorsa, ona
siyâset denmez, “siyasetçilik” denir. Evcilik gibi bir şey…
Bu
tablo, yıllardır gözümüzün önünde yaşanıyor.
Herkes
görüyor.
En
çok da o partiye gönül vermiş, her seçimde oy vermiş olanlar görüyor.
Kahır,
hep kahır…
*
Yaklaşık
kırk yıldır kamuoyu araştırması yapan Hakan Bayrakçı, katıldığı televizyon
programlarında bıkmadan usanmadan bu konuyu dile getiriyor.
“Dünya
mağlûbiyet rekoru” ifadesini söylemediği gün yok.
Fakat
bir işe yaramıyor.
Kendisi
de o partiye yakın.
Dışarıdan
bakınca, Hakan Bey genel başkan olsa, o partiyi çok daha iyi duruma getirir
diye düşünüyor insan.
Ne
var ki, dışarıdan bakanların düşünmesiyle bir yere varılmaz.
İçeriden
bakanların bile durumu farklı değil.
Delegelerin
çoğunluğu mağlûbiyet üzerine imza toplayıp kurultay istediğinde, genel merkez
bir kısmının imzasını geri çekmesini sağladı ve çoğunluk kayboldu.
Tekrar
denense, sonuç yine aynı olur.
*
Yıllar
öncesine ait bir hikâyedir…
O
partinin devamlı muhalefette kalmasına anlam veremeyen bir vatandaş, bir
milletvekili ile karşılaşınca sorar:
“Yahu
siz iktidar olmak istemiyor musunuz?”
“İstemez
miyiz” der vekil, “Elbette istiyoruz. Gece başımızı yastığa koyarken, aklımız
hep iktidara gelmekte. O tabloyu hayâl ediyoruz. Sonra bakıyoruz, iktidar
olmuşuz. Bakanlar kurulu oluşmuş, genel başkanımız başbakan koltuğuna oturmuş.
Ülkenin sorunlarıyla yakından ilgileniyoruz”…
-Eee?
-Derken, kan ter
içinde uyanıyoruz. Bir bakıyoruz ki yataktayız. “Çok şükür rüya imiş” diyerek
sevinç ve mutlulukla güne başlıyoruz. Yaşasın muhalefet!
Bu
hikâyenin yıllar öncesine ait olduğunu söyledik ama vaziyet değişmiş değil.
Bilakis
daha koyu çizgilerle belirgin hâle geldi.
*
“Mesleğinde
başarılı olan yükselir” diye bir genel kabul vardır.
Acaba
gerçekten öyle mi?
Bazen
tersi de mümkün.
Bir
kişi, işini o kadar iyi yapar ki, o işi ondan daha iyi yapacak birini
bulamazsınız.
Dolayısıyla
terfi şansını kendi eliyle yok etmiş olur.
Tersine
örnekler de çoktur.
Kendisine
verilen işi lâyıkıyla yerine getiremeyene başka bir iş verilir. Böylece
yükselenler gördük. Şaka gibi ama gerçek.
Sözünü
ettiğimiz parti sürekli muhalefette kalıyorsa, acaba başarılı olduğu için mi,
başarısız olduğu için mi?
*
Muhalefeti
iktidara getirecek olan, projelerdir.
Millet
bakar, beride iktidar çalışıyor, bir şeyler yapıyor ama öte yanda muhalefet çok
daha gayretli.
Birbirinden
önemli projeler hazırlamış. Gece gündüz çalışmış, ülkenin sorunlarına yönelik
fikirler geliştirmiş. Ülkeyi hızla kalkındıracak, ileri götürecek düşünceleri
var. Üstelik hayâl mahsulü değil, ayağı yere sağlam basıyor.
“Bunlar
yönetime gelirse çok daha iyi olur” diye düşünen seçmen, gider, mührü basar.
Sandıktan
çıkana kimsenin itirazı olmaz. (Olmaması gerekir.)
Peki,
gerçekte durum böyle mi?
Ne
gezer?
Tam
tersi!
İktidar
koşturuyor, yirmi dört saat çalışıyor. Başta, koşan ve koşturan bir adam var.
Yirmi yıl öncesiyle bugünün mukayesesi yapılınca, iftihar vesilesi tablolar
ortaya çıkıyor.
Muhalefet
ise sürekli itiraz, sürekli yalan, sürekli iftira…
Tam
bir yıkım siyâseti içinde!
“Yakarım,
yıkarım”…
“El
koyarım”…
“Büyük
projelerin hepsini durdururum”…
“Alacaklarınızı
ödemem”…
“İptal
ederim”…
“Kovarım”…
“180
derece tersini yaparım”…
Yetmezmiş
gibi bir de bölücülerle kol kola… Teröristlerle el ele… Aradan su sızmıyor.
Ülkenin
hayrına bir tane dişe dokunur fikir yok.
İlâç
niyetine arasak bulamayız.
Böyle
bir manzara karşısında, sandıktan çıkmayı beklemek hayâl bile edilemez.
Onlar
da etmiyor zaten.
Ümitleri
zinde güçlerde.
Ve
bu ayıplı, kusurlu, kanserli ümidi içlerinde tutmayıp dile getiriyorlar
utanmadan.
Zinde
güçler müdahale edermiş falan fistan…
İşte
muhalefetin muazzam projeleri bunlar!
Maalesef
görüyoruz ki, iki gram olsun haysiyet de yok!