Muhalefetin hâl-i pürmelâli

Sair genel başkanlarının dünya görüşleri kimi zaman demokratik soldur, kimi zaman ortanın solu, kimi zamansa bilimsel (!) sosyalizm türü renklerdir; ancak hiçbir CHP Genel Başkanı, Türkiye’yi başkalarına jurnalleyecek kadar zıvanadan çıkmamıştır. Özellikle o meşhur “kaset kumpasından” sonra FETÖ’nün arka bahçesi olan parti, âdeta kimlik değiştirmiştir.

YETMİŞLİ yıllarda siyasetin renkli simâları belli idi. Bazı yazarlar o günkü siyâsî parti genel başkanlarının hâllerine göre, takip ettikleri siyâsî veya ideolojik sapmalara, hâricî görüşlerini dikkate almak merkezli yazılar ve ona göre benzetmeler yaparak siyâsî yazılar kaleme alıp bilâhare onu basılı kitap hâline getirirlerdi.

Uğur Tekin Bey de, müteveffa Bülent Ecevit hakkında, “Ecevit’in Günah Galerisi” adlı iki ciltlik bir eser yazmıştı.

Naçizane öğrencilik yıllarımıza tekabül eden zaman dilimi idi bu vakit.

Özetle, yazılanların konu başlıkları şunlardı:

“Ecevit, solun hepsine hâkim midir? Sola tam mahkûm mudur? Ecevit, ortanın solunda mıdır? Bilimsel sosyalist midir? Ecevit, demokratik solda mıdır? Marksist-Leninist midir? Ecevit, dünkü fikirlerinde mi samîmidir? Bugün geldiği çizgide mi daha güven vericidir?”

Konunun bamteline geçmeden önce belirtmeliyim ki, gençlik yıllarımızda Marksist/Leninist hareketlerin Türkiye’deki hâmisi CHP ve lideri de Ecevit idi.

Milletimizin âli kültürü ve mukaddes değerlerimiz aleyhine olan hâlleri, “demokratik sol” söylemi ile anlatılıyordu. O yılları yaşayanlardan biri olarak neler çektiğimizi Allah (CC) bilir. Bu ayrıca uzun bir yazı konusu olduğundan, değinmenin yeri ve zamanı da değil diye düşünüyorum.

***

Genelde muhalefetin, özel olarak CHP’nin bugünkü hâli ve dahi lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun tenakuzlar ummanı hacmindeki konuşmaları hakkında “günah galerisi” değil, herhâlde “Mescid-i Dırâr”* dense evlâdır. Hâlihazırda Kılıçdaroğlu’nun riyâsetindeki ana muhalefetin görevi(!) ve de Dîn-i Mübîn-i İslâm ile ümmet-i Muhammed’e (sav) revâ gördüğü muamele, binlerce cilt esere, kamyonlar dolusu film şeridine sığmaz.

Türkiye’de siyâsî partilerin doğuşuna ve “muhalefet” kavramının neleri ihtiva ettiğine bakalım…

***

İlk Türk parlamentosu, “Meclis-i Umûmî” (Genel Meclis) adı altında ve iki dereceli bir parlamento olarak 20 Mart 1877 tarihinde çalışmalarına başladı. Yasama görevini üstlenen meclisler, 1876 Anayasası’na göre Ayan ve Meclis-i Mebusan adı altında oluşturulmuşlardı.

İki dereceli seçimler sonucu oluşan “Heyet-i Mebusan” veya bazen ifade edildiği gibi “Meclis-i Mebusan”, 69’u Müslüman ve 46’sı gayr-i Müslim 115 üyeden oluşuyordu.

Tarihten kısa bir not: Genel Meclis’in çalışmaya başlamasından kısa bir süre sonra, 23 Nisan 1877’de Rusya, Osmanlı Devleti’ne savaş açtı. Savaş sırasında, millet temsilcilerinin hükûmeti eleştirmeleri ve sert çıkışları karşısında Heyet-i Mebûsan, 28 Haziran 1877’de Padişah tarafından dağıtıldı. Ardından yapılan seçimler sonucu 13 Aralık 1877’de, Türk tarihinin İkinci Millet Temsilcileri Meclisi toplandı.

Ancak Rus Savaşı’nın kötü bir şekilde gelişmesi üzerine, bu yeni Meclis de 14 Şubat 1878’de Padişah tarafından tekrar dağıtıldı.

Dönemin padişahı olan İkinci Abdülhamid Han, 1878’den 1908 yılına kadar meclisi toplamadan ülkeyi idare etti.

Meclis-i Mebusan’ın bir kısmına baktığımız gayr-i millî halleri, bugünkü muhalefete ne kadar da benziyor, değil mi? Zaman farklı olsa da garez aynı!

***

“Bu CHP’nin muhalefeti nereye gidiyor?” sualine cevap vermek için çok partili hayatta (!) CHP’nin serencâmını bilmek icap eder.

1924’ten sonra kurulan çeşitli fırka (parti) hareketleri ile birkaç gayr-ı muvafık teşebbüs ve 1946’da yapılan “açık oy, gizli tasnif” garabetinden sonra, 1950 yılında yapılan ve CHP’nin muhalefette kalıp oyunbozanlıklara başladığı çok partili yıllarda, genelde muhalefet CHP’dir.

Yapılan propaganda, “Memleket battı, öğrenciler kıyma makinasında kıyıldı” gibi yöntemlerle yapıldı.

Askerî vesayetin on yılda bir müdahalesinin sonrasında sivil iktidarların çoğunda CHP muhalefette kaldı. Bu durum, âdeta bir çelişkiler laboratuvarı gibidir. Zira daima askerin müdahalesinden medet umar olmuştur. Lâiklik bu dönemde din tasavvuru hâline getirilmiş, millî ve İslâmî hassasiyeti olan kurum ve kuruluşlarsa hep töhmet altında kalmışlardır.

“Lâiklik elden gidiyor, vatan bölünüyor” paranoyası, iktidarların başlarında Domekles’in kılıcı gibi sallanmaktadır.

***

Kazâra arada bir iktidar olan CHP’nin karnesi zayıflarla doludur. Ancak hiçbir dönem, şimdiki CHP ve kasetle genel başkan mâkâmını işgal eden Kılıçdaroğlu dönemindeki hezeyanlarla mukayese edilemez.

Sair genel başkanlarının dünya görüşleri kimi zaman demokratik soldur, kimi zaman ortanın solu, kimi zamansa bilimsel (!) sosyalizm türü renklerdir; ancak hiçbir CHP Genel Başkanı, Türkiye’yi başkalarına jurnalleyecek kadar zıvanadan çıkmamıştır. Özellikle o meşhur “kaset kumpasından” sonra FETÖ’nün arka bahçesi olan parti, âdeta kimlik değiştirmiştir.

Kürtçülükte başrolde, Gezi Kalkışması’nda önde, 17-25 Aralık operasyonunda FETÖ’nün sözcüsü, 15 Temmuz’da tankların gölgesinde ve bilâhare Pensilvanya’dan aldığı talimat üzere “Kontrollü darbe” ifadesini manşet yapma yarışının maratoncusu CHP, sayelerinde âdeta sosyal medya denilen fitne tezviratın membaı hâlini aldı.

Ümmet-i İslâm için gönül coğrafyamızı saran ihanet çemberini kıran Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Barış Pınarı ve Bahar Kalkanı Harekâtlarının şedit muhalifi oldular. Frenk illerinin sözcüsü, okyanus ötesinin müdavimi, Esed ve Sisi’nin gönül dostları oldular.

Bir liste yapılsa kaç cilt kitap olacağı Allah-u âlem…

Zaten TV kanalları siyâsî belgesel yapmak için fazla yorulmuyorlar. Siyâsî tarih yazacak akademisyenler için de bulunmaz bir karîneler deposu hâline geldiler.

***

CHP muhalefeti bir başka şey daha yapıyor: Yanına hempalar da alarak, kulağa hoş gelen ittifaklardan bahisle, sürekli kara propaganda şablonu olarak “Yandık, battık, kül olduk” diyor. Aklı başında oldukları zannedilen kimi ortakların da bu koroya dâhil olmaları gönül kırıyor.

Hâricî ülkelerden de ortaklar bulmaya başladılar. Asrımızın modası olan algı operasyonlarının âdeta gediklisi ve tescilli abonesi, TBMM’de kavganın plânlayıcısı ve en mühimi de (affedersiniz) “belden aşağı” edebiyatının mucidi, sahte belgelerin şampiyon göstericisi olmuşlardır.

Bütün bunların sebebi, “bir kara sevdâya” tutulmuş olmaları mı? Devlet Başkanımıza olan kinlerinden dolayı…

Neronvâri bir edâ ile ülkeyi yakıp balkondan seyretmeyi marifet belliyorlar. Hak adına bir kelâm söyleyemiyor, dış ülkelerle olan diplomatik meselelerde, “Yeter ki Türkiye kaybetsin!” gözüyle izliyorlar.

Protokol ve Devlet âdâbından bîhaber olunca, kesme görüntülerden dahi siyâsî rant devşirmeye çalışırlar.

***

Dillere pelesenk olan haklı bir kelâm var: “Birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz demde…”

Maalesef muhalefet, özelde CHP, hakkın cephesine ok atan bedbaht tirendaz olmuştur. Türkiye’nin millî bir muhalefete ihtiyacı vardır; bu bir mecburiyettir!

Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’ân’a) sımsıkı sarılın! Parçalanıp bölünmeyin! Allah’ın size olan nimetini hatırlayın! Hani sizler birbirinize düşmanlar idiniz de O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O’nun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de O sizi oradan kurtarmıştı. İşte Allah, size âyetlerini böyle apaçık bildiriyor ki doğru yola eresiniz.” (Âl-i İmran, 103)

Vesselâm…