TÜRKİYE’deki muhalefet tarzını millîleştirmek gereğinden
bahsettik sürekli. İktidarın, yerli ve millî teknoloji hamlelerinin arasına
muhalefeti de alması ve onları da yerli ve millî politikalar üretmeye zorlaması
ne güzel olurdu aslında. Bize de muhalefete muhalefet etmekten fazlası düşerdi
belki o zaman…
2020 yılında 95 makale yazmışım. Yaklaşık 75’i
muhalefeti eleştirmek maksadını aşamamış. Dördü Çanakkale olmak üzere sekiz
yakın tarih, on bir Korona, iki de Hükûmet’i eleştiren yazı sıkışmış araya,
hepsi bu…
Hâlbuki iktidarının ilk on yılında, Hükûmet’in icraatı
yazılır çizilirdi daha çok. Muhalefet de daha ziyâde bu icraat üzerinden
yapılır ve sonuçlar tartışmaların önüne geçerdi genellikle. Aslında son on
yılın icraatı ilk dönemden daha az değil. Hattâ ilk dönemde başlamış birçok
projenin meyvelerinin toplanmaya başladığını da görebiliyoruz artık. Ama her
nedense Hükûmet’in yatırımları, üretimleri konuşulmuyor son dönemde. Geçtiğimiz
Cuma günü de yazmıştım; CHP, gündemi belirleyen parti oldu. Bu gerçeği es
geçtiğimiz ya da kabul etmemekte direndiğimiz sürece gündem belirleyici de
değişmeyecektir.
3 Kasım 2002 Genel Seçimlerinde yüzde 34,28 oranında
oy alarak tek başına iktidara gelmişti AK Parti. 22 Temmuz 2007’de yüzde 46,58;
12 Haziran 2011’de ise yüzde 49,83 oy alarak tek başına iktidar geleneğini
siyâsî tarihimize yerleştirmesi tesadüf değildi. O zamanlar da iktidarın
yaptıkları ve yapmadıklarına muhalefet ediliyordu. Ne var ki iktidar,
yaptıklarından aldığı doğru sonuçları seçimlerde oy hânesine artı olarak
yansıtabiliyordu. Bunun bence en büyük sebebi, iktidarın icraat tanıtımı ve
muhalefete muhalefet etmesindeki yöntemdi.
2014 yılı hem Türkiye, hem de AK Parti için bir
dönemin sonunu oldu. 10 Ağustos’taki Cumhurbaşkanlığı Seçiminde, Türkiye’nin
halkoyu ile seçilen ilk Cumhurbaşkanı oldu Recep Tayyip Erdoğan. Bu, Meclis
çoğunluğu bulunamadığı için cumhurbaşkanı seçemediğimiz dönemlerden “367” garâbetine,
oradan da cumhurbaşkanının adına uygun olarak cumhur tarafından seçilmesine
uzanan meşakkatli bir yolun mucizevî sonucuydu. Yeni anayasa yapılamasa da
kapsamlı bir Anayasa’da değişiklik ile Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sisteminin
kabulüne kadar geçen yaklaşık üç yıl boyunca, genel başkanlığı kuruluşundan
sonra ilk defa Erdoğan dışında isimlere teslim eden AK Parti için de yeni bir
dönemdi bu.
AK Parti’nin ikinci Genel Başkanı sıfatıyla katıldığı
7 Haziran 2015’teki ilk seçimde hüsrana uğrayan Davutoğlu yenilenen 1 Kasım
seçimlerinde 2011’deki oranı yakalamış olsa da parti içinde Erdoğan’ın etkisi
devam ediyordu. Erdoğan, bugün “tarafsızlık” üzerinden yaşanan tartışmaların
belki de âlâsını hak edecek bir anlayış ile oturdu Cumhurbaşkanlığı mâkâmında.
İşte bu dönem, Erdoğan’ın kendini ispat ve kabul
ettirme dönemi olarak adlandırılabilir. Meşruiyeti, partili gibi davranarak
seçimlere müdahale etmesi, mitinglere katılması üzerinden çok tartışıldı. O da
bütün bu tartışmalara, zaman zaman dilini de sertleştirerek misliyle katıldı.
Amaç, 16 Nisan 2017’deki Anayasa değişikliği ile ilgili referandumun doğuracağı
“Partili Cumhurbaşkanı” kavramına alıştırmaktı belki de vatandaşı.
Sebep ne olursa olsun, sonuç olarak iktidar ve
muhalefet arasında yaşanabilecek en sert tartışmalara, siyâset üstü ve siyâseten
tarafsız olması gereken cumhurbaşkanı ile muhalefet arasında şâhit oldu
Türkiye. Bu hatâydı bence. 2015’teki ilk seçimlerde şehir şehir dolaşan
Erdoğan’ın yenilenen seçimde neredeyse meydanlara çıkmamasının ardından 9 puan
fazla oy alınması, AK parti seçmeninin de bunu hatâ olarak gördüğünün göstergesi
olarak kabul edilebilir herhâlde.
(Daha önce defalarca yazdığım gibi, iki seçim
arasındaki fark, Davutoğlu’nun başarısı değil, Erdoğan’ın taktiksel
değişikliğidir.)
2017’deki referandumu ve ardından 24 Haziran 2018’deki
birleştirilmiş seçimlerde Turgut Özal’dan beri beklediğimiz başkanlık sistemine
geçerken yanında MHP vardı artık AK Parti’nin. Erdoğan, sonuçları tek başına
iktidar olarak gerçekleşmiş olsa da Devlet Bahçeli’nin oylarına ihtiyaç
duyuyordu artık. Bir ittifak kurmak, muhtaçlık göstergesi olmak zorunda değil
elbette. Ancak gerek referandum, gerekse de Cumhurbaşkanlığı Seçimlerindeki ilk
tur başarısı MHP’nin tabanından gelen oylarla kolaylaşmıştı.
2014’te başlayan Cumhurbaşkanlığı dönemi, Erdoğan’ın
içeride izlediği siyâsî rekabetin yol haritasında da değişikliğe yol açtı. O
günden beri AK Parti değil, Erdoğan tartışılır olduğu için, savunma refleksleri
de ona göre gelişti, hattâ değişti. Cumhurbaşkanı Erdoğan, hem eski, hem de
yeni sistemde yürüttüğü Cumhurbaşkanlığı süresince muhalefet liderleri ile
basın ve kürsü üzerinden amansız bir kavganın içine soktu kendisini.
Hâlbuki, yukarıda oy oranlarıyla da anlatmaya
çalıştığım gibi, AK Parti siyâseti yıkmak, kırmak, kavga etmek üzerine değil de
icraatını anlatmak üzerine kurulu olduğu dönemde, toplumun teveccühü sürekli
artmıştı. Zira vatandaş, kendi yararına yapılan icraat ne kadar aklında kalırsa
iktidarı o kadar desteklemesi gerektiğini biliyordu.
Ne değişti peki? AK Parti icraat partisi olmaktan
çıkıp da eski model siyâset yapan partilere mi benzedi?
Ne değişti?
Aslında bu sorunun cevabını siyâsetin içinde ve
gelişmeleri takip eden herkes çok net bir şekilde “İcraat noktasında değişen
bir şey yok” diye cevaplayabilir.
AK Parti, Cumhuriyet tarihinin en çok yatırım yapan,
en çok politika ve proje üreten partisi olma hüviyetini devam ettiriyor. Bu
özelliğinde 18 yıldır bir değişiklik olmadı. İçeriden ve dışarıdan ne kadar
baskı, ne kadar engelleme olursa olsun, üreten ve Türkiye’yi büyüten parti
olmaya devam etti AK Parti. Zaten muhalefet dâhil, hiç kimse “Erdoğan iş
yapmıyor” eleştirisi getiremiyor. Son gelişmeler de gösterdi ki, Türkiye’nin
muhalefeti, Erdoğan’ın şahsî kimliği üzerinde yoğunlaşmış durumda.
Daha önceleri “Ağzıyla kuş tutsa bu hükûmeti
alkışlayacak değiliz” diyen zihniyet, bugün AK Parti’nin ilk on yılındaki
görüntüyü överek anlatmaktan çekinmiyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti ilk on yıldaki
görsel çizgisine dönse, “İşte böyle, aferin!” demeyeceklerini biliyoruz
elbette. Ama artık muhalefetle kavga etmekten kaçınmakta fayda olduğunu
düşünüyorum. Her gün seçim varmış gibi bir siyâsî kavga ortamını vatandaşın
benimsemediği aşikâr. Kavgayı kışkırtanın muhalefet olduğunu söylemekse sonucu
değiştirmiyor.
Doğrudur, tatsız tartışmalar her zaman muhalefetin
söylemleriyle ateşleniyor. Ancak bundan nemalanan da sürekli muhalefet oluyor.
Son yazımda dikkat çekmek istediğim gibi, gündem de bu kavgalar üzerinden
belirleniyor. Tamam, muhalefet ne derse eyvallah edecek, susup işimize bakacak
değiliz elbette, ama verdiğimiz cevapların tonunu miting konuşmaları
seviyesinde tutar ve icraat anlatmaya ayırdığımızdan fazla süreyi “Bay Kemal’le”
uğraşmaya ayırırsak, AK Parti’ye oy vermesini beklediğimiz kitlenin aklını
başına getirmeye fırsat bulamayabiliriz.
2018 seçimlerinde, bir önceki seçime göre 7 puan kayıp
yaşanmasının sebebini kimsenin eksik icraatla anlatamamasının sebebi de budur.
2023’e doğru yaklaşırken aynı tehlike büyüyerek devam
ediyor. Dünyada tüketimin azaldığı, üretim ve yatırımların da neredeyse durduğu
2020 yılında bile Erdoğan hükûmetinin neler yaptığından bîhaber milyonları
haberdar etmek lâzım.
MİT’e ait iki yeni hizmet binası, bir üniversite ve
bir üniversite külliyesi, bir atletizm pisti, bir meydan ve 10 yeni millet
bahçesi inşaatını tamamlamak Kovid-19 senesinde nasip oldu.
TSK’ya kazandırılan iki büyük tesis, 52 hidroelektrik
santrali ve yüzlerce fabrika açılışı da bu dönemde yapıldı.
3’ü acil durum, biri üniversite, 5’i şehir hastanesi
olmak üzere 12 sağlık tesisini açmak, 13 ulaşım projesinin bazılarına başlayıp
bazılarının da açılışlarını yapmak, 7 baraj ve sulama projesini hayata geçirmek
de 2020’nin yatırımları arasındaydı.
Siber Saldırılara Müdahale Merkezi’nden yerli solunum
cihazı üretimine, TÜBİTAK Mükemmeliyet Merkezi’nden ilk millî helikopter
motoruna kadar sayısız teknoloji merkezi ve gelişmeye imza attı Hükûmet bu
dönemde.
Pandemi sürecinden etkilenen vatandaşlara yapılan 45
milyar TL nakit, işverene sağlanan kredi, kredi ve borç erteleme, SGK
primlerinde destek gibi milyarlarca TL’lik ek gider ve 156 ülkeye yapılan tıbbî
malzeme yardımı da cabası...
Yeşilin değerini en çok anladığımız dönemde, 410
milyon ağaç ve fidan dikildiği gerçeği ise “yatırım” denince akıllara bile
gelmedi belki.
2020’nin en akılda kalıcı iki icraatı ise herhâlde
Ayasofya’nın yeniden cami olarak ibadete açılması ve Karadeniz’deki doğalgaz keşfi
olarak sayılabilir. Buna ilâveten Azerbaycan’daki Türk zaferini de sayabiliriz
belki. Sadece bu üçü bile bir iktidarı ilk seçimde uçurmaya yetecekken, AK
Parti’nin Cumhur İttifakı’nı güçlendirme çabaları sadece daha geniş bir
mutabakat arayışıyla açıklanamaz. AK Parti maalesef oy kaybediyor. Yaptıkları
ya da yapmadıkları için değil, kendini anlatamadığı için oy kaybediyor.
Senelerdir kendini anlatmak için harcadığı enerjisini artık muhalefete lâf
yetiştirmek için kullandığı için oy kaybediyor.
Bu her kademede böyle maalesef! Sokaktan başlıyor, sosyal
medyada büyüyor, yazılı ve görsel medyada gelişip teşkilâtlarda uykuya dönüşse
de tepede hâd safhaya ulaşıyor. Bu da seçmen tercihlerine olumsuz yansıyor. Ve
bugünkü tablo, 2023 için hiç de iç açıcı görünmüyor!
O hâlde, bugünden tezi yok, siyâsî kavga ortamından
nemalananların tuzağından kurtulmalı, eskiden olduğu gibi icraatımızla gündem
belirlemeli, muhalefetin kendi rezilliklerini örtmek için ürettiği suni
gündemlerin rüzgârına kapılmamalı ve her yaptığımızı bıkmadan ve usanmadan,
halkın gözünün içine sokup zihinlerine kazımalıyız. AK Parti ve Erdoğan’ın,
aynı hızla hizmet üretip Türkiye’nin dünyadaki marka değerini yükseltirken,
kendi oylarının düşmesine seyirci kalması düşünülemez.