TEKNE kazıntısıydı. Anasının
son goncası… Kendinden evvel doğanlar evlenerek evden ayrılmış, sıra kendisine
gelmişti. Eşe dosta haber salan annesi, bu talebini oğluna da duyurdu, “Gözüm
arkada kalmasın ana kurban, dünya gözüyle mürüvvetini görmek istiyorum” dedi.
Kendisi, oğlu ve oğlunun arkadaşları elbirliği içinde “kız” aramaya başladılar.
Aranan gelin adayı Ankara’da bulunmuştu.
Soğuk bir kış sabahında Ankara’nın eski otogarına
indiklerinde, onları karşılayan arkadaşı direksiyonu kendi evine kırmış,
nimetlerle donatılan sabah kahvaltısında Ankara’ya geliş gayelerini sorunca
utana sıkıla durumu izah etmişti.
Gün içinde birkaç yere uğradıktan sonra müstakbel
gelin adayının evine doğru yola çıktılar. Selâm verip girdikleri evde sıra dışı
bir hareketlilik vardı. Kısa bir tanışma faslının ardından konuya geçildi. Başa
baş yapılan ön görüşmede, “Ben çocukları severim, bir düzine çocuk isterim”
deyince gözleri fal taşı gibi açılan gelin adayı, şaşkınlıktan tepki dahi
verememişti.
“Ziyaretin kısa olanı makbuldür” diyerek müsaade
isteyip kalktılar. Annesi ayakkabılarını giydi ve kapı önünde duran kısa boylu,
sarışın, gözlüklü ve takım elbiseli adama, “Allah’a ısmarladık” deyip oğlunun
koluna girerek merdivenlerden indi.
Dışarı çıkar çıkmaz, “Anne, beğendin mi kızı?”
diye sordu. Annesi, “Oğlum, kayınpederini, kayınvalideni çok beğendim, kanım
çok ısındı” diye cevap verdi. Bu ve benzer soruları “usûlden” olsun diye değil,
bir geleneğin parçası ve meşverete olan inancından dolayı yakın çevresine de
soracaktı.
Kararında iki kişinin söylemi etkili oldu. Annesi
ve işyerindeki arkadaşının, “Elini öpebileceğin bir kayınpederin var mı?”
sorusuna “Evet, var!” demesiyle, “O hâlde ‘Evet’ diyebilirsin!” dedi. O da öyle
yaptı ve sabit telefonun başına geçerek cevaplarının müspet olduğunu bildirdi.
Gümüş yüzük
Aile fertleri tam takır Ankara’daydı. Girdikleri
evde ilkinden daha kalabalık ve heyecanlı bir kitle ile karşılaştılar. Elini
öptüğü adama herkes “Müdür Bey” diye hitap ediyordu. Kısa sürede sebebi
öğrenildi. 30 yılı aşkın süre hizmet ettiği PTT’den müdür kadrosuyla emekliye
ayrılmıştı. Giyim kuşamına aynı titizlikle devam ediyor, sinekkaydı tıraşı ve
kravatıyla dikkat çekiyordu. Ertesi gün nişan alışverişine çıktılar. Müdür Bey
nasıl bir şey istediğini sordu damada. “Gümüş olsun” cevabını alınca, kuyumcuya
gerekli ödemeyi yaparak alışverişi tamamladılar.
Düğün dernek dört ay içinde yapılmış, ertesi yıl
da bir kız torunu müjdesi vermişlerdi. Gurbetteki görev süresini tamamlamayan
damadı, kızı ve torunuyla Ankara’ya dönmüş, aynı siteyi paylaşmaya başlamıştı. Keyfine
diyecek yoktu.
Dost meclislerinin aranan ismiydi
Onu gergin görmek neredeyse imkânsızdı.
Alabildiğine müşfik ve merhamet doluydu. Uzun süreli küs kalmaz, uzatılan eli
geri çevirmez, verilen selâma da kayıtsız kalmazdı. Olduğunda şükreder,
olmadığında ise kanaat ederdi. İktisatlı, bir o kadar da cömertti.
Mesai yaptığı vali, kaymakam, belediye başkanı, hâkim, savcı ve
müdürler, eşleriyle beraber evinin müdavimleri arasındaydı. Neşeliydi ve onunla sohbet etmekten keyif alıyorlardı. Hangi konuda
olursa olsun, dilaltında sakladığı bir fıkrası illâ ki vardı.
Yıllar evvel geçirdiği trafik kazasından şans
eseri sağ kurtulurken, kırılan kolu ve ayağının iyileşmesi için bir dizi
ameliyat geçirmişti. Yürümekte ve uzun süreli ayakta durmakta zorlansa da
oturarak namaz kılmaktan imtina ediyordu.
“Kulaklarım bir düdüklü gibi çınlıyor!”
İşitme kaybı yaşamaya başlamıştı. “Baba, sana
biyokulak alalım mı?” önerisini, “Hayır, ben böyle rahatım! Gıybet edenleri
duymuyorum” diyerek geri çevirmişti.
Borcuna ve sözüne sadıktı. Ne pahasına olursa
olsun gecikme yaşatmaz, vaktinde ödemesini yapardı. Sadece borcuna değil,
fatura ödemelerine de dikkat gösterir, zamanında öder, faizden kaçınırdı.
Hayatında bir kez olsun kredi kartı kullanmamıştı. Aynı hassasiyeti beş vakit
namaz için de gösterir, namazlarını cemaatle eda ederdi. Her zamanki gibi o
sabah da “Ya Allah, Bismillah!” diyerek
yatağından doğruldu, “Avniye Hanım, kalk!” diyerek eşini uyandırdı ve gitmek
üzere evden çıktı.
Genç çift, çalan kapı ziliyle uyandı.
Karşılarında heyecandan kalbi yerinden fırlayacak olan eşinin kuzeni Dilek
duruyordu: “Enişte koş, yengem ölüyor!” Üzerindeki pijamaya aldırmadan J Blok
Numara 3’e koştu ve yerde boylu boyunca yatan kayınvalidesini gördü. Nefes
almakta zorlanan kadıncağıza, ilk yardım kursunda öğrendiği metotları
uyguladıktan sonra 112’yi aradı ve kayınpederini sordu.
Camiye, oradan da hesabına yatan emekli maaşını
çekmeye gittiğini öğrendi. Dışarı çıkıp bankamatik güzergâhına doğru ilerledi.
Çok geçmeden başında şapkası, elinde bastonu ve üzerinde kahverengi takım
elbisesiyle kayınpederi görünmüştü. Alacakaranlıkta damadıyla karşılaşan adamın
dudakları kurumuş ve kalp çarpıntısı artmıştı. Kötü bir şey olduğunu sezinleyen
Müdür Bey’e, “Baba, korkma! Anne hasta…” demeye kalmadan, “Yoksa öldü mü?” diye
tepki verdi. “Yok baba, ambulans çağırdık, hastaneye götüreceğiz!” diye teskin
etti.
Ayağındaki sakatlığa aldırış etmeden hızlı
adımlarla eve yöneldi. Nefes nefese kalmıştı. Sedyeye doğru eğildiğinde
gözünden inci gibi yaşlar dökülmeye başlamıştı. Daha fazla dayanamayıp o da
eşlik etti Müdür Bey’e.
Zamanında yapılan müdahale ile kayınvalidesi
hayata tutunmuştu tutunmasına ama o sabah, hayat arkadaşının geçirdiği şeker
komasından sonra önlüğü beline geçirerek mutfağa girmişti. Eli lezzetliydi.
Onun yemeklerini ve tatlılarını yiyenler önce tarif, bununla yetinmez bir de
kurs alırlardı.
Vefa abidesi tonton dede
Eşinin ilaçlarını tam ve vaktinde almasını
sağlar, günde iki kez insülin iğnesini yapardı. Ne de olsa askerliğini sıhhiye
eri olarak tamamlamıştı. İyi ve kötü günde, eşinin dostunun yanında yer alırdı.
Kolay kolay kızmaz, kızsa da belli etmez ve bunu dillendirmezdi. 50 yıllık
hayat arkadaşına ve oğluna ara sıra şaka yollu sarf ettiği “Serseri!” haricinde
tek kötü söz söylemezdi.
Yaşlı çiftin en büyük neşe kaynağı, bir kız, iki
oğlundan olan yedi torununu bir arada görmekti. O yüzden okulların tatile
girmesini iple çekerlerdi. Torunlarına karşı derin bir muhabbet beslerlerdi.
Önce başlarını ve yanakların okşar, sonra da alınlarından öperlerdi.
Birbirini kovalayan seneler ve ikinci kaza
Bastonla olan dostluğu her geçen gün artmış,
gözünden de küçük bir operasyon geçirmişti. İlerleyen yaşına rağmen
misafirlerine karşı tutumunda en ufak bir değişiklik yoktu. Eskisi gibi ayakta
fazla duramıyor, ağır şeyler kaldıramıyordu. Evin ihtiyaçlarını da günlük
karşılıyordu. Sevdiği lezzetlerin başında gelen çiğ köfte, künefe ve içli
köfteyi ise damadına havale etmişti.
Banyoda ayağı kayıp düşmüştü. Geçirdiği ikinci
kaza, geri kalan ömrünü sıkıntılı geçirmesine neden olacaktı. Önce göğsünde,
sonra sırtında beliren dayanılmaz ağrılar ve zaman zaman nükseden nefes
darlıkları sıklaşmış, hastanelerden çıkmaz olmuştu. Doktorlar üç damarın büyük
bir oranda tıkalı olduğunu ve by-pass olmasını söylediklerinde, “Abim ameliyat
oldu da ne oldu? Yine öldü! O eziyeti bu yaşta çekmeye gerek yok!” diyerek
ameliyatı reddetmişti.
Kış başında şiddetli bir zatürre geçirmiş, kalp
krizi belirtileri bir hayli artmıştı. Ölümün kıyısına gidip geliyordu ama her
seferinde hastaneye yetiştiriliyor, birkaç günlük yoğun bakımın ardından
taburcu oluyordu. Gurbetteki oğlunu çağırmış, onunla âdeta vedalaşmıştı.
Kıskandıran ölüm
Cemrelerin üçü de düşmüştü. Aylardan Mart,
günlerden Cuma’ydı. En küçük torunu olan uzun saçlı Efe’yi özlediğini
dillendirmiş, annesi de güzelce giyindirip Müdür Dede’sine götürmüştü. Kucağına
aldığı torunu için “Saçlarını kesseniz kızım” diye ricada bulundu. İsteği
yerine getirilmişti. Traşlı kafasını avuçlarının arasına alıp koklayarak
defalarca öptü. Kızını ve torununu uğurladıktan sonra yatsı namazını kılmak
üzere mescide gitti. Eve döndüğünde her zamanki tekli koltuğuna oturdu. Çok
geçmeden göğsüne saplanan ağrı ile fenalaştı. O günkü misafir, “Küçük Ömer”
lakaplı torunuydu. Dayanamayıp ağlayınca, “Bir şeyim yok!” diyerek rahatlatmaya
çalıştı dedesi. Eşi eğilip elini ovuştururken, “Remzi Bey, ne oldu sana?” diye
sordu ama cevap alamadı.
Kaldırıldığı hastanede 80 yaşında hayata veda eden Müdür Bey’i yoğun bakım ünitesinden morga götüren damadı, onun teneşirdeki nazlı yıkanışını herkese ballandıra ballandıra anlatacak, mahşerî bir kalabalık eşliğinde Karşıyaka Mezarlığı’na defnedildiğinde ise, “Allah herkese böyle bir ölüm ve böyle bir yıkanma nasip etsin” diye de dua edecekti…