Mucizeye uyan

An itibari ile bir günlük mucizeye, bir günlük inanılmaz hayata, neşeye yaklaşık olarak 15 bin 800 kez uyanmışım. Ne büyük bir nimet! Çok azının değerini bilebildim ama bundan sonrakiler için elimden gelenin daha fazlasını yapabilmek istiyorum. Gelin, elimden tutun ve hep beraber yarın büyük bir mucizeye uyanalım. Gece, nokta koyalım tüm yaşanmışlıklara. Ve tüm sabahlarda taptaze bir kelebek olarak rengârenk kanat çırpalım yaşama.

BİR kez değil hem de, her sabah… Nedir sizce mucize? Sadece peygamberlerin, evliyâların ya da özel insanların başına gelen özel bazı durumlar olabilir mi meselâ? Belki de beklenmedik anda olan bazı doğa olayları veya hayatımızda yaşanan büyük değişimlerden biri? Benim için mi? Olmak… Bir bedene, bir akla, zekâya, sağlığa sahip olmak... En önemlisi ne, biliyor musunuz? Bir yaşama uyanmak, benim için sahip olabileceğim en büyük mucize!

Bir yaşama uyandım. İnanması güç ama Yüce Yaratıcı beni var etti. Bir anne, baba, kardeş ve çevre ile… Bir isim ve bir kader verdi. “Yaşam” denilen mucize, aklınıza gelebilecek bütün masallardan daha güzel, bütün efsanelerden daha öte. Ne olur, bütün bildiklerinizi bir kenara bırakın, hattâ hiç düşünmeyin ve bir kez olsun yaşamın nefesini hissedin! Bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, inanın! İçinde rengârenk bir dünya, sonsuz bir alan ve sonsuz bir ilim barındıran sımsıcak bir oluş…

Ağaçlar ve bebekler en nadide sevdiklerim. Bitmez tükenmez bilinmezlikler hayranlığım. Sonsuza kadar öğrenmek ise hedefim.

Kâinat öyle süslenmiş ki, dilim damağım kuruyor, düşüncelerim sağa sola kaçışıyor. Galaksiler, yıldızlar, güneş sistemi, milyarlarca ışık yılı mesafe ve sonra hayat… Dünyadaki rengârenk süsler… Aman Allah’ım, çiçeklerdeki şu renklere bakar mısınız? Okyanuslardaki canlı çeşitliliğine ne dersiniz? Ya bir avuç topraktaki dolu dolu hayata? Çok değil, o bir avuç toprağı alıp güneş sisteminin biraz ötesine götürün. Oralarda, içinde yaşam olan, nefes alan, milyonlarca organizmaya ev sahipliği yapan bir avuç toprak, bir avuç yaşam bulabilecek misiniz? Bana bir avuç yaşamdan daha büyük bir hazine getirebilecek var mı aranızda?

Yaşamın kendisi inanılmazken, başka olağanüstü bir şey de bebekler, küçük çocuklarımız. Onlara baktığımda hissettiğim dolu dolu duygular var. Hayranlık ve hüzün gibi… O kadar doğallar ki… Saf, tertemiz, ışıl ışıl… Saatlerce gözlerinize bakabilir, kim olduğunuza, ne yaptığınıza bakmadan, karşılık beklemeden en güzel gülüşlerini, en büyük sevgilerini sizinle paylaşabilirler. Peki, neden mi hüzün duyuyorum? Kaybettiğim çok ama çok değerli şeyleri hatırlattıkları için… Beni bir şey çok ağlatacaksa, işte sebeplerden biri de bu: Çocukluğum, saflığım, beklentisiz, ayrım yapmadan sevebilmek, sevilebilmek… Çocuk, ayrı bir kâinat!

Şöyle bir söz vardır: “Bütün Japon çocukları Japonca konuşur.” Bu sözle her karşılaştığımda çok derin düşüncelere dalıyorum. Bir yetişkinseniz, yabancı dil öğrenmek istediğinizde büyük mücadeleler, uzun yıllar veriyorsunuz. Fakat bir çocuksanız, hangi ülkede doğarsanız doğun, dilini öğrenmek en fazla iki senenizi alır ve bundan haberiniz bile olmaz. Dünyanın en zor işlerini başarırız yürümeyi öğrenmek gibi, sonra büyürüz ve bir şeyleri öğrenmek çok zor olur. Araya akıl girmiştir çünkü. Sorgulaması, duygu ve düşünceleriyle kavga etmesi gerek. Ne önemli, ne önemsiz, ayrım yapması gerek. Birilerini sevmesi, birilerinden uzak durması gerek.

En acısı da, büyüdükçe mutlu olmak için sebeplere ihtiyacımızın olması. Mucizelere ihtiyacımız var büyük değişimler için. Başarıyı başkalarının yapamadığı bir şey olarak ya da bir sınavda, bir yarışmada birinci olmak, sanmak gibi…

Gelin, toparlanalım! Var olmaktan daha büyük bir mucize, daha bir büyük bir neşe ve daha büyük bir başarı yok. Yaşamın mucize yönünden, neşesinden ve bilgeliğinden bahsetmeye çalıştığımda, karşımda daha çok bir kişi değil de akıl avukatını görüyorum. Hemen savunmaya giriyor: “İyi, hoş diyorsun da bak haberlere! Açlar, savaşlar, büyük hastalıklar, yürüyemeyenler, göremeyen ve duyamayanlar var. İnsanlar artık birbirine tahammül edemiyor, aile kavramı çökmüş…”

Uzak kalmak

Bütün sıkıntılar, insan, kalbinden uzaklaştığı için oluyor. İnsan insandan, insan Rabbinden uzaklaşıyor; değerlerden, sevgiden, öğrenme ve anlama merakından uzaklaşıyor. Esas mucizeyi, esas sahip olduğu hazineleri unutuyor da dışarılarda hazine aramaya çıkıyor. Keşke kazandıklarıyla yetinse ama başkalarının elindekini de istiyor. “Bütün hazineler benim olsun, herkes mutlu olmasın” istiyor. Gerçek hasta kendisi ama ne hastalığından haberi var, ne de iyileşmek gibi bir derdi.

Kalbini, çocukluğunu kaybetmiş insandan daha hasta kim olabilir? Tepede olmayı, ezmeyi, yakıp yıkmayı, para/maden biriktirmeyi başarı, güç ve üstünlük olarak görmeyi, fakirliği, ırkı, dili ve rengi küçük görmeyi akıllılık sanan bir kişiden daha hasta, daha şanssız kim olabilir? Diğer bedensel rahatsızlıklar nedir ki onların yanında? Siz onları kendi hâllerine bırakın, sevgide birleşip kucaklaşalım, şifâ olalım derdi olan tüm kardeşlerimize.

 “Pollyannacılık yapalım” demiyorum. Unuttuklarımızı hatırlayalım, kaybettiklerimizi geri kazanalım istiyorum. Sadece bir kişi, her mahallede, her ilde/toplulukta yaşamın mucizesine uyansa, içindeki sonsuz enerjiye kavuşsa ve çocukluğuna geri dönse, içinde zaten var olan hazinelerine kavuşup da maddî hazinelerin anlamsızlığını anlasa bile o uyanışıyla etrafına yaydığı ışık ve enerji, ister istemez kendini hissettirir ve bir değişim başlatır.

Bazı yerlerde karşılaşırım nadir olarak, anlatacağım türden kişilere “ışık insan”, “melek” ya da “büyük başarı” derim kendimce. Onlara hayranım. İsimlerini bilmem genellikle. Toplumların geneli, çocukluğunu ve mucizeyi kaybetmiş durumda. Öyle olunca, yüzlerden ve gözlerden dışarıya yansıyan ışık değil, gölge oluyor. Gölge hayata ve gölge bakışlara alışık yaşıyoruz.

Kalabalıkların orta yerinde, gözleri on bin volt ışık verir gibi enerji ve sevgi yayan, elini kolunu sallaya sallaya biri dolaşır. Kulaklarım iyi işitmez ama kalbim radar gibidir. Hemen hisseder ve görürüm onları. İsmi, mesleği, görünüşü, yaşı beni ilgilendirmez, izlerim rahatsız etmeden saatlerce denk geldikçe. Şifâdır onların oluşları. Yüzlerinde doğal bir tebessüm vardır. İnsan ayırt etmeden yaklaşırlar. Ne işle meşgul oluyorlarsa ellerinden gelenin en iyisini yapmaya çalışır ama daha fazlası için hırs ve kibir duymaz, yapamadıkları için kendilerini yıkmazlar. Onlar şifâdır yeryüzüne. Yaşam mucizesinin gülen yüzleridir. Sadece var olsalar da yeter! Başka hiçbir şey yapmasalar, kalplerinden ve gözlerinden dünyaya, yaşama yayılan tertemiz duygu, enerji ve ışık bize yeter. Kendim onlardan biri olamadığım için hayranım onlara. Umarım siz, onlardan birisinizdir ve umarım çocuklarımdan biri ya da ikisi onlardan biri olur. Umarım çocuklarınızın hepsi gerçek hazinelerine sahip çıkarlar da sahte hazinelerin peşine düşmezler.

Yazımı hazırladığım, “yaşam” denen heyecanımı paylaştığım şu anlarda bir eğitim için Antalya’da bulunuyorum. Eğitime verilen arada kelimelerim bir bir koşarken var olmaya, mesaj olmaya çalışırken, şunu paylaşmak beni mutlu edecek: Bütün insanlar güzel, bütün insanlar özel, ama işte onlar biraz farklı ve onları böyle anlatmak istiyorum.

Burada o insanlardan birini gördüm yine; ben demiyorum, kalbim diyor, ben onun sözcüsüyüm. İsmini ve kurumunu biliyorum, ilk kez karşılaştık. İsmi ben de kalsın, kurumu Millî Eğitim Bakanlığı. Millî Eğitim Bakanlığı’ndan olması ayrı bir mutluluk ve heyecan benim için. Zira tüm Millî Eğitim Ailesinin ışık olması, şifâ olması gerek. Çoğu öyle zaten. Çocuklarımız, gelecek nesiller onlara emanet. (Allah yardımcıları olsun.) Millî Eğitim içinde olmak ise en büyük hayâllerimden biri. Öğretmen olarak değil, hâddim olmayarak hatırlatıcı olmak isterdim. Çocuklarımıza, yarınlarımıza, aslında sahip oldukları büyük hazine ve değerleri hatırlatmak, sonra da zamanın ve şartların yavaş yavaş ellerinden bu mucizeleri almaması için ellerinden tutmak isterdim. Işık insan, senin de yolun açık, hizmetin büyük olsun! Rabbim sevdiklerine bağışlasın, sağlıklı ve uzun ömürler versin. İyi ki varsın!

“Yaşam” denen mucizeyi tarif etmeye çalışıyorum ama kelimelerin çok ötesinde bir şey aslında. İlk kez onunla bütün perdelerin, biliş ve düşüncelerin ötesinde baş başa kaldığımda içim tir tir titredi. Sanki bütün evren sarsıldı. Önce tarifi mümkün olmayan bir ağırlık çöktü üstüme. Ara ara ezer beni bu durum. Sonra hiçbir şeyin veremeyeceği bir enerji verdi ki hiperaktif bir çocuk oldum sanki. Elim ayağım tutmadı. İlk yapmak istediğim şey şuydu: Dünyanın en büyük maraton koşusuna katılmak ve koşmak, koşmak, koşmak… Bir yere varmak için değil, mutluluk, neşe ve mucize arkamdan deli gibi kovaladığı için

Hep mi böyleyim, nerede?

Bazı şeylerin nedenini bilemeyiz. Her gün farklı ruh hâllerine giriyoruz. Bir kitap okuyorum, “Tamam” diyorum, “Bundan böyle ben böyle hareket edecek, şunları yapacağım. Şunlara dikkat edeceğim, insanlara böyle davranacağım ya da ailemle şu şekilde vakit geçireceğim”. En fazla iki gün dayanıyor ne olursa olsun.

Bilirsiniz, çocuk heyecanla yeni oyuncağına kavuşur, bütün gün onunla vakit geçirir. Yanında yatırır. Fakat zaman araya mesafe koyar, yavaş yavaş çocuğun elinden en değerli olanı alır. Yeni olan oyuncak, artık yeni değildir. İlk olan şeyler, ilk kez evimize adım attığımızda, ilk kez biriyle tanıştığımızda, ilkokulumuzda heyecan, merak ve mutluluk olur, sonra o yeni, eski olmaya başlar. Yeniyi ve ilki taze kılacak yegâne şeyse kalp ve yöntemdir. (Birazdan düşüncelerimi ileteceğim bu konuda…)

Mucize

Mucizelerimizi, değerlerimizi, çocukluğumuzu, sevgimizi, birlikteliğimizi zaman yavaş yavaş elimizden alıyor. Enerjimiz, sabrımız ve tebessümümüz tükeniyor.

Yıllardır kafamı yerle bir edip duran bu konuya dair çözümü, şu son zamanlarda yine yaşamın kendisi öğretti. Ve gerçekten inanılmaz! Umarım siz de bana yani yaşama hak verirsiniz…

Yaşam ve insanları takip ederken soruların çok önemli olduğunu fark ettim. Bazı kitaplarda da aynı şey vardı. Yürümek istediğiniz yol için veya olmak istediğiniz kişi için soru sorun. Sordum: “Ey yaşam, zamanın, senin enerjini elinden yavaş yavaş almaması için ne yapıyorsun? Çocukluğunu, çiçeklerindeki rengi, bebeklerindeki sevgiyi, denizlerdeki temizliğini nasıl sağlıyorsun? Nasıl hep enerji dolusun, nasıl hep mucize olarak kalabiliyorsun?”

Sorunun hemen peşine cevap gelmeyebiliyor. Kalbinizin açık beklemesi ve cevap geldiğinde duyabilmesi ya da anlayabilmesi gerekiyor. Cevap her şekilde gelebilir. Dedi ki, “Gün içinde ne yaşanmış olursa olsun, gece kapatıyor, kapanıyorum. Bitiyor ya da ölüyorum. Siz nasıl kabul ederseniz. Her sabah yeniden doğuyor, yeniden başlıyorum. Bembeyaz bir sayfaya ilk kez yazıyorum. Cümle yeni başlıyor. Benim için dün, sadece bir tecrübeydi. Yaşam daha biraz önce başlamış taptaze bir mucize… Hissedebiliyor musunuz?”.

Yaşam diyor ki, “Ben hep bebeğim, hiç büyümüyorum. Bir günlük bir ömrüm varken bayatlayamam, kin tutamam, arkama bakamam, insan ya da canlı-cansız ayırt edemem. Dolu dolu yaşamam, bütün renklerimi ortaya çıkarmam gerek”.

Bir günlük ömrüm var. Ne kadar çok şey öğrenirsem kâr bu yaşamdan. Çok meraklıyımdır. Hattâ benim diğer adım kelebek. O kadar şanslıyım ki, bir yaşama doğdum çünkü. Kıpır kıpır bütün hücrelerim; çiçek çiçek gezmek, hayatın her güzelliğine kanat çırpmak istiyorum. Hani mucize insanlardan bahsetmiştim ya, onlar da birer kelebek. Hiçbir şey yapmıyor gibi görürsün bazen onları, ama hissedersin ki kalpleri pırpır kanat çırpıyor. Seni de heyecanlandırır bu kanat çırpışları.

Rabbim bütün kelebekleri korusun. Daha çok, daha çok kelebek olsun. Ben duâmı buradan paylaşıyorum sizlerle. Sizlerden de bir “Âmin” bekliyorum. Aranızdan biri bir kelebeğe denk gelirse biraz yaklaşsın ve gözünü kapatıp kalbini açsın, emin olun, hissedeceksiniz kanat çırpışlarını ve o sonsuz enerjiyi. Belki siz de kelebek olmak isteyeceksiniz.

An itibari ile bir günlük mucizeye, bir günlük inanılmaz hayata, neşeye yaklaşık olarak 15 bin 800 kez uyanmışım. Ne büyük bir nimet! Çok azının değerini bilebildim ama bundan sonrakiler için elimden gelenin daha fazlasını yapabilmek istiyorum. Gelin, elimden tutun ve hep beraber yarın büyük bir mucizeye uyanalım. Gece, nokta koyalım tüm yaşanmışlıklara. Ve tüm sabahlarda taptaze bir kelebek olarak rengârenk kanat çırpalım yaşama. Kanat çırpmak, şu kâinattaki en heyecanlı şeylerden biri, tavsiye ederim…

Sevgiyle, hep anda kalın ve inanın efendim…