Mücadele ve yılmazlık rûhu

İnsan, diğer varlıklar gibi üreme, yeme, içme gibi kabaca bir yaşam için yaratılmış bir varlık değildir. Onun hayat ile ilgili gâyeleri olmalı ve o minvâlde mücadele etmesi gerekmektedir. Sadece mücadele de yeterli olmamaktadır. Kaybedilen mücadelelerde yere düştükten sonra yerden kalkmasını başarabilen yılmazlık rûhunun da canlılığını koruması gerekmektedir.

HAYAT gerçeği; sabır, metanet ve zorluklar karşısında dayanıklılık, hedefe ulaşmak için yılgınlığa düşmeden mücadeleye devam etmeyi gerektirir. Ancak bu sayede arzu edilen düzeyde yaşama şansı yakalanmış olur. Bu düşüncemizi destekleyen bir söylemi paylaşmak istiyorum…

Toprakla uğraşanların çok iyi bildiği bir ayrık otu hikâyesi anlatılır: Fırtınanın etkisiyle kökünden koparılmış olan ayrık otu, kendini dağ başında, kayalıklar arasına bulur. Kış gelir, dağın acımasız soğuğu ve don olayıyla karşılaşır, içindeki nem, yok olma düzeyinde donar. Bahar gelir, bütün canlılar hareketlenir ama ayrık otu sıkıştığı yerden bir türlü kurtulamaz. Yaz gelir, sıcaktan olanca nemi çekilir, cansız bir vaziyet alır. Sonbaharda diğer bitki ve ağaçların sararıp solmasına şâhit olur. Yedi yıl dört mevsimin geçmesine rağmen ümidini kaybetmez. Bir gün, onu oraya taşıyana benzeyen bir fırtına gelir ve aldığı gibi kayanın dibindeki toprağın üzerine atar. Arkadan gelen yağmurun ıslaklığıyla üzerine düştüğü toprağa tutunur ve “Az daha kuruyacaktım, nihâyet yeniden hayata döndüm” diye sevindiği söylenir.

Bu anlatımdan anladığımız şu ki; sabır, sebat, ümit ve pes etmemek, yaşamın gerçeğinde önemli hasletlerdir. Bütün canlılarda yaşama azmi mevcûttur ve her canlı, ümidini kaybetmeden güzel günlerin hayâlini içinde yaşatmalı ve gücü nispetinde hayata tutunmayı bilmelidir. Varlığını sürdürebilmesi ve anlamlı kılabilmesinde oldukça etkili olan iki kelime etrafında insan unsuru olarak “yılmazlık ve mücadele ruhu” üzerinde durmak istiyorum…

“Herhangi bir amaca erişebilmek için gösterilen ferdî çaba, güçlü duruş” şeklinde sözlük anlamı yüklenen “mücadele”, insanın olgu ve olaylar karşısında üst gelme çabası olarak yer bulur. “Gözü korkup vazgeçmeyen, pes etmeyen ve sebatlı” olarak sözlükte anlam bulan “yılmaz” ise, insanın azim ve iradesi ile bütünleştiğinde yılmazlık yani yılmaz olan durumuna dönüşür.

İnsanın “olma” çabası

Bu içerikler ışığında ele alındığında, insanın yaşama azmi ve olma çabası ortaya çıkar. Öncelikle insanın kendi olabilmesi, nefsiyle olan mücadelesinde nerede olduğuyla alâkalıdır. En zor mücadele de burada başlar ve yılmazlık derecesinde dirayet ve irade gücü ister. İstek ve arzuların nasıl bir sonuca varacağı, insanî düşünce çerçevesinde gösterilecek çaba sayesinde sona ulaşacaktır. Kendisiyle mücadele etmekte yetersiz kalan insandan başka konularda başarı beklemek, beyhude bir bekleyiş olur. En önemli sınav nefis mücadelesidir ki akabinde dışsal etkilere karşı başarılı olunabilsin.

Kabul edilsin veya edilmesin, ne yazık ki, hayatın gerçeği mücadeleyi şart koşmaktadır. Bu konuda başarılı olunmadığı takdirde hayat, suyun akışına bırakılıyor olmakla sonuçlanır. Buradan elde edilen son ile anlamlı yaşamayı yakalamak mümkün değildir. İnsan, diğer varlıklar gibi üreme, yeme, içme gibi kabaca bir yaşam için yaratılmış bir varlık değildir. Onun hayat ile ilgili gâyeleri olmalı ve o minvâlde mücadele etmesi gerekmektedir. Sadece mücadele de yeterli olmamaktadır. Kaybedilen mücadelelerde yere düştükten sonra yerden kalkmasını başarabilen yılmazlık rûhunun da canlılığını koruması gerekmektedir.

Aynı şartlarda yaşamasına rağmen bazı insanlar bulundukları ortamı doğru kullanıp hayat mücadelesinde başarıya ulaşırken, diğer bir kısmı ise yaşantılarını zoraki sürdürür duruma ya da orta hâlli bir standarda râzı olmaktadırlar. Üçüncü bir kısım insan ise hayatı kendisi ve çevresi için çekilmez hâle getirebilmektedir. Bunlar çâresizlik ve beceriksizliklerini çoğunlukla kendileri dışında başka unsurlara yüklemeyi yeğleyen, genellikle de haksızlığa uğradıklarına inanan insanlardır. Hayat mücadelesinde başarılı olabilmek için kendilerine düşen payı ya bilmezler ya da kabullenmek istemezler.

Genel olarak kısaca ifade etmeye çalışılan bu üç tip insanı birbirinden ayıran en önemli özellikler; problem çözme becerileri, zorluklar karşısındaki dayanıklılıkları, gösterdikleri sabır, olaylara karşı gösterdikleri mücadele rûhu ve her şeye rağmen yılmazlık pozisyonunda olmaları şeklinde öne çıkar.


İnsanlar içine düştükleri olumsuz yaşam koşullarında ümitsizliğe düşmeden mücadelelerini sürdürebilmelidirler. Kişisel olarak özgüveni kaybetmeden ısrarla hedefe ulaşmak ve başarmak için yaşam mücadelesine devam etmesini bilenler, galip olanlardır. Bunda önemli bir etken de çevresel unsurlardır. Yakın aile çevresi; anne, baba, ailedeki diğer yetişkin bireyler ve özellikle öğrenciler için okul çevresi, en önemlisi de öğretmenler bu konuda etken bir konumdadırlar. Burada anlaşılmaktadır ki, insanın daha çocuk yaşta gerçek hayatla yüzleşmesiyle birlikte mücadele ve yılmazlık rûhunun beslenmesine ihtiyaç vardır. Korumacı ortamlarda yetişen çocukların bu beceriden mahrum kaldığını da unutmamak gerekir.

Küçük yaştan itibaren çocuk, karşılaştığı problemleri kendi çabasıyla çözebilmenin yollarını bulmalıdır. Bu, çevresindeki yetişkinlerin de uygun ortamları açık tutmasıyla mümkündür. Ebeveyn korumacılığı, kayırmacılığı ve sevgisi böyle durumlarda devre dışı kalmalıdır. Her an yanında veya yakınında bir destekçi bulan çocuğun arzu ve isteklerinin yerine getirilmesi veya zorluklar karşısında çaba göstermesi beklenemez. Beklenmemelidir de… Çünkü onun beceri geliştirmesine fırsat verilmemiş olunur.

Çocuğun kendi ayakları üzerinde bir insan olarak yetişmesi, çocukluk döneminden itibaren kendi işini kendi yapması, güçlükler karşısında çaba göstermesine fırsat tanınmalıdır. Aksi hâlde, en ufak tıkanıklıkta, “Birileri gelsin, bana destek olsun” beklentisine girmekten başka bir çâre düşünmeyecektir. Yani her zaman birilerine muhtaç ve bağımlı bir insan olarak hayatta yerini alacaktır.

Araştırmacılar, zor şartlar altında uzun zaman yaşayan yılmaz insanların yanı başında mutlaka bilinçli bir eğitimcinin etkisinin kendisini gösterdiğini belirtmektedirler. Bu açıdan bakınca anne babanın büyütüp besleme ve öğretmenliğin insan yetiştirmedeki fonksiyonu sadece öğretimle sınırlandırılmamalıdır. İnsan olumsuzluklar karşısında sarsılabilir, sendeleyebilir, hattâ düşebilir; sarsıldığı zaman toparlanmasını, yere düştüğünde ise kalkmasını bilmek ve düşme nedenlerinden ders alarak ayağa kalkmak gerekir. Hattâ düştüğü yerden kalkarken, hiç olmazsa bir avuç toprak almanın bilinciyle hareket etmeli ve kâr hânesine katkı sağlamalıdır.

İnsanların hayatlarında birçok konuda zorluklar ve olumsuzluklarla karşılaşması kaçınılmaz bir gerçektir. Ancak zorluklar ve olumsuzluklar karşısında insan kendini bırakmamalıdır. Kişi ümidini kaybetmemeli, mücadele azmini koruyabilmelidir. Böyle durumlarda insanın, düştüğü durumdan kendini kurtarmasını başarabilme gücüne sahip olması gerekir. Her türlü olumsuzluğa rağmen normal hayatını devam ettirebilen, şartlara göre uyum sağlamakla birlikte kısa zamanda eksiklerini tamamlayan insan olma yönünde çaba gösterebilmelidir. Hiçbir zaman yılgınlığa düşmemek ve her şeye rağmen yaşama ve mücadele azmini muhafaza etmek, her şartta ayakta kalabilmenin vazgeçilmez unsurudur. Bunu başarabilen insanlar, karşılaştıkları zorluklardan, düştükleri olumsuz durumlardan kendilerini daha çabuk kurtarabilirler. Sadece olumsuzluklardan kurtulmak yetmez, negatif ortamlardan kurtulurken daha da güçlenerek çıkmasını bilmek gerekir.

Yılmaz ruhun liderlik etkisi

Mücadele rûhuna sahip kişiler, etraflarında olup biten olayları esnek ve farklı bakış açısıyla izlerler. Girişimci bir yapıya sahiptirler ve yaratıcılıkları her zaman göze çapar. Özgür düşünceye sahiptirler ve bağımlılıktan hoşlanmazlar; dolayısıyla başkalarının etkisi altına girmezler. Lider aramak yerine lider olmayı tercih ederler. Bulundukları ortamda genellikle birinci adam olurlar. İletişim becerileri yüksek olup, karşılarındaki kişilerin duygularını okuyabilen ve onları paylaşabilen bir yapıları vardır. İstikrarlıdırlar, çıkarlar uğruna hedeflerinden taviz vermezler. Öngörü ve içgörü sahibi kişiliklerdir. İçinde yaşadıkları toplumun temel değerlerine ve ahlâkî yapısına sahiptirler. Kendilerini olumsuz yönde etkileyecek ortamlardan ve kişilerden uzak durmayı becerirler

İnsan için mücadeleci yapı genetik olabileceği gibi, sonradan da öğrenilebilecek özelliklerdir. Aile ve çevre koşulları sayesinde daha çocuk yaşta insanların olaylar karşısında direnmeyi, mücadele etmeyi özümsemiş olmasının yanında yetişkin yaşlarda tecrübe ile elde edilebilecek bir özellik olarak da kazanılabilir. Okul, aile ortamları ve yoğun olarak içinde yaşadığı toplum, çocuğun karakteristik gelişimine etki eden önemli unsurlardır.

Çocuklarda oluşacak karakterlerin olumlu yönde gelişmesine uygun zemin hazırlamada eğitimciler ve çocukla ilgili olan yetişkinlere önemli görevler düşmektedir. Çocukların özgüvenlerini geliştirecek ortamların hazırlanmasına özen göstermelidirler.

Çeşitli zorluklara rağmen sağlıklı gelişme ve başarılı öğrenme kapasitesi gösteren bu insanlar, “yılmazlık” terimi ile nitelendirilmektedirler. Yılmazlık, insanın yaşantısı boyunca karşılaştığı problem ve zorluklara karşı yılgınlığa düşmeden mücadeleye devam etmesi, karşılaştığı olumsuzluklarda pes etmeyip tekrar başa dönerek yeniden mücadelesini sürdürebilmesi, karşılaştığı her durumdan yeni bir tecrübe ve güç alarak yoluna devam etmesidir.

Sarsılmak ve düşmek insanî bir davranıştır; önemli olan, kalkmasını becerebilmektir. Yılmazlık, ümitsizliğe düşmeden her şeye rağmen hayata tutunabilmeyi başarabilmek, her türlü zorluğun insana farklı tecrübe kazandırdığının bilincinde olarak ayağa kalkıp hedefe yürüyebilmektir.

Yılmazlık vasfını taşıyan insanlar genellikle enerji doludurlar ve dolayısıyla kendiliğindenlikleri her zaman ön plana çıkar. Bağımsız olmaktan hoşlanırlar, risk almayı severler, ısrarcı, atılgan ve cesurdurlar. Olaylara karşı alternatif bakış açıları geliştirebilmektedirler. Bu insanlar karşılarındaki kişileri etkilemede de yetenekli oldukları için kolaylıkla bulundukları ortamlarda liderlik pozisyonunu ellerine geçirirler. Yılmazlık vasfına haiz olmayan insanlarda ise kontrolsüz arzu ve istek, inatçılık, öfke, iletişim becerisinde zayıflık, başka insanlara karşı saldırganlık, sabırsızlık ve zorluklar karşısında çabuk pes eden bir yapı vardır.

Araştırmacılar yılmazlık tutumlarını sergileyen insanların genellikle risk taşıyan ortamlarda yaşayan, anne-babadan uzun süre ayrı kalan, yaşadığı herhangi bir olumsuzluktan kolay sıyrılabilen, toplumsal kargaşalar ve doğal afetler sonucu içine düşülen olumsuz durumdan diğerlerine göre daha çabuk kurtulabilen bireyler olduklarına tanık olmuşlardır. Bu kişilerin etnik, coğrafî ve sosyal farklılıkları aşan ortak eğilimlere sahip olduklarına da işaret etmektedirler. Kişinin karşılaştığı problemleri kendi çabasıyla çözme becerisini gösterme durumunda kalması, beceri ve yetenek geliştirmesiyle doğrudan alâkalıdır.

Mücadele rûhuna sahip olmak veya yılmazlık, kişiden kişiye değişen ve zaman içinde artan ya da azalan bir karakteristik özelliktir. Buna karşın, koruyucu faktörler, stresli durumların ya da koşulların olumsuz etkilerini azaltan, kişinin kendisiyle veya çevreyle ilgili karakteristiklerdir. Bu kişiler, içsel ve dışsal koruyucu faktörlere ilişkin birçok alternatif çözümleri geliştirebilmektedirler.

Mücadele ve yılmazlık rûhuna sahip olanlar, sosyal olarak aktif kişiliklerdir, problem çözme yetenekleri gelişmiştir; eleştirel düşünme ve inisiyatif alma gibi yaşam becerilerine sahiptirler. Mücadele rûhuna sahip kişilerin her zaman belli amaçları vardır. Her ortamda kendilerini başarılı olma yönünde motive etmesini bilirler. Değişime isteklidirler ve toplumun her zaman önünde giderler. Yaşantılarında karşılaştıkları olumlu ve olumsuz durumlardan ders almasını bilirler. Bunları daima bir deneyim olarak görürler. Bununla birlikte, toplumun genel kültür yapısına sâdık bireylerdir. İçinde bulundukları kültüre yabancılaşmadan gelişme ve değişimi sürdürmekten yana tavır ortaya koyarlar. Duygularının aşırılıklarını frenleyebilmekte, kendisine ve başkalarına zarar vermesine engel olabilmekte ve yönetebilmektedirler. Kişiler arası iletişim becerileri gelişmiş, empati kurabilen ve başkalarını umursayan kişilikleri vardır. Olaylara eleştirel bakabilmekte ve esnek davranış sergileyebilmektedirler.


Eğitim kurumları insanları hayata hazırlarken, onlara, karşılaşabilecekleri her duruma karşı tutum sergileyebilme, problem çözme becerisi kazandırma, mücadele rûhu ve dayanıklılık yetisi geliştirebilmelidirler. Küçük yaşlarda kendi problemini kendisi çözmeyi öğrenebilen bir çocuk, yaşı ilerledikçe elde edeceği tecrübeler sayesinde zorluklar karşısında kolay pes etmeme ve yılgınlık göstermeme yeteneğini geliştireceklerdir. Eğitimciler veya ebeveynler; her yaştaki çocuklara kendi özel durumlarına karşı tutum geliştirme, kendi özgün düşünceleriyle problem çözmeyi ve karşılaşılan zorlukların üstesinden gelme becerisini kazanmalarına fırsat vermelidirler.

Yetişkinler çocuklara birçok konuda inisiyatif vermelidirler. Koruma, kollama ya da sevgi adına yapılacak gereksiz yardımlar; onların yerine problemleri ortadan kaldırma gibi aslında iyi niyetli gibi görünen ancak çocukların yaşamsal mücadele rûhunu geliştirme fırsatını ellerinden alan bir tutum olacaktır. Rehberlik görevlerinin sınırı doğru belirlenmelidir. Rehberlik etmek ile çocuklar adına onların işlerini bizzat yapmayı birbirinden ayırt etmek gerektiğinin bilinciyle hareket etmek gerekir. Her çocuk, yaşının gereği hayatın zorluklarını tatmalı ve onları kendi çabalarıyla aşarak mücadele rûhunu geliştirebilme imkânı yakalamalıdır. Kişilik geliştirme ve özgüven oluşturma, hayat mücadelesinde etkin olmayı gerektirir.

İnsanın herhangi bir konuda gelişme sağlaması ve başarılı sonuç alabilmesi, kişinin öncelikle olaya ne derece inanıp inanmadığına bağlıdır. İnançla birlikte değişimi kabullenmesi ve risk alma cesareti de önemlidir. Çevresindeki kişilerle olan ilişkisi ve kendisine verilen katılım fırsatları ayrıca önem arz eder. Çevresindeki yetişkinin veya öğretmenin rehberlik desteği, yılmazlık ve mücadele duygusunu destekleyen önemli bir faktördür. Bir birey olarak her şeye rağmen hedefe kilitlenmek, arzu ve isteğinde olmak, olumsuz şartlara ve engelleyici unsurlara rağmen çevresindeki kişilerle bağlarını kuvvetlendirerek içinde bulunduğu durumu değiştirmek için zorlukları aşmayı bilmek, mücadele rûhuna sahip olmanın vazgeçilmez niteliğidir. Mücadele rûhunu, bütün insanların sağlıklı gelişmeleri ve olayları başarı ile sonuçlandırmaları için sahip olacakları bir kapasite olarak görmek gerekir.

Çözüm üretmenin lezzetini duymak

Toplumda ailevî ve çevresel etkenler sayesinde yoksulluk çekmiş, ihmâl ve istismara uğramış, şiddete maruz kalmış, anne-babasından uzun süre ayrı düşmüş ya da çeşitli sebeplerle bağlarını koparmış, deprem veya sel gibi tabiî afetler netîcesinde ciddî yaralar almış, yakınlarının ölümüne tanık olmuş ve hayatta yapayalnız kalmış çocuklar vardır. Bazıları da hayatta kalabilmenin bedeli olarak çeşitli yollardan suçlara karışmış, alkole alıştırılmış, madde bağımlısı hâline gelmiştir. Bilinçli rehber ve koruyucudan mahrum yetişen bu tür çocukların öğrenim hayatları da genelde düzensiz ve başarısızlıkla sonuçlanmıştır.

Ancak bunların içinden her seferinde öyle kişi ya da kişiler çıkmıştır ki, karşılaştıkları her türlü zorluğa göğüs gerebilmiş, mücadelelerinden başarıyla çıkmış, üstelik toplumun önderi olma vasfını elde edebilenlere de rastlanmaktadır. Yaşadıkları zorluklar karşısında yılmadan hayat mücadelelerini devam ettirebilen bu kişilerin taşıdıkları ortak tavırları ve özelliklerini; hedeflerinden asla vazgeçmeyen, karşılaştıkları olayların üstesinden gelme yeteneği sergileyen, bulundukları ortamlara uyum sağlama yeteneği gösterebilen ve olaylara karşı esnek davranarak alternatif görüş sahibi olan görüntüleriyle belirleyebiliriz.

Toplumlar da kişiler gibi bazı dönemlerde zor durumlarla karşılaşabilirler. Bu tür anlarda karamsarlığa düşmeden, şartlara teslim olmadan, her şeye rağmen mücadele modelini oluşturarak yoluna devam edebilmelidir toplum da. Mevcût durumla baş edilemediği zaman, yeni bir görüş açısıyla olayları değerlendirmekte yarar vardır. Düşünce değişikliği oluşturmak, farklı açılardan olaylara yaklaşmak gerekir. Olaya ya da olaylara karşı başa çıkma stratejileri belirlemek ve koruyucu faktörlerden yararlanmasını bilmek önemli bir meziyettir.

Yılmazlık, kişilerde olduğu gibi toplumsal hayatta da gerekli bir davranış biçimidir. Toplumların yaşantıları tarihî seyirleri içinde incelendiğinde, bazılarının her şeye rağmen zorluklara göğüs gerebilmiş ve bu sayede bağımsızlıklarını koruyabilmiş olduklarını görürüz. Bunun yanında kendi kaderlerini tayin edemeyen topluluklara da oldukça rastlanmaktadır. Egemen güçlerin çizdikleri yolda hayatlarını sürdürebilmekte ya da tarih sayfalarından silinip gitmektedirler. 

Türk tarihinin sayfaları yılmazlık olgularıyla ilgili birçok örnekle doludur. Büyüklü küçüklü sayısız devlet kuran Türk milleti, en son örneğini Çanakkale ve İstiklâl Savaşlarında göstermiş ve fiziksel güç olarak hiçbir zaman kıyaslanamayacak düzeyde emperyalist güçlerle baş etmeyi başarmış yılmaz bir millet olduğunu ortaya koymuştur. Her iki savaş da bu mânâda iyi birer örnek olarak zihnimizde canlılığını korumaktadır.

Var güçleriyle, kendilerinden onlarca kat daha büyük ve çağın en gelişmiş silahlarının da katkısıyla güçlerine güç katan düşman güçleri varken Mehmetçiğin yenilmez gücü ve mücadele rûhuyla yılmazlığın çağlara örnek teşkil edecek emsallerinden biri olarak her zaman yerini koruyacaktır.

Son söz

Toplumun her kesiminde mücadele rûhuna sahip çocuklara ve yetişkinlere rastlanabilir. Bunların karakteristik özellikleri önemli ölçüde birbirlerine benzemektedir. Toplumda her zaman kendilerine yer bulmasını başarabilirler, girişkendirler.

Problem ister kişisel, ister toplumsal olsun, mücadele ve yılmazlık rûhunun temelinde derin ve kuvvetli bir şuur yatmaktadır.  Kişisel bazda bakıldığında bitmeyen, her şeye rağmen süren mücadele rûhunu görürüz. Bu sayededir ki, kişi kendi kendini yönetip karşılaştığı problemlerin üstesinden gelmeye çalışır. Bu şuur, toplum düzeyinde ele alındığında “millî şuur” olarak ortaya konmaktadır. Toplumlarda oluşan bu şuur, toplumsal değerlerin farkında olan liderlerin önderlikleri sayesinde zorluklarla baş etme imkânını bulacaktır.

Unutulmamalıdır ki, lideri yaratan da, var olan lideri söndüren de toplumun yapısıdır. Toplumda oluşacak duyarlılık, değerleri sahiplenme bilinci ve mücadele ruhu, liderlerin işini kolaylaştıracaktır. Tarihe iz bırakan liderlerin toplumların kaderlerinde önemli yerleri vardır. Toplum kaderinin olumlu yönde gelişmesi için her çağda lider bulmak kolay olamamaktadır. Arkasından gidilebilecek liderlerin bilinçli olarak araştırılması ve incelenmesi, toplumların sonradan oluşabilecek pişmanlık duygularını azaltacaktır.