Mücadele insanı

“Yoruldum ayaklarımdan işte. Tırnaklarımdan, gölgemden, saçlarımdan… Yoruldum işte insan olmaktan!” (Pablo Neruda)

Güç

SON teknolojiler, sosyal medya, yapay zekâ gibi kavramlar hayatlarımıza çoktandır dâhil oldu. Bu olgular büyümekte, hayatları gasp etmekte ve olumsuz cihetlerini gün geçtikçe artırarak sürdürmektedirler. Tıpkı bunlarda olduğu gibi, insanların mücadeleleri, kavgaları ve savaşları tarih boyu devam etmiştir, gelecekte de devam edecektir.

Armageddon’a taşıyan bir hâli de yaşamıyor değiliz aslında. İki dünya savaşının ardından savaşların daha şiddetli devam edeceği görülüyor. Bu kadar savaş sonucunda insanlığın ders alamamış olması, sevginin insanların gönüllerini iyileştireceği felsefesini edinememesi ve kavrayamaması ne kadar acı. Özü zorluklarda, tecrübeleri yelde, çıtkırıldım bir dünyada yaşamaya devam edeceğiz gibi duruyor. İnsan, her ne kadar travmalar atlatmış olsa da yeni travmalara duçar olmaktan da kaçamıyor bir yerde. Yaşanan bunca elem, acunda bir iz bırakacaktır muhakkak.

Filhakika, iğneyi gençlerimizden daha çok hepimize, kendimize öncelikli olarak batırmamız gereken dünyamızda büyük bir dilemmanın içerisinde olduğumuz gerçeğinden hareketle özümüze, aslımıza dönmek gibi bir mecburiyetimiz de yok değil. Ruh ve mânâ mefhumuna yabancı bir nesil istemiyoruz. Eğer kendi gerçeklerimizi unutursak başkalarının empozeleriyle oyalanacağız demektir. Biz Müslümanların sorunlarının teşhisini yapıp uygun bir metodoloji içerisinde istikamet almamızın şifrelerini bulmamız gerekiyor bir yerde.

Tavşanlı şapkadan nurtopu gibi cici demokrasiler çıkaran emperyalistlerle, kapitalistlerle savaşlarımız hep devam edecektir. Hümanist demeççiler hep aldatma üzerine kurgularına devam edecekler. İyi ile kötü arasında hep savaş olmuştur ve olacaktır böyle böyle. “Civcivler sonbaharda sayılır” gerçeğini de hepimiz biliriz. Bundan önce olduğu gibi bundan sonra da hep Allah’ın (cc) dediği olacaktır. Havf ve recâ arasındaki Müslümanın ve her bir iyi insanın elbette galebe gelmesi için en doğru metodolojiyi şiar edinmesi elzem olacaktır.

Yoruldum insanı

Çağımızın insanı, öz olarak teknoloji mesabesinde bir kurguya ve kuyruğa dâhil olmaktadır. Her ne kadar farklı sesler çıksa da hiçbiri bu ana akımın önüne geçememektedir. Böylelikle her yeniçağın dramını yazan insanlığın bütün felsefesi, bu çağda da tarihin akışına hasredilecek. Bu minvalde, insanlığını törpületerek bu zeval üzere konumunu sağlamlaştırdığına inanacak. Kapanan her pencerenin yerine yeni pencerelerin açılacağını bilen insanın hoyratlığı da böyle olsa gerek. Keşmekeşliğin paralelinde hep bir ağırdan almanın ve yorulmanın dünyası olarak kalacak. “Elbet yorulacak” denir insan için. “Elbet ödülün mukabilinde bir bedel olacak” denilir.

“Yoruldum ayaklarımdan işte. Tırnaklarımdan, gölgemden, saçlarımdan… Yoruldum işte insan olmaktan!” (Pablo Neruda) 

Bu yorgunlukların karşısında hep müdana ile karşı duruşları olmadı değil. Tekerrürde kalınarak dersler tamamlanmış hiç değil.

Bütün şımarıklıkları mihnetle nihayetlendirip kaderini yaşayacak. İnsan bu yalnızlığında çoğalıp kalabalığında eksilen olacak. Her şeye rağmen umudu ile kayıpları arasında bir muvazene üzere yol alışının yanında zevale uğrayacağının hesabını tutacak. “Zaman” denen döner dolapta kulaktan kulağa müjdelenen her söylenti, zaaflarını, çaresizliklerini söyleyecek. Her yeni sözün aslını taklit etmekten öteye gidemeyeceğini de bilecek. Çoğalarak ve birbirine eklenerek büyümenin yanında zamanın akıcılığı, birbirini kovalayan günler olarak gelip geçeceğini görecek. Çok küçük yaşlardan itibaren muvakkat bir âlemle yüzleşip kendi türküsüyle avunur olacak. Ama beklenen sona ulaşmaktan başka çaresinin olmadığını da bilmeye devam edecek. Baharın gonca gülüne, adrenalinine, doğumuna, enerjisine ve yeni nesillerle birlikte hayat bulan dünya ortaklığına güvenecek. Güzün, zemherinin, tarihin, mazinin sitayişini yapmaktan da geri durmayacak. Yaşanan güzelliklerin ve huzurun yanında buhran, bühtan, yalnızlık gibi onlarca zorlukla savaşını sürdürmeye devam edecek. Yeni ile eski, kuvvetli ile zayıf ve bunun gibi bütün bilumum zıtlıklar üzerinden muvazenesini sürdürüp, “Tabiatın kuralı, seleksiyon” deyip geçecek bir taraftan…

Doruk nokta

Arzumuz, insanlığın doğru istikamet üzerinde yol alması üzerinedir. Daha doğrusu, hangi yazar, hangi şair, hangi sanat erbabı bu istikamet üzerinde değildir ki? İnsanın hedefinin müdanasız ve minnetsiz ilerleyebilmesi gerektiğini serdetme özgürlüğünü de beraber taşımak... Aslolan, özün yanında şuurdan mürekkep, kültürel fütuhat, intizam, letafet, iç ve dış tezyinat, medeniyet olgusu, daha çok da Müslüman ve Türk bakışın nişanelerini taşımak...

“Allah imhal (mühlet verme) eder fakat ihmâl etmez” anlayışının insan ve insanlık üzerine bir zırh ve barınak olması... Savaş sorunsalı önceliğinde, dünyanın birçok önemli sorunuyla yüzleşmek ve çözmek zorundayız. Merhum Bilge Üstad Aliya Izzetbegoviç’in “Müslümanlar ne yapacaklarsa şimdi ve burada gerçekleştirmek durumundadır” anlayışının kararlılığı gibi sağlam durmalıyız. Sorumluluk alma, dertlenme ve çok çalışma bilincini de bunlara dâhil edebiliriz.

Yaşanmışlıklar üzerinden tecrübe edilmiş hâdiseler, dünyayı özetleme, teslimiyet, kabulleniş, inanmışlık, daha çok da hayatın fânîliği anlayışında ikâme olacaktır. İnsan hep bir arayışın, bulma isteğinin, zarar mertebesindeki hırsın, vahşi kapitalizmin, mücadelelerin, curcunanın, hengâmenin cenderesinde kıvranıyor maalesef. Bu seyrüseferdeki insanın bütün bu meşakkatinin yanında “Fânî olana boyun eğme!” anlayışındaki manifesto ile kimliği, durduğu yeri ve daha çok da bakışları şekillenecektir. Arifane ve dervişane bir bakışla dünyanın bir yorulma yeri gerçeğini hatırdan çıkarmayıp modern çağın dramını yaşayan günümüz insanının karşısında merhamet yüklü vicdanı, olmazsa olmaz bir zırh gibi tutmalıdır.

Ağırlaşan bir yabancılaşma hâliyle cedelleşen insanlık, yüklerini azaltacak, yeni yeni hayat bilgileri geliştirip özüne dönecek ki çözümler bulunsun sıkıntılarına.

Hülâsa, samimiyet havuzunda dostlukla, içtenlikle, huzur tasavvurunda vücut bulmak asıl böyle olmalıdır. Bu neviden fikirler taşımanın kültürümüze, geçmişimize, insana dair mülâhazalarla yüreklere nüfus edilebilmenin veçheleriyle yerini alacaktır. Bu encam üzere hem nasihat nüveleri, hem de yüreğe dokunmalarla insaniyete giden yolları belirleyecek, dünya durağında sahil-i selâmet bulunacaktır.