“Mostar sadece Köprü ve Blagay Tekkesi’nden ibaret değil!”

Bizim bu bölgeyle bağlantımızı koparmamızda ya da bağlantımızın kopmasında en büyük etken de tekkelerin susması olmuş. Türkiye’de tekkeler kapatıldığı zaman, burayla gönül bağlarımızı da koparmışız. Bir örgüt düşünün, hem de bölgeleri ve alanları olan; Türkiye’deki merkezi kapattığınız zaman diğerleri de otomatik olarak bitiyor. Türkiye’de o bağlantı koptuğu için biz o köprüleri işletemedik.

DİL alışkanlığı ya, bir de gönül rahatlığı olunca “Bosna” deyip geçiveriyor insan. Ancak kardeşlik köprüsünün diğer ayağının adı “Hersek” ve o vahşi soykırımın kalleş toplarının yıktığı miras köprünün adı “Mostar”…

Köprünün adı Mostar ama sanırım bu ismin nereden geldiğini de pek umursamıyor, Bosna-Hersek’i Saraybosna’sıyla bilmek üzere bırakıveriyoruz kenara. Ancak bu hazin durum, savaşın ardından daha da yalnızlaşan Bosna-Hersek’e, ama ille de Hersek’e daha çok hüzün katıyor. O hazin Mostar’ı, Mostar Yunus Emre Enstitüsü Müdürü Yunus Dilber ile konuşarak anlamaya, Mostar’a karşı ödenecek vefa borcunu hatırlamaya ve de bu söyleşiyle hatırlatmaya çalıştık.

Mostar’ı da unutma! Köprüye bir mermi de sen atma!   

***

“Mostar bölgesindeki insanlar kendilerini Hersekli olarak ifade ederler ve Herseklilere ‘Boşnak’ dediğiniz zaman, bunlar eğer Müslümanlarsa ‘Biz Hersekliyiz’, Hırvatlarsa ‘Hırvat’ ya da ‘Hersekliyiz’ diye kendilerini ifade ederler.” 

“Biz Hersekliyiz”

·       Öncelikle “Hayırlı olsun” diyelim, sekiz aydır Mostar’da bulunuyorsunuz. Mostar, sanırım bu ülkenin ikinci büyük kenti ve dolayısıyla Bosna-Hersek kültürü, sanatı ve tarihine ilişkin pek çok özelliği barındıran bir yer. Bize Mostar ölçeğinden bakarak Bosna-Hersek bağlamında bir değerlendirme yapabilir misiniz?

Bosna ve Hersek, bazı yönlerden aynı gibi görünse de hem tarih, hem kültür, hem de dil bakımından birbirinden ayrı bölgelerdir. Bir örnek vermek gerekirse, Türkçede kullandığımız “nar” kelimesi Bosna’da “nar”, Hersek bölgesinde ise “şipak” olarak kullanılır. Etnik tanımlama olarak değerlendirilirse, Mostar bölgesindeki insanlar kendilerini Hersekli olarak ifade ederler ve Herseklilere “Boşnak” dediğiniz zaman, bunlar eğer Müslümanlarsa “Biz Hersekliyiz”, Hırvatlarsa “Hırvat” ya da “Hersekliyiz” diye kendilerini ifade ederler. Kültürel manada da böyle farklılıklar söz konusudur.

·       Bölgesel değil de kültürel midir bu ayrım?

Aslında tarihî seyir içerisinde Bosna ve Hersek ayrı bölgelerdir. Bugün de Bosna-Hersek adının Bosna ve Hersek’ten oluşmasının sebebi budur! Burası, ayrı bir Balkan coğrafyası içerisinde ayrı bir kültür havzasıdır ve Bosna’ya göre Osmanlı’ya, Adriyatik’e ya da İtalya’ya daha yakındır. Bunun gibi çok farklı kültürel kodlar var ki bunu dilden, insanların konuşmasından, yaşayışlarından ve mimarisinden çıkarmak mümkündür. Anavatandan örnek vermek gerekirse Karadeniz ile Otta Anadolu insanın farklılığını gösterebiliriz. “Hersekliler” Karadenizliler gibi daha heyecanlı, Bosnalılarsa daha temkinli ve ağırkanlıdırlar.

·       Yani biz burayı Bosna ve Hersek biçiminde mi okumalıyız?

Evet, öyle okuyabiliriz. Hersek’in kendine has bir kültürü vardır. Mesela burada Hersek’ten kız alınmamasını tavsiye ederler, çünkü Hersek kadınları baskındır. Kızlar genellikle Bosna tarafında daha uysal diye bilindiği için Bosnalı kızlarla evliliği tavsiye ederler. Bunun farklı farklı sebepleri olabilir.

Hersek bölgesi, Osmanlılar gelmeden önce Hersek Krallığı tarafından yönetiliyor, bir hanedanlık söz konusu. Mostar şehri, Osmanlı tarafından kurulan bir şehir. Ondan önce var olan Hersek Krallığı, Mostar’ın 15 kilometre aşağısındaki Blagay Tekkesi’nin üstündeki kaledeydi. O kalenin üstünde de Stefan Hersek’in karargâhı vardı. Osmanlı’dan önce insanlar orada yaşarlardı. Stefan Hersek, Fatih Sultan Mehmet’i davet eden kraldır. Hatta davetinin bir tuzak olmadığını, samimiyetini göstermek için oğlunu Dersaadet’e, yani İstanbul’a rehin veya güvence olarak göndermiştir. Fatih Sultan Mehmet de bu çocuğu eğiterek paşalık payesine yükselmesini sağlamıştır. Bu çocuk, meşhur Hersekzade Ahmet Paşa’dır.

Bu hususların üç büyük nedeni var: Birincisi, halkının büyük bir bölümü İslam dinine benzer akaidi olan Bogomil mezhebinden ki, o dönemlerde Hıristiyanlık içerisinde din dışı görülüyor. İkincisi, Vatikan’ın bu coğrafyayı Katolikleştirmek için düzenlediği Haçlı seferlerinin sıklaşmasından dolayı güç kaybı var. Üçüncüsü de Sarı Saltuk Baba ve alperenlerin buraya Osmanlı’dan 70 küsur yıl önce gelip yerleşerek buradaki halkla kaynaşması ve bu vesileyle de Bogomil inancına mensup olanların İslam’a girmesi ile buranın Avrupa’daki İslam kaynağı olarak nitelendirilmesidir.


·       Krallığın kalesi yüksekte, tepede kalıyor, ovayı gözetliyorlar…

Evet, o yüzden bugünü o günlere bağlamak gerekirse, bugün Hırvatlarla Boşnaklar arasındaki çekişmenin temel sebeplerinden bir tanesi de budur. Kültürel çatışma noktası: O bölge Hırvat kültürüne mi ait, yoksa Müslüman kültürüne mi?

Aslında Müslüman kültüre ait olan bölge, ağırlıklı olarak Mostar bölgesidir, köprü civarında kurulmuş şehirdir. Mostar Köprüsü, bugün gidip gördüğünüz zaman yapılmış üçüncü köprüdür. İlk önce Romalılar döneminde zincirli bir asma köprü vardı ve toplam köprü bekçileri ile beraber 15-16 Hıristiyan hane bulunmaktaydı; sadece askerlerin geçişleri için kurulmuştu.

Burası Fatih döneminde alındığı zaman ahşap bir köprü yapılıyor askerler daha rahat geçsinler diye. Ekrem Hakkı Ayverdi’nin çalışmasına göre şöyle bir dörtlük mevcut: “Ruhu Sultan Mehemmed’in ola şad,/ Kıldı bunun gibi hayr eseri./ Hem Süleyman-ı zaman sağ olsun,/ Devleti buldu binaya zaferi./ Sa’y-i nazır ile oldu bu tamam,/ Yazdı tarihini ‘kudret kemeri 974” (1566-67). Bu tarihî manzumeden, Fatih’in Mostar’ı fethettikten sonra bu köprüyü ya restore ettirdiğini ya da baştan inşa ettirdiğini anlıyoruz. Kanuni’nin döneminde de bugünkü gördüğümüz taş köprü yapılıyor. Daha sonra da onun etrafına inşa edilen bütün eski tarihî yapılar Osmanlı dönemine aittir.

Berlin Antlaşması’yla Bosna-Hersek’i devrettikten sonra Avusturya-Macaristan yapıları ve kültürel hayatı söz konusudur. Mimarî açıdan Saraybosna’yla Mostar’ı karşılaştırdığımız zaman şöyle bir ayrım göze çarpabilir: Saraybosna başkentti ve uzun yıllar başkent olarak kaldı. (Krallık’ta da, Yugoslavya Federasyonu’nu oluşturan altı cumhuriyetten biri olan Bosna-Hersek’te de.)

Osmanlı dönemindeki Saraybosna 100 kilometrekare ise, Saraybosna büyüdükçe, Osmanlı mimari yapısı ve kültürel hayatındaki gözle görülen yapılar bir araya sıkışmış biçimde kaldılar. Çünkü şehir çok hızlı büyüdü. Mostar o kadar hızlı bir biçimde büyümediği için, burada gezebileceğiniz birçok yerde Osmanlı kültür havzasının eserlerini görebilirsiniz. Ama Saraybosna’da bir şehrin ucuna gittiğiniz zaman farklı bir kültürdür. Mesela Ferhadiye Caddesi’nin bir kısmı Avusturya mimarisi, diğer kısmı Osmanlı mimarisidir. Aynı caddenin bir kısmında gezerken Süleymaniye’desinizdir, diğer kısmında ise Viyana’daki Mariahilfe Strasse’desinizdir. Çevresinde ise Yugoslavya döneminin bakış açısıyla inşa edilmiş yapıları görebilirsiniz.

·       Evet, üç katmanlı bir yapılaşma gözlemledik…

Ama köprü civarında gezdiğinizde gördüğünüz her şey Osmanlı’nın; hamamı, camisi, köprüsü, tekkesi, sokakları, taşları… Daha çok Osmanlı’yı hissedebileceğiniz bir yapı söz konusu…

“Kimle görüşseniz, ‘Benim dedem/akrabam Türkiye’de’ diyor, hayli kopukluk olmuş. Buradan göçler, 93 Rus Harbi’nden itibaren başlamış, Yugoslavya Federasyonu döneminde de kesilmeden devam etmiş. 60 ve 70’lerde, en son Bosna Savaşı’nda ise yine devam etmiş.” 

İki Osmanlı köyü: Poçitel ve Stolac

·       İsterseniz şöyle soralım: Mostar bizimle ne zaman temas etti?

Osmanlılar önce Saraybosna’yı, 15-20 yıl sonra da Hersek civarını fethettiler. Burası (Mostar) 1478, yukarısı (Saraybosna) 1463’te… Bir de aşağısı yukarısı ayrımı vardır yani.

·       Mostar’ı Hersek bölgesinin başkenti gibi düşünelim; Osmanlı gelince Mostar’ın etrafında toplanan, kümelenen ve Mostar’ın merkezi olduğu bir yapılanma var mı?

60 kilometre aşağıda, eğer gitme fırsatı bulduysanız “Osmanlı köyü” diye tabir edilen “Poçitel” köyü vardır, dağın yamacındadır ve önünden Neretva ırmağı geçer…

·       Neretva nehri üstünde Osmanlı, kurduğu bir ince donanma ile kontrol ediyormuş Adriyatik’e gidip gelen gemileri ve Poçitel’i gümrük olarak kullanıyormuş, doğru mu bu?

Evet, o kale daha önce bir Macar kalesi ve bizimkiler orayı aldıktan sonra tekrar tahkim etmişler, orası da ayrı bir nokta. Poçitel ile Mostar arasında da şöyle bir fark var: Poçitel, savaş zamanında da dahi çok bozulmamış bir yer. Tarihî süre içerisinde Poçitel, Mostar’ın gölgesinde kaldığı için daha otantik bir yapıda kalmış. Poçitel’in daha arka tarafında, 15-20 kilometre ötesinde yine bir Osmanlı şehri var “Stolac” adında ki orada da Osmanlı döneminden kalan camiler ve çok güzel köprüler var.

·       Stolac’ın büyüklüğü nedir?

25-30 bin nüfusu var, Poçitel’den daha büyük. Poçitel bir köy ve sadece yamaçtaki evler tarihî; arka tarafı, Hırvat ve Boşnakların yarı yarıya yaşadığı bir köy. Poçitel, bugünkü tabiriyle askerî üs; Adriatik bölgesini kontrol eden, Orta ve Doğu Avrupa’ya giden yolun güvenliğini ve kervanların gümrük işlemlerini yapan Osmanlı askerlerin (“Capetan” diye tabir edilirdi) ve ailelerinin yaşadığı bir yer olarak yapılmış. Stolac da öyle… 30-40 dakika daha güneye gittiğiniz zaman göreceğiniz yer de yine yarı yarıya Boşnak ve Hırvat halklarının yaşadığı bölgelerden biri.

“Ben fetva ve emirleri sadece Sultan’dan alırım”

·       Mostar’ı bu üç şeyden mi ibaret sayacağız?

Mostar, o bölgedeki Hersek-Neretva Kantonu’nun başşehridir. Aslında bölgenin de başşehri her dönemde değişiyor. Şuna değinebiliriz: 1833-1851 yılları arasında Mostar, Bosna’dan ayrılarak 18 sene boyunca ayrı bir eyalet olmuştur. 1831’de “Bosna Ejderi” lakaplı Husein-Capetan Gradaščević, Bosna’da, II. Mahmut döneminde Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılması gibi yeniliklere karşı isyan başlatıyor ve Osmanlı’dan ayrılmak için bir ayaklanma organize ediyor. Ali Paşa Rıdvanbegoviç, Osmanlı askerlerine bu isyanı bastırması için yardım ediyor ve II. Mahmut da ödül olarak Mostar bölgesini Ali Paşa Rıdvanbegoviç’e ayrı bir vilayet olarak veriyor.

O tarihten sonra Mostar şehri gerçekten canlanmaya başlıyor. Çünkü o zamana kadar Saraybosna vilayet merkeziydi, Mostar ona tâbiydi o yüzden ve dolayısıyla gölgede kalıyordu. Mostar’ı ihya eden Ali Paşa Rıdvanbegoviç, daha sonra -Padişah’ın izniyle ya da izinsiz- Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’ndan kaçıp Osmanlı’ya sığınan ve daha sonra Müslüman olan Ömer Latas Paşa tarafından katlediliyor ve bölge tekrar Bosna’ya bağlanıyor. Ondan 20 küsur sene sonra da Berlin Antlaşması ile beraber Bosna, bugünkü sınırları ile Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’na bırakılıyor.

Açıkçası Avusturya-Macaristan’a Berlin Antlaşması’yla verildikten sonra Bosna-Hersek’le Mostar arasında şöyle bir ayrım oluşuyor: Avusturya-Macaristan, burayı aldıktan sonra Riyaset İşleri Başkanlığı’na kendisini ihdas ediyor ve belli bir müddet geçtikten sonra burada İlahiyat Fakültesi’ni kuruyor. Belli bir aşamadan sonra farklı farklı problemler çıkıyor.

·       Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrı tabiî…

Evet, ama Halife’ye bağlı bir dönem…

·       Gölge halinde yani…

Gölge halinde ya da antlaşmada Halife’ye bağlı buradaki Müslümanlar… Ancak Avusturya-Macaristan bunu istemiyor haliyle ve belli bir müddet geçtikten sonra burada İlahiyat Fakültesi’ni ve Riyaset’i kuruyorlar.

·       Buradaki İslamî yapıyı Şeyhülislam’dan, Osmanlı’dan koparıp bağımsız bir İslam Devleti bilinci mi oluşturmaya çalışıyorlar?

Evet, ama Mostar’da aynı durum söz konusu olmuyor. Mostar’daki Ali Fehmi Cabic buna karşı geliyor ve “Ben fetva ve emirleri sadece Sultan’dan (Halife’den) alırım” diyerek Avusturya-Macaristan’a karşı bölgedeki direnişi başlatıyor. Cabic’in İstanbul’a gitmesini fırsat bilen Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, onun geri dönüşüne müsaade etmiyor. Bu durum Herseklileri galeyana getiriyor ve “Din elden gidiyor!” diye monarşinin askerlerine mukavemet gösteriyorlar. İşte bu alanlardaki ilk Müslüman katliamı o zaman başlıyor! 50 binin üzerinde Müslüman, katliama uğramıştır. Müslümanlar, Osmanlı’nın Berlin Antlaşması gereği askerî birliklerini ve tüm silahlarını çekmesi sebebiyle kendilerini savunamamışlardır. Zira Osmanlı, burayı Avusturya-Macaristan’a 10 yıllığına reformlar yapması için bırakmıştı.

Yani Mostar o zamanlar biraz daha geç teslim olmuş, biraz daha direnmiş, biraz daha “Osmanlıcı” diyebileceğimiz bir yapıda zira. Ama günlük hayatta İslamî açıdan bakmak gerekirse, oradaki insanlar buradakiler gibi kapalı giyinmezler daha açık giyinirler. Çünkü Hırvatlarla daha çok ilişkide kurmaktadırlar. Tabiî içyapı itibariyle belki buradaki insanlardan çok daha muhafazakâr olabilirler. Mesela bir Teravih namazından çıkmıştık, namazdan sonra bir hanım, başındaki örtüyü açtı, saçlarını sağa sola sallayarak gitti. Önyargılı bir insan, o hanımı sokakta gördüğü zaman caminin yanından geçmeyen biri olarak düşünebilir...

“‘Kendi Sarı Saltuk’larını yaratmaya çalışıyorlar’ diyebiliriz. Ama Hırvatlar, geldikleri zaman direkt Mecgoriye’ye gidiyorlar; Mostar Köprüsü onlar için çok ilginç olmayabiliyor.”

·       Dolayısıyla burada göründüğünden daha farklı bir profil sunabiliyor insanlar?

Gördüğünüz şey sizi çok şaşırtabilir, profil üzerinden karakter analizi yanıltır. Tutucudur Hersek bölgesinin hanımları.

“Burada büyük bir kopuş var ve bunu onarmamız gerekiyor”

·       Osmanlı’nın Mostar’da kurduğu medreseler var mı?

Osmanlı’nın Mostar’da kurduğu 10 medrese vardı, şu an faal olan sadece Karagöz Bey Medresesi’dir. Geçen sene 450. Mezuniyet Töreni’ni düzenledi.

·       Peki, bu medresenin müfredatında, okuttuğu kitaplarda, süreç içerisinde bir değişim olmuş mu, yoksa temel kitaplar devam ediyor mu?

Avusturya-Macaristan döneminde özellikle kurulan komisyonlar ve bütün İslamî kuruluşların ve de riyasetlerin ders müfredatını tabiî kendilerine daha yakın insanlarla revize etmişler…

·       Osmanlı döneminde bu medreselerde yazarçizerler mutlaka vardır, Mostar’ın yetiştirdiği böyle tarihî simalara dair bir çalışmanız oldu mu?

Örneğin Hersekzade Ahmet Paşa, en son Hersek Kralı’nın oğludur, devşirme olarak Osmanlı’ya geçmiştir. Hersek bölgesinden çıkan Arif Hikmet Bey de Stolac bölgesinden. “Mostarlı Ziyayî” adında bir de Divan şairi var.

Bu bölgeden çıkan şair ve âlimlerle ilgili bir proje taslağımız var. Bu bölgeyi çalışan araştırmacı ve akademisyenleri belli aralıklarla Mostar’a çağırıp çalışmalarının tanıtımını yaptırmak istiyoruz. Çünkü birçok Mostarlı yahut da bölge insanları edebiyat eserlerini İstanbul’da ve Osmanlıca yazmışlar. Bu eserler tekrar bu bölgeye aktarılmamış. Mostar kökenli olup Avusturya-Macaristan döneminde ya da Osmanlı döneminde Türkiye’ye göçüp orada eğitim görmüş kişilerin yazdığı eserlerin bir şekilde burada tanıtılması ve eserlerin belli bir dönem sonra Boşnakçaya tercüme edilmesi gerekiyor.

Buradaki insanların Osmanlı’ya gerçekten çok katkı sağladıklarını ve bir şekilde etkileşim olduğunu, belli bir dönem sonra etkileşimin koptuğunu ve bu kopuşu onarmamız gerektiğini düşünüyorum. 

“‘Kardeşiz’ demek yetmiyor, somut adımlar atılmalı”

·       Hersekli Arif Hikmet Bey’in buradaki kökeni kimlere dayanıyor?

Arif Hikmet Bey, Mostar’ı ihya eden Ali Paşa Rıdvanbegoviç’in oğludur. Ali Paşa Rıdvanbegoviç ile alakalı olarak yedinci göbekten torunu, Fransa’da bir hanımefendi; Paşa’nın hayatıyla alakalı Osmanlı arşivindeki belgeleri topladı, derledi ve başarılı bir çalışma yaptı. Bu noktada onu da davet etmeyi düşünüyoruz.

Birçok insan buralardan göçüp gitmiş. Buradaki en büyük sıkıntı şu: Kimle görüşseniz, “Benim dedem/akrabam Türkiye’de” diyor, hayli kopukluk olmuş. Buradan göçler, 93 Rus Harbi’nden itibaren başlamış, Yugoslavya Federasyonu döneminde de kesilmeden devam etmiş. 60 ve 70’lerde, en son Bosna Savaşı’nda ise devam etmiş. Çok dağılmışlar ve tekrar birleştirmek için “Biz sizinle yüz yıl önce kardeştik” demek yetmiyor, somut adımlar atmak gerekiyor. Bu bölgeden çıkan insanların eserlerinin tercüme edilmesi, onların hayatlarının aktarılması, özellikle bu bölgeden çıkan insanların Türkiye’de yaptığı eserlerin hiç olmazsa sergilerinin bu bölgeye getirilmesi gerekiyor. Çünkü onları yapanlar, buradakilerin ceddi.

Kültür hayatı noktasındaki ufak ama önemli tespitim şudur: Osmanlı döneminde, bütün coğrafyada birbiriyle etkileşimi sağlayan unsurlar, tekke ve zaviyeler…

“Bölgede bir kültür sıkışmışlığı var”

·       Türklerin Bosna’ya girişi de zaviyeler eliyle olmuş, dolayısıyla askerden ve kültürel hayata etki eden eserlerden önce sahada dervişler ve tekkeler var. Bu bağlamda Bosna’ya gelen dinî hayatın hangi kanallardan yerleştiğini, tekkelerin hangilerinin aktif olduğunu, hangilerinin zaman içinde dönüştüğünü öğrenebilir miyiz?

Mesela Blagay Tekkesi, Osmanlı gelmeden 80-90 yıl önce faal olan bir tekke ve hikâyesi şöyle: Sarı Saltuk Tekkesi’nin üstünde bir kale vardır, Hersek Krallığı bölgesinde. Osmanlı gelmeden, Sarı Saltuk ve alperenleri buraya gelmişler. Tabiî çeşit çeşit rivayetler vardır ama ben birini anlatayım…

Sarı Saltuk bölgeye gelir, Blagay Tekkesi’nde gördüğünüz kalenin dibinden, mağaranın içinden Buna Suyu çıkar. Alperenler geldiklerinde kralın kızının bir ejderha tarafından kaçırıldığını öğrenirler. Bosna halkı her sene bu ejderhaya bir kız hediye etmek zorundadır. O sene de kralın kızına denk gelmiş nöbet ki, kız ejderhanın elindedir. Sarı Saltuk, kralın kızını bir şekilde ejderhanın elinden alır ve krala getirir. Kral, “Dile benden ne dilersen” der, Sarı Saltuk ise “Hayır, biz bir şey dilemeyiz! Allah rızası için yaptık, biz buraya Allah’ın aşkını, sevgisini getirmeye çalıştık” diye cevap verir. Kral çok ısrar edince, “Bana şu kalenin dibinden bir yer ver, tekke inşa edeyim ve insanlara güzel şeyler anlatayım” der.


·       Bu anlatıda mitoloji, efsane ve menkıbe birleşmiş, ama bunlardan Sarı Saltuk’un oraya gelip bir tekke inşa ettiği ve buna da bizzat kral tarafından onay çıktığı anlaşılıyor...

Bu noktada iki farklı kültür çatışması ortaya çıkıyor. Yukarıda Hırvat Krallığı’nın kalesi, aşağıda Osmanlı tekkesi; o bölgenin kime ait olduğuna dair kavga hâlâ sürmektedir.

·       Yukarısı kale, aşağısı tekke…

Hersek Krallığı gönüllü bir şekilde Osmanlı’ya bağlanıyor. Bunun sonucu olarak Kral, çocuğunu Osmanlı’ya devşirme olarak veriyor. Ancak Kraliçe Roma’ya kaçıyor “Oğlumuzu niçin Osmanlı’ya veriyorsun?” diyerek. Kraliçe’nin mezarı şu an Vatikan’da. Hırvatlar o mezarı bu bölgeye getirmek istiyorlar, zira bölgenin kendilerine ait olduğunu göstermek derdindeler. Bu yüzden bölgede bir çatışma noktası var.

Bir başka çatışma noktası da Mostar’da. Gelirken Hum tepesinin üstündeki “haç”ı gördünüz; o haçın dikilme amacı, bölgenin Hırvatlara ait olduğunu göstermektir. Bu bölgede bir kültür sıkışmışlığı var. Mostar’ın en doğusunda, Osmanlı döneminde izni alınmış ve yapılmış bir Ortodoks kilisesi mevcut; batısında ise Katolik kilisesi ve merkezde camiler var. Osmanlı’nın son döneminde, Mostar’da iki Ortodoks, bir de Katolik kilisesi vardı. Evliya Çelebi zamanında 45-50 cami vardı.

·       Evliya Çelebi’nin kayıtlarında 45-50 olan camiden bugün kaç cami kalmıştır?

Mostar civarında ayakta kalan cami sayısı 20-25 civarında. Savaşta, nehrin diğer tarafında kalan camiler dinamitlerle havaya uçurulmuştu, bazıları büyük hasar ve zarar görmüştü. Doğu, yani Boşnak tarafı diyebileceğimiz noktada camiler daha canlı…

“Kopuşun sebebi, tekkelerin susması”

·       Mostar’a Osmanlı’dan önce geldiği anlaşılıyor Sarı Saltuk Tekkesi’nin. Peki, hangi aşamalardan geçti bu tekke?

Bu tekkede her dönem farklı bir tarikat faaliyet göstermiş; Halvetî, Mevlevî, Bektaşî, Rıfaî... Belki sıralamasını şu an yanlış yapıyorum ama süregelen belli bir tarikat yok…

·       Peki, müşterek bir tekke mi burası?

Evet, aynen öyle… Hafta içi her Perşembe, Pazar ve Pazartesi akşamları zikir olur. Tekke şu an Nakşibendi tarikatına mensup olup, zikirleri Blagay’daki Kanuni Sultan Süleyman Camii imamı Stolaclı Şeyh Halil Brzina’ya vekâleten icra ediliyor.

Mesela kültür hayatı açısından her yılın Mayıs ayının ikinci haftasında, Balkanlardaki bütün tekkeler gelip Blagay’da zikir yaparlar, hem de yatsı namazından sabah namazına kadar. Geçen sene Ömer Tuğrul İnançer ve Kalkandelen’den Metin İzzeti Hoca gelmişti. İzzeti Hoca, Balkanlarda tasavvuf ve tekkeyle alakadar uzman bir kişidir.

Mayıs ayının ikinci haftasında buraya gelmiş olsak, bütün tarikatları orada ortak zikir yaparken göreceğiz. Mekân neye müsaade ederse o oluyor. Sesli zikir oluyor, semalar oluyor, halk katılıyor, iştirak ediyor, dinliyor. Mesela bir şeyh, yarım saat zikrini yapıyor ve kenara çekiliyor, sonra diğer bir şeyh geliyor, ama başka bir bölgeden, farklı farklı milletlerden. Her şey aynı dilde olmuyor bazen.

Bizim bu bölgeyle bağlantımızı koparmamızda ya da bağlantımızın kopmasında en büyük etken de tekkelerin susması olmuş. Türkiye’de tekkeler kapatıldığı zaman, burayla gönül bağlarımızı da koparmışız. Bir örgüt düşünün, hem de bölgeleri ve alanları olan; Türkiye’deki merkezi kapattığınız zaman diğerleri de otomatik olarak bitiyor. Burada bir şekilde, yarım yamalak da olsa yürüdüler, hatta Yugoslavya döneminde baskıyla. Ama Türkiye’de o bağlantı koptuğu için biz o köprüleri işletemedik. Tasavvuf bu bölgenin çok yabancı olmadığı, insanlarla temas edebileceğimiz daha yumuşak bir yol. Osmanlı gelmeden önce burada tekke açmaya müsait zemin bulmuşsa, demek ki Sarı Saltuk gibi erenler, buradaki insanlara faydalıydılar ve iyi şeyler öğretiyorlardı. Onlar burada zanaat, sanat ve güzel kelam öğretiyorlardı. 

·       Anlaşılan bizim tekke altyapımızı ve engin tarihî birikimimizi belki yeniden ihya ederek eski köprüleri tekrar kurmamız gerekiyor…

Saraybosna’dan Mostar’a giderken “Koniç” adındaki kasabada eski bir Osmanlı köprüsü vardır, bu kasabanın Belediye Başkanı bana dedi ki, “Avusturya-Macaristan döneminde yıkılan bir köprü ve tekke vardı, Mehmet Çavuş tekkesi, hemen caminin yanında, onlar hakkında bana bir şey bulabilir misin? Çizim veya bilgi… Ben bu tekkeyi inşa edeceğim”.

Almanca bildiğim için Avusturya arşivini taradım ama bir şey bulamadım. Başbakanlık Arşivi’ne yazdık, birkaç belge geldi; çizim yok ama ufak tefek bilgiler var. Birkaç kitaptan araştırma yaptım. Oradaki insanlar kimseden bir destek beklemiyorlar, sadece “Bana bilgi ver, ben kendi kaynaklarımla tekkeyi ihya edeceğim, ta ki insanlar gelsinler, sohbetlerini yapsınlar”.

Bu bilgileri biraz daha toparlayıp Belediye Başkanı’na sunacağız ve tekkeyi tekrar inşa edeceğiz. Oradaki büyük alanda cami, caminin yan tarafında da mezarlık var, bazı yerler boş. Bu noktada Başkan, “Yerini tespit edebilirsek edelim, ama kaç odalıymış, misafirhanesi ve mutfağı var mıymış?” diye soruyor. O tekke, Osmanlı’nın son dönemlerinde yapılmış bir tekke, ama Birinci Dünya Savaşı’nda yıkılmış.

“Mostar sadece Köprü ve Blagay Tekkesi’nden ibaret değil!”

·       Mostar’ın sosyal dokusu ve nüfusunu öğrenebilir miyiz?

Mostar’ın nüfusu 110 bin ve bu nüfusun yarısı Hırvat, yarısı Boşnak. 10-15 Yahudi vardır, bin civarında da Sırp. Nehrin genellikle doğu tarafı Boşnak; batı tarafının da yine beşte biri Boşnak’tır. Zaten nehrin o tarafında da Osmanlı’dan kalan cami, köprü ve hamamlar var -tabakhane bile o tarafta-.

Hum tepesindeki haçın dibinden aşağıya indiğiniz zaman, orada da Müslüman mezarları ve camiler var. Camileri Hırvatlar çöplük olarak kullanmışlar. Boşnaklar kavga gürültüyle temizlemişler camileri ve ihya etmişler.

Mostar’ın entelektüel kesimi, savaş sonrası şehri terk etmiş ve Avrupa’ya göçmüş. Daha sonra köylerde yaşayan insanlar da Mostar’a gelmişler. O yüzden entelektüel hayat Mostar’da Saraybosna kadar canlı değil. En büyük sıkıntı, buraya gelen insanların bir gün bile Mostar’da kalmamaları. Bir şehri tanımak istiyorsanız sabah akşam gezeceksiniz; bu ülkeye gelip 2-3 gün geçirdiğinizde, mutlaka bir gününü Mostar’a ayırmalısınız. Mostar’a gelenler sadece köprüye bakıp dönmesinler, burası sadece Köprü ve Blagay Tekkesi’nden ibaret değil!

·       Peki, Mostar’ın ihyası için Türkiye neler yapabilir?

Mostar bir kültür şehridir, İslam şehirdir. Hırvatlar buna karşılık olarak Mecgoriye diye bir şehir kurdular ve din turizmi yapıyorlar. Zamanında burada yaşamış bir azizin mezarını tamir ettiler, bir kilise yaptılar dağın tepesine ve belki de “Blagay’a karşı bir dinî şahsiyet oluşturmaya, kendi Sarı Saltuk’larını yaratmaya çalışıyorlar” diyebiliriz. O bakımdan Hırvatlar, geldikleri zaman direkt Mecgoriye’ye gidiyorlar; Mostar Köprüsü onlar için çok ilginç olmayabiliyor.

Peki, neler yapılmalı? Öncelikle insanımızın Mostar’ı tanıması gerekiyor. Biri Mostar’a geldiği zaman, bir gün Mostar’da muhakkak kalmalı, gece gezmeli, köprüye çıkmalı. Yani Mostar’da bir 24 saat geçirmeli.

Daha fazlasını söyleyeyim… İkinci gün Poçitel’e, Stolac’a, belki biraz daha yolu uzatınca Nevesinye’ye kadar gidilmeli. Saraybosna çok öne çıkmış ama Mostar gerçekten çok sıkıntılı bir konumda. Hırvat bölgesinin arkalarında Hırvatistan var ve onlar oteller, alışveriş merkezleri yapıyorlar, turist getiriyorlar. Mostar’da biri Boşnak, biri Hırvat, iki terminal var. Uluslararası gelen bütün otobüsleri Hırvat terminaline çekiyorlar, kilisenin yanına. Otellerin çevresinden gelen insanlar Boşnak tarafına geçip geziyorlar ama bir içecek ya da en fazla bir çanak çömlek alıyorlar, o kadar!

Bir terminal gerekiyor Boşnaklara. Bu noktada Türk Hava Yolları’nın da direkt olarak Mostar’a sefer açması lazım. Bu bağlamda farklı bir perspektiften olaya yaklaşırsak, Mostar ve civarında bence artık cami inşası yapılmamalı. Türkiye’nin yaptığı birçok cami şu an kapalı ve bunun sebebi “Müslüman Boşnak yöneticilerin kendileri”. Mostar Köprüsü’nün civarında bulunan üç caminin üçü de ibadete kapalı. Camilerin minarelerinde baz istasyonları var; camiye gelenlerse kılık kıyafete uymadan giriyorlar içeri, avluya geçmek isterseniz para ödüyorsunuz üstelik.

Cami yerine okullara kaynak ayrılabilir. Bosna-Hersek’teki 100 okulda Türkçe dersi seçmeli yabancı dil. Bu okulları her ziyarete gittiğimizde, “Duvarımız kırık”, “Çatımız dökük”, “Tahtamız yok” gibi şikâyetlerle karşılaşıyoruz. Bu noktada bence belediyelerin, böyle bir yatırım yapacakları zaman muhakkak Türk Büyükelçiliği’ne haber vermeleri, restorasyon işlerini TİKA, eğitim işlerini de Yunus Emre ile yapmaları daha iyi olur. Burada iş ve hizmet yapacakların ilk önce kesinlikle Büyükelçilik’le irtibata geçmeleri gerekiyor. Bilgisi olduğu zaman Büyükelçilik, konuyu doğrudan TİKA’ya yönlendiriyor. Çünkü TİKA, burada Büyükelçilik’ten sonra kurumsal hafızası en güçlü olan kurum ve kuruluş veya restorasyon işlerini yıllardır yapıyor. Bu kurumlarla işbirliği yapmadan, yapılan hiçbir icraat yerini bulmuyor.

Türkiye’nin Mostar’a bakışı nasıl olmalı?

·       Peki, bölgede diğer Müslüman ülkelerin faaliyetleri var mı?

Mostar’da Suudi Arabistan Kültür Merkezi var, 5-6 sene oldu kurulalı. İngilizce ve Arapça dil kursları, hat kursları gibi kültür-sanat faaliyetleri yapıyorlar.

·       Mostar’daki Müslüman bölgesinde 4-5 yıldızlı oteller var mı?

Maksimum 30-40 kişi ağırlayabilecek bir otel var. Bazı otellerse karışık; sahibi Hırvat mı, Boşnak mı belli değil. Mostar’a öncelikle Türk Hava Yolları doğrudan uçmalı, ardından oteller ve terminal yapılmalı. Mostar, Saraybosna’nın çok gölgesinde kaldı ki bahsettiğim şeyler yapılmazsa kalmaya da devam edecek.

·       Mostar’da üniversite var mı?

Mostar’da biri Hırvat, biri Boşnak, iki üniversite var. Boşnak üniversitesinin adı “Cemal Bigadiç Üniversitesi”. Cemal Bigadiç, 80’lerde yaşamış bir isimdir. Tito’nun ikinci adamıydı, uçağının bir suikastla düşürülmesi üzerine şehit oldu. Hastaydı o zamanlar, ülkenin başına geçeceği düşünülüyordu. Müslüman bir şahsiyetti.

Savaş sonrası Hırvatlar da, Boşnaklar da birer üniversite kurdular. Cemal Bigadiç Üniversitesi’nde üç senedir Türkoloji bölümü de var. Bu üniversitenin Türkiye tarafından yapılan iki fakülte binası ve bir medresesi var.

·       Türkiye’den öğrenci geliyor mu buraya?

Mevlana programı ile gelen 7 öğrenci var.

·       Öğrenci sayısı tahminen ne kadardır Cemal Bigadiç’in?

3 ila 5 bin arasında değişir; başka şehirlerden de geliyorlar…

·       Türkiye burada okullaşma olarak başka nasıl katkı yapabilir? Yunus Emre olarak siz bunun neresindesiniz?

Bosna’da, 100 civarındaki okulda Türkçe dersi, seçmeli yabancı diller arasında. Yunus Emre olarak biz de buna destek oluyoruz. Mostar’ın bağlı bulunduğu Hersek Neretva Kantonu’nda 18 okul var. Yani Koniç’te 7-8, Mostar’da 8, Stolac’da 1, Çaplina’da (Hırvat bölgesi) 1 okul var. Bu okullarla sıkı temas halindeyiz. Türkçe öğreten öğretmenler olduğu için, o öğretmenlere belli bir yol ve yakıt gideri veriyoruz. Gittiği aylık mesafeye göre masraflarını karşılıyoruz. Haliyle okullar da Boşnak ve Hırvat diye ayrı. Yahut da bir bina içerisinde iki müfredat mevcut: Hırvatların müfredatı, Boşnakların müfredatı…

“Sorun, ‘Türkiye söz verdi, ama yapmadı’ şeklini alıyor”

·       Türkiye’nin burada etkin varlık göstermesi hususundaki tespitleriniz nelerdir?

Buradaki birçok kuruluşun sıkıntısı “finansman”… Özellikle de Türkçe öğretiminin… 6 bin öğrenci Türkçeyi seçmiş, üç tane Türkoloji fakültesi var…

·       Bu Mostar’da mı, genelde mi?

Bosna-Hersek’te de problem farklı değil. Mostar’daki öğrenci, Türkçe seçtiği için bir beklentiye giriyor, Türkçe öğrendikten sonra Türkiye’deki firmalarda, Yunus Emre’de çalışma hayali kuruyor, “Mütercim olabilir miyim?” diye düşünüyor. Okula Türkçe dersini sokuyorsunuz, öyleyse o okula bir şeyler yapmanız gerekiyor. Onlar bunu söylemeseler bile siz hissedebiliyorsunuz. Buraya Türkolojiyi soktuysak, binayı da yaptırmalı, devamını getirmeliyiz. Yani otel de yapacağız, terminal de, fabrika da kuracağız, kurumlar da açacağız. Açacağız ki bu çocuklar burada istihdam olunsunlar ve dil açısından da bir sorunları olmasın.

Otel yapılabilecek binalar var Mostar’da, büyük eski meslek liseleri var; savaştan sonra harap olmuş ama elverişli olabilir bu binalar. Mostar’ın kurtarılması, desteklenmesi gerektiği düşünülüyorsa, Türkiye, Mostar’a otel yapılacağı zaman finansman noktasında “Kazanır mıyım, kazanmaz mıyım?” noktasına girmemeli. Yaptığı zaman fonksiyonel, konferans ve sinema salonları olan büyük oteller yapmalı. Bu imkânlar sadece Hırvat tarafında var, Boşnak tarafında yok!

·       Yani Mostar’ı cazibe merkezi yapacak hizmet sektörü eksiğimizin kalmaması gerekiyor…

Ama bu yatırımları yaparken, altını üç dört defa çiziyorum, buradaki TİKA ve Büyükelçilik’le, Türk Turizm Ataşeliği ile irtibatlı bir şekilde çalışılmalı…

·       Bir de Mostar tarıma dayalı ürünler üretmeye daha müsait bir arazi ve iklime sahip sanırım, değil mi?

Mostar, bu bölgenin aslında sebze ve meyvesini karşılayan bir alana sahipti. Savaştan önce sadece Mostar’da meyve suyu, alüminyum, uçak ve şarap fabrikası vardı. Civar şehirlerden 10-15 bin insan bu fabrikalarda çalışmaya gelirlerdi. Ancak şimdi hiçbiri yok!

·       Maalesef Mostar’ı çok ihmal etmişiz; tabiî bu, yüz yıl kendimizi ihmal ile alakalı da bir durum… Buralarla ilgili kaygılar ancak tam anlamıyla şu son 10 yıldır çekiliyor.

Bize şok etkisi yapan olay şuydu: Biz Cumhuriyet sonrası 80’lerde Afganistan Savaşı’nı da gördük, 90’da Irak Savaşı’nı da. O savaşlarda Müslüman birbiriyle kavga ediyordu, birbirini vuruyordu. Bosna Savaşı olunca bizde farklı bir tepki oluştu diğer savaşlara nazaran. Çünkü bizim burada bıraktığımız bir Müslüman nüfus, bir miras vardı ve bu, Hıristiyanlara bıraktığımız bir şeydi. İşte bizim ağırımıza giden de oydu! O yüzden Bosna Savaşı’na çok tepki verdik. Irak’taki insan sayısından daha az insan burada öldürüldüğü halde, burayla ilgili kafamızda uyanan facia şokunun sebebi budur!

·       Buradaki savaşı ve yaşanan dramı Osmanlı ve İslam gururumuza…

Yediremedik! Burada Boşnakları öldürdükleri zaman “Türkleri öldürüyoruz” diye öldürüyorlardı. Bu Türkiye’de ortak bir tepki doğurdu; farklı partilere mensup insanlar, askerlik şubelerine giderek  “Bizi Bosna’ya gönderin, asker olmak istiyoruz!” diye talepte bulundular. Bosna’yı farklı bir sahiplenme oldu, çünkü buradaki insanları “Türk” diye öldürdüler; Hıristiyanlara bırakıp gittiğimiz Müslüman nüfusun vatanıydı burası.

·       Evet, topyekûn bir uyanışa sebebiyet verdi ve Türkiye’de Balkanlar denen bir realitenin varlığından haberdar olundu. Yüz yıllık bir uykudan uyandık, şimdi Türkiye’den kafile kafile insan gelip gidiyor ve şu turizm hareketleri bile muazzam bir farkındalık oluşturuyor...

Bir hatıramı anlatayım… Bir okul müdürünü ziyaretimde, önüme bir A4 kâğıt çıkardı. “Ne bu?” dedim, “Bu benim akrabalarımın listesi”  dedi, “Dedemin babası, onun oğlu, benim amcam bu! İzmir’de yaşıyor. Polis… Onun adı ‘Ahmet’… Numarasını buldum”. Böyle bir harita çıkarmış ve internetten bir şekilde konuşmaya çalışıyor, tabiî ne kadar konuşabilirse...

Buradaki birçok insan, akrabalarının Türkiye’de olduğunu biliyor. Bazıları irtibat kurabilmiş, bazılarıysa kuramamış; çünkü buradaki göç dalgası farklı aralıklar ve periyotlarla gelişmiş.

·       Gönül köprüleri, soy köprüleri, din köprüleri tekrar mı kuruluyor yani?

Köprü kuruldu ama iyi inşa edebilmek ve bir daha yıkılmaması için buraya bir yatırım yapacaksak bunu Türk kurum ve kuruluşlarıyla yapmak lazım. Yunus Emre’yle, TİKA’yla, Büyükelçilik’le, Din Ataşeliği ile… Çünkü siz buraya kuru bir romantizmle gelip gidiyor, yapılması gereken bir şey görüyor, söz veriyorsunuz: “Tamam, okulunuza yardım edeceğiz!” Siz söz verip gittikten sonra bize geliyorlar. Türkiye’nin herhangi bir kurumu, herhangi bir kişisi geldiği zaman “Türk söz vermiş” oluyor, Diyanet veya belediye değil. Sorun, “Türkiye söz verdi, ama yapmadı” şeklini alıyor.

·       Burada bir koordinasyon meselesi var ve koordinasyonsuz iş yapmamak mı gerekiyor?

Çünkü burada bugüne kadar -üzülerek söylüyorum- çok heba olmuş para ve gayret var...

·       Evet, bilinçsiz kullanılan para, aynı zamanda israftır…

Çünkü biz birçok şeyi kendi başımıza yapmak isteriz. Ama koordineli olarak ve işbirliğiyle yapıldığı zaman, o iş daha sağlam bir zemine oturmuş olur.

·       Ben devletin çok somut adımlar attığını, çok iyi örgütlendiğini görmüş oldum. Belki bu çalışmalar yeni birimler de çıkaracaktır. Ama devlet aklının çok doğru yolda ilerlediğini gördüm; temkinli de gidiyor, güzel de gidiyor. Elbette her şey birdenbire olmaz, sabırla dokumamız gerekiyor bu bilinci. O iradeyi de gördüm ben…

Öyle olmak zorunda, çünkü biz bu coğrafyayla alakalı olarak savaştan sonra çalışma yapıyoruz.

·        “Coğrafya” deyince, aklıma Mostar coğrafyası düştü… Şu haç dikili dağın adı nedir?

Batıdaki dağın adı “Hum dağı”dır. Hum da Hersek Krallığı’ndan önceki krallığın/beyliğin ya da düklüğün adıdır. Birkaç yüzyıllık bir yaşantıları olmuş o bölgede, daha sonra Hersekliler gelmişler. Tepedeki 27 metrelik haç, savaş sonrası BM bünyesinde Mostar’dan sorumlu olan İspanyol Barış Gücü askerlerinin katkılarıyla inşa edilmiştir.

·         Çok teşekkür ederim… Mostar ile ilgili güzel bir dosya çıktı sayenizde...