Montrö’den İstanbul Kanalı’na

Yeri ve zamanı gelince, şartlar müsait olunca anlaşmalar değişebilir. İlgili tarafların da kabul etmesiyle adı geçen anlaşmaların Türkiye’nin zararına olan maddelerinin değişmesi mümkündür ve gereklidir. Türk, ne suyun akışını ne de gemilerin beleş geçmesini seyretmemelidir. İstanbul Kanalı’nın yapımı esnasında ortaya çıkacak teknik ve mali sorunlar işin başka bir tarafıdır. O sorunları tahammül edilebilir seviyede tutmak ise iktidarın görevidir.

HATIRLANMALIDIR ki Lozan Anlaşması’nda Boğazlar ile ilgili maddeler, doğrudan Sevr Projesi’nin tekrarıdır. Çünkü Sevr’de Boğazların idaresi, “Uluslararası Boğazlar Komisyonu”na bırakılmıştı. Boğazların doğusunda ve batısında yirmişer km, toplam 40 km genişliğindeki alanda Türkiye asker bulunduramayacaktı. Boğazlardan her ülkenin ticaret ve savaş gemileri serbestçe geçecekti. Boğazlardan geçen bu gemilerden Türkiye ücret alamayacaktı.

Görüldüğü gibi Lozan Anlaşması’nda Boğazlar konusunda da Türkiye’ye büyük bir kötülük yapılmıştır. Boğazlar coğrafî olarak her ne kadar Türkiye sınırları içinde kalmış ise de Türkiye’nin egemenlik hakkı gözetilmemiştir. Lozan, sadece bu hâliyle bile Türkiye için bir “felaket” olmasına karşılık “büyük bir zafer” sayılmış, aksini yazmak ve konuşmak suç sayılıp cezalandırma konusu yapılmıştır.

1930’larda Lozan Anlaşması’nın taraflarından birisi olan İtalya’nın yayılmacı, saldırgan siyaseti başlayınca Boğazlar için yeni bir statü ihtiyacı doğmuştur. Türkiye, Boğazların idaresinin kendisine bırakılmasını istemiş, İngiltere ise Karadeniz’e kıyısı olmayan Almanya ve İtalya gibi ülkelerin Boğazları serbestçe kullanmasını kendi çıkarları için tehlikeli addetmiştir. Aynı dönemde Türkiye’nin Almanya yerine İngiltere’ye sadık kalmasını da İngiliz hükümeti gerekli görmüştür. Karadeniz’e kıyısı olmayan ülkelerin savaş gemilerine getirilecek süre ve tonaj kısıtlaması SSCB’nin de çıkarına uygun olduğundan 1936’da Montrö Boğazlar Sözleşmesi yapılmıştır.

Artık Boğazlar Komisyonu’nun görevini Türkiye yapacaktır. Boğazlardan her ülkenin ticaret gemisi serbestçe ve ücretsiz geçecektir. Karadeniz’e kıyıdaş olmayan ülkelerin savaş gemilerine tonaj ve süre kısıtlaması uygulanacak ama SSCB’nin (Rusya’nın) savaş gemilerine kısıtlama olmayacaktır. Türkiye Boğazlardan geçen gemileri denetleyemeyecek, ücret alınmayacaktır. Buna rağmen dönemin CHP Genel Başkanı Kemal Paşa, “Montrö, Lozan’ın tacıdır” demiştir. Ortada bir taç olmadığı gibi Montrö bu hâliyle Küçükkaynarca Antlaşması’ndan daha geridedir. Yine de Montrö’de bir taç varsa, o taç, Rusya’ya ve Boğazları serbestçe kullanan ülkelere aittir. Taç tesellisi de Türkiye’ye aittir.

Dünyada ücretsiz geçilen hiçbir boğaz ya da kanal yoktur. Türk vatandaşları, İstanbul Boğazı’nın altından ve üstünden geçerken para ödemek zorundadır. Ancak yabancı ülkelerin her çeşit gemisi Boğazlardan geçerken ücret ödememektedir. Türkiye için bu durum acizliktir. Üstelik Rusya gibi Karadeniz’e kıyıdaş olan ülkelerin her türlü savaş gemisi de Boğazları serbestçe geçme hakkına sahiptir. Buna rağmen Montrö Sözleşmesi’ne “taç” denebilir mi? Taç olsa bile o taç asla Türkiye’ye ait değildir.

İstanbul Kanal Projesi ile birlikte Montrö Sözleşmesi yeniden gündem olmuştur. Muhalefet çevrelerine bakılırsa “kanal” yanlıştır. Çünkü ABD istediği tonajda savaş gemisini İstanbul Boğazı’ndan geçiremediğinden, Montrö Sözleşmesi’ni İstanbul Kanalı ile aşıp donanmasını Karadeniz’e ulaştırma isteğindedir. Bunun için İstanbul Kanal Projesi ortaya atılmıştır. Cehalet ürünü olan bu sözlere karşılık, Montrö Sözleşmesi, Çanakkale ve İstanbul Boğazları ile Marmara denizini kapsamaktadır. ABD’nin Karadeniz’e ulaşmak için böyle bir planı olsa bile bu nasıl işleyecektir? Montrö’ye rağmen ABD donanması Çanakkale Boğazı’nı ve Marmara denizinin nasıl aşıp da İstanbul Kanalı’ndan Karadeniz’e ulaşacaktır?

İstanbul Kanalı’nın arkasında ABD’nin ve onun BOP’nin olduğunu iddia edenler, ABD’ Başkanı Biden’in “Tayyip Erdoğan’ı devirmek için Türkiye muhalefeti ile birlikte hareket edeceğiz” vaadini unutuyorlar. Tayyip Erdoğan, ABD planı için İstanbul Kanalı’nı yapıyor ise aynı ABD Tayyip Erdoğan’ı devirmeğe mi yoksa iktidarda tutmaya mı uğraşır? Türkiye’de muhalefet, işte böyle sefil bir seviye üzerinden yürütülmektedir.

Tarihte her ne kadar Sokullu Mehmet Paşa’nın İzmit Körfezi’nden Sakarya nehri yoluyla Karadeniz’e ulaşmak gibi bir projesi var ise de bu proje Montrö tartışmalarında her nasılsa önemli bir yer işgal etmemiştir. Ancak İzmit Körfezi, Sapanca gölü ve Sakarya nehri güzergâhından böyle bir projenin olması dikkat çekicidir.

18 Ocak 1994’te DSP Genel Başkanı Bülent Ecevit, partisinin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı Necdet Özkan ile yaptığı basın toplantısında “İstanbul Kanalı Projesi”ni anlatır. Projenin güzergâhı aşağı yukarı bugün ilân edilen güzergâhtır. Taha Akyol, kanal projesi ile Montrö Sözleşmesi’nin ihlâl edileceğini şimdilerde haftada bir kere tekrar etmiş olmasına karşılık ilginçtir ki 2011’e kadar projeyi eleştiren tek yazı yazmamış. ABD’nin Montrö’yü aşarak Karadeniz’e ulaşma çabasından hiç söz etmemiş. Ne zaman ki Tayyip Erdoğan 2011 genel seçimleri öncesinde “çılgın” projeleri arasına İstanbul Kanalı’nı almış, işte o tarihten sonra Taha Akyol gibilerde şafak atmış, Montrö’nün mânâ ve önemini vurgulama ihtiyacı ortaya çıkmıştır. 

Kemalizm ile birlikte Türk siyaseti, sömürgeci Avrupa ülkelerine itaati bir kural olarak benimsemiştir. Türkiye’nin dış siyaseti bir korku siyasetidir. Londra gibi deniz kıyısında olan şehirlerin nasıl olup da başkent yapıldığını akıllarından geçirmiyorlar. Oysa Ankara’nın başkent olması kararını bile dönemin İngiltere Başbakanı Ocak 1919’da Paris Barış Konferansı’nda açıklamıştır. Ankara’nın başkent yapılmasını bile “İstanbul boğaz kıyısındadır, savunması zordur, işgal edilebilir” açıklamasını savunan askerî yetkililer vardır. Tıpkı bunun gibi İstanbul Kanalı’nın yapılması ile Trakya’nın askerî açıdan savunulamayacak duruma geleceğini iddia eden general ve amiraller bulunmaktadır.

Üstelik Boğazların deniz trafiği, 100 yıl öncesine göre oldukça kalabalıktır. Yerleşim yeri olan Boğaz kıyıları için bu kalabalık deniz trafiği büyük tehlikedir. Montrö’nün kazandırdığı hayâli taç ile İstanbul ve Çanakkale Boğaz kıyılarına kalabalık deniz trafiğinin yol atığı tehlikelere Türkiye hâlâ itiraz edemiyor.

Bazı çevreler “Montrö can simididir” demeye devam ediyorlar? Dedikleri belki doğrudur, ancak Montrö’nün hangi ülkeler için can simidi olduğu açıktır. Her ne kadar Karadeniz’e kıyıdaş olan bütün ülkeler için can simididir denilse bile bu iddianın bütün ülkeleri kapsamadığı yalnızca Rusya için söz konusu olduğu bir gerçektir. Çünkü Rusya, Karadeniz’in tek hâkimi gibi davranmaktadır. 2008’de karadan ve denizden Gürcistan’ı işgal edip, Abhazya ve Güney Osetya’yı Gürcistan’dan ayırmış, Gürcistan’ı fiilen üçe bölmüştür. Aynı Rusya 2014’te Kırım’ı Ukrayna’dan gasp etmiştir. Rus yetkililerin böylesi işleri yaparken, Türkiye’yi de “Montrö’ye dikkat et” diye tehdit etmesi kendi çıkarı ve Karadeniz’de kurduğu tek taraflı hâkimiyetin yıkılacağı korkusundan dolayıdır.

Türkiye’nin elbette Gürcistan veya Ukrayna için Rusya ile savaşması gerekli değildir. Ancak bu hâliyle Montrö Sözleşmesi Türkiye’nin Boğazlar üzerindeki egemenliğini sıfır seviyesinde tutmuştur. İstanbul Boğazı’na en azından ticarî gemiler için bir seçenek oluşturacak İstanbul Kanalı’na muhalefet çevrelerinin “Montrö ihlal edilir” korkusu ile itiraz etmesi ibretliktir.

Rusya yöneticilerinden önce muhalefet çevrelerinin İstanbul Kanalı’na itirazları dış çevrelere bir karpuz kabuğu hatırlatmasıdır. Oysa fiili bir durum ortaya çıkmıştır. Boğazlardaki seyrü sefer yoğunluğu, Boğazların çevresi için ciddi bir tehlike durumuna gelmiştir. Başta petrol taşımacılığı olmak üzere bazı maddelerin taşımasına bir sınırlama getirilmesi gibi düzenlemeler yapılmaz ise Boğazların çevresi için tehlike giderek büyüyecektir. Montrö Sözleşmesi’ne göre petrol gibi ürünlerin taşınması için de bir kısıtlama getirilemez. Geriye kala kala İstanbul Kanalı gibi seçenekler bulunmaktadır.

Lozan ve Montrö Anlaşması, Türkiye’nin zararına, diğer imzacı ülkelerin faydasına olmuştur. Dönemin CHP yöneticileri, tek parti iktidarlarına dış destek bulmak ve kişisel iktidarlarını dış destekle garanti altına almak için kolayca bu anlaşmaları kabul etmişlerdir.

Günümüzün özgür Türkiye’sinde bu anlaşmaların yol açtığı zararları aklı hür, vicdanı hür olanlara kabul ettirmek mümkün değildir. CHP yöneticilerinin yaptıkları, bu anlaşmaların Türkiye’nin zararına olduğu her yeni gelişmeyle ortaya çıkmasına rağmen bazı çevrelerin bu anlaşmaları gökten inmiş kutsal metinler gibi dokunulamaz, tartışılamaz saymaları Türkiye’nin zararını alkışlamakla eş anlamlıdır.

Üstelik Montrö ve Hatay meselesinde olduğu gibi Lozan Anlaşması değiştirilemez değildir. Yeri ve zamanı gelince, şartlar müsait olunca anlaşmalar değişebilir. İlgili tarafların da kabul etmesiyle adı geçen anlaşmaların Türkiye’nin zararına olan maddelerinin değişmesi mümkündür ve gereklidir.

Türk, ne suyun akışını ne de gemilerin beleş geçmesini seyretmemelidir. İstanbul Kanalı’nın yapımı esnasında ortaya çıkacak teknik ve mali sorunlar işin başka bir tarafıdır. O sorunları tahammül edilebilir seviyede tutmak ise iktidarın görevidir.