Modernleşme ve gelenek arasında

Geleneksel toplumlarda dayanışma omuz omuzadır. Amazon yağmur ormanlarında yaşayan vahşi hayvanların yağmurla birlikte açık alanda toplanıp birbirlerine temas ederek hep birlikte yıldırım tehlikesinden korunmak istemeleri, geleneksel toplumların yansımasından başka bir şey değildir.

SANAYİ Devrimi ile başlayan süreç, iki büyük savaşın yaşanmasına vesile olmuştur. Özellikle İkinci Dünya Savaşı, dünya çapında hâkimiyet mücadelesinin farklı bir yöne doğru evrildiği en önemli dönemeçlerden biridir. Bu dönemeçte dünya, ABD ve İngiltere-Fransa eliyle gelişmekte olan ve gelişmemiş olan toplumlar eksenine oturtulmuştur. Garip olan, bu üçlü bağlamda, dolap beygirinin başına bağlı yoncayı yemek için sürekli dönme durumunun yaşanmasıdır. Yani bu üç grup her zaman aynı makamda durmaktadır. Bu üçlünün daha çok Batılı ülkelerden oluşan birincisinin en önemli misyonu, diğer iki gruba Batı bakış açısı düzeyinden “modernleşme” ve “demokratikleşme” ihraç ve ikâme etme mücadelesidir.[i]

Modernleşmenin model ve referans noktası, genelde Batı, özelde ABD’dir. Temel hedef ise ekonomik, sosyal ve siyasal düzeyde çalışmalar yürüterek toplumu geleneksel olandan koparmaktır. Gelenekselden koparmak, modernizme geçişin birinci ve en önemli adımıdır.

Bu en önemli adım, dış yardım ve yatırımlarla desteklenmekte, Batılı değer ve davranışlar benimsetilmektedir. Bu faaliyetin olmazsa olmazı da parlamenter demokrasinin uygulamasıdır (Marshall 1999: 261). Burada modernleşmenin bir ilerleme olarak anlatılması aldatmacası yaşanmaktadır. Şöyle ki; yukarıdaki satırlarda bahsi geçen modernleşme faaliyeti, gelişmekte ve gelişmemiş olan toplumların gelişmiş toplumlara yetişmesi, onlar gibi olmasıdır. Dolayısıyla modernleşme bir ilerleme değil, Batılı değer yargılarıyla mücehhez hâle gelerek onunla eşitlenmesidir.[ii]

Elbette bu eşitlenme sürecinin engeli konumunda olan geleneğin ortadan kaldırılması esastır. Bu eşitlenme, meslekî uzmanlaşmada çeşitlilikle şehirleşmeyi düzenlemek, sosyal hareketlilik, yüksek siyasal katılım, yüksek ekonomik gelişmişlik ve yüksek okuryazarlıkla ortaya çıkmaktadır. Bütün bunlara ilâve olarak aktif bir şekilde kitle iletişim araçlarının kullanımını da gerektirmektedir.[iii] Her ne kadar gazete, dergi, radyo, televizyon, sinema ve internet gibi unsurlar kitle iletişim aracı olarak sayılsa da en etkili olanları radyo, televizyon ve internettir.

Bu eşitlenmenin yani modernleşmenin tuzağı, iletişim ve teknolojik gelişmelerin toplumsal yapıyı değiştirdiği gerçeğinin gizlenmesinde yatmaktadır. Özellikle kitle iletişim araçlarının siyasal ve toplumsal değişmedeki yadsınamaz rolü her zaman saklı tutulmuştur.

Batı’nın modernleştirme faaliyetini insanî bir gayret olarak görmek, bilmeyerek yapılıyorsa gaflet, bilerek yapılıyorsa ihanettir. Çünkü bu faaliyet kitle iletişim araçlarıyla desteklenen kompleks ve kapsamlı bir faaliyettir. Yeniliklerin yayılması ve hayata geçirilmesi “değişim, değişme, asrileşme, çağdaşlaşma” olarak adlandırılan ve bilgi, ikna, karar ve onaylama aşamalarını kapsayan bir faaliyet olarak ferdî, toplumsal ve kültürel unsurlara sahiptir.[iv] Bu aşamaların tamamında, bilhassa ilk iki aşamasında kitle iletişim araçlarının tartışılmaz bir etkinliği vardır. Bir başka ifadeyle yazmak gerekirse, hiçbir toplum, kitle iletişim araçları olmadan sözgelimi modernleştirilemez, demokratikleştirilemez.


Toplumsal meyve: Çürük mü, taze mi?

“Toplumsal değişmenin önemli bir aracı da kitle iletişim araçlarıdır. Kitle iletişim araçları halkın kafası ve yüreği aracılığıyla geçiş toplumlarının psiko-politik yaşamına köklü girdiler sağlamaktadırlar. Çağdaşlaşmanın iletişim boyutunu algılayabilmek için üç önermeyi enine boyuna düşünmek zorundayız:

1) Kitle iletişim araçları halka yeni özlemler aşılamaktadır ve empatik bireysel imgelem hızla (görünüşe bakılırsa Iogaritmik olarak) toplumsal başarıların ötesine geçmekte, bu da ‘düş kırıklığı’ dediğimiz doyumsuzluğa yol açmaktadır.

2) Düş kırıklığının artık görülen tehlikelerine karşın kitle iletişim araçları dünyanın dört bir yöresinde hızla yayılmaktadır.

3) Doyumun en çoğa çıkartılması olarak düşünülen çağdaşlaşma, ancak ve ancak aydınlatıcı bir iletişim kuramı ve uygulaması yürürlüğe konabilirse başarıya ulaşabilir.”[v]

Böyle diyor Daniel Lerner. Sahi, Daniel Lerner kimdir?

1950’lerde Batı dışı ülkelerde eşitleme (!) konusunda çalışmalar yapan bir isim Lerner. Özellikle Ankara Balgat’ta Türk modernleşmesiyle ilgili geniş çaplı çalışmalar yapan ilk isimlerden biri. Lerner bu çalışmasını, 1958 yılında “Geleneksel Toplumun Göçüp Gidişi” adlı eseriyle yayımlamış. Eserin özü, geleneksel yapının terk edilmesi ve modernizme geçiş ve bunda kitle iletişim araçlarının etkisi ve rolü. Lerner açık açık gelenekçilik algısının kırışmasında ve geleneksel toplum yapısındaki halkın psikolojik özelliklerini değiştirme konusunda kitle iletişim araçlarının başarılı olacağını ortaya koymuş.

Bununla da yetinmemiş Lerner, geleneksel yapının değişim ve eşitlenmenin önünü tıkayan unsur olduğunu ve bu tıkanıklığın geleneksel yapının terk edilmesiyle giderilebileceğini ve bunun için de gelişmiş ülkelerin diğer ülkelere yardım etmesinin şart olduğunu yazmıştır.

Lerner’e göre, gelenekselden modernleşmeye geçiş ancak kültürün taşıyıcısı ve yayıcısı rolündeki kitle iletişim araçlarıyla mümkündür. Çünkü modernleşme kendiliğinden olmaz; bu nedenle Batı kültürü yüceltilmeli ve geleneksel olan bırakılmalıdır. Lerner’e göre, kitle iletişim araçlarını kullananlar Batı kültür dünyasıyla tanışacak ve bu yönde değişecek, modern olacaktır.

Lütfen dikkat buyuralım; 1958 yılında, Ankara’da yapılan bir araştırmada ortaya konulan sonuçlar bunlar!

Bu eşitlenme yani modernleşme gerçekleştiğinde, geleneğin kaybolacağı gerçekliğinin yanında, yeni gelecek olanın ne olacağı sorusu her zaman bir dilemma olarak kalmıştır. Bu yolculuğun sonunda, teknolojik gelişmelerle insan ilişkilerine ve hayatına büyük kolaylıklar getiren modernleşme mi, yoksa insan hayatının içini boşaltan modernleşme mi yaşanacaktır? Bu yolculuğun toplumsal meyvesi ne olacaktır? Kaybedilen gelenek, yerini mutlu bir yaşama mı, yoksa bozulan insanlar arası ilişkilere, zayıflayan bireyler arası bağlara, kaybolan yakınlık duygusuna veya bireyler arasında güvensizlik ve yalnızlık dolambacına sığınmaya mı bırakacaktır? Bütün bunlardan sonra, bireyin maruz kaldığı kitlesel tecridi neyle ve nasıl açıklamak gerekecek?

Modernleşme, gelenekten kurtulup özgürleşen (!) insanların damıtılmış ve yalıtılmış hayatlarına, zayıf, kendine ve toplumuna yabancılaşmış ve başka bir geleneğe boyun eğmeye hazır, kimliksizleşmiş ve aidiyet duygusunu kaybetmiş hâllerine nasıl bir çözüm sunacaktır?       

Modernleşme gelişmekte ve gelişmemiş olan toplumlar için bir kurtarıcı mıdır, yoksa başka bir şey midir? “Modernlik, siyasal anlamda sömürgecilikle doğrudan ilintili bir kavram ve uygulamasıdır. Sömürgecilik, sömürüyü farklı makyajlar içinde uygulayıp gerçek kimliğini açığa vurmamak için popüler kavramlar üretmiştir.”[vi]

Soru şu olmalıdır: Gelişmekte olan ve gelişmemiş olan toplumları gelenekten koparmak için bunca çabanın gerçek sebebi nedir?

Tek başına dağ başında, geceleyin ve elindeki ateşle kalmış biri kurtla karşılaştığında, kurdun öncelikle ona saldırmadığı, onun elindeki ateşe saldırdığı bilinir. Çünkü kurdun, o kişinin elindeki ateşi aldıktan sonra onu hâlletmesi kolaydır. Toplumlar için gelenekler tek başına, dağ başında, geceleyin kalmış bir insanın elindeki ateşe benzer. Ateş yere düştükten sonra sanal, siber, online (çevrimiçi) toplum ve dijital toplum gibi isimlerle adlandırılan yeni yapıda bireyin durumu, kurt tarafından ateşi elinden düşürülmüş o insan gibidir; yalnız, savunmasız ve çaresiz… Bu yapıdaki toplumun ve bireylerin hâlini Bauman şöyle açıklar: “Bunlar ortak üzüntüler, ortak kaygılar ya da ortak nefretlerden oluşan topluluklardır; ancak her durumda ‘askı’ topluluklarıdır; pek çok yalnız bireyin kendi yalnız bireysel korkularını astıkları bir çivinin çevresinde anlık bir toplanmadan ibarettir.”[vii]

Oysa modernleşme için bir engel olarak görülen ve kaybedilmesi için çaba sarf edilen geleneğin eseri olan geleneksel toplumların en önemli özelliği, bireyler arası ilişkilerin samimiliği ve yüz yüzeliğidir. Geleneksel toplumlarda dayanışma omuz omuzadır. Amazon yağmur ormanlarında yaşayan vahşi hayvanların yağmurla birlikte açık alanda toplanıp birbirlerine temas ederek hep birlikte yıldırım tehlikesinden korunmak istemeleri, geleneksel toplumların yansımasından başka bir şey değildir.

Geleneğin kaybı, toplumsal hafızanın kaybıdır aslında. Bu kaybın telâfisi olmuyor ne yazık ki. Neyi kaybettiğimizi anlamanın sırrı, “Ocağı uyandır” yerine “Ocağı yak”, “Lâmbayı dinlendir” yerine “Lâmbayı söndür”, “Kapıyı sırla” yerine “Kapıyı kapat”[viii] deyişimizde saklı değil mi?



[i]Solmaz, B. (2011). Modernlik ve modernleşme kuramlarına yöneltilen eleştiriler. Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 32, 35-58.

[ii] Kongar, E. (2014). Toplumsal değişme kuramları ve Türkiye gerçeği. İstanbul: Remzi.

[iii] Sevsay, E. Y. (1993). Modernleşme ve toplumsallaşma sürecinde kitle iletişim araçları. Marmara İletişim Dergisi, 2, 141-159.

[iv]  Yaylagül, L. (2006). Kitle iletişim kuramları, Ankara: Dipnot

[v] Lerner, D. (1980). Çağdaşlaşma sürecinde iletişimin işlevi. (Çev.: Nabi Avcı), Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi Uluslararası Hakemli İletişim Dergisi, 3, 109-134.

[vi] Cereci, S. (2012). Medya Yapımları ve Yapım Teknikleri, Ankara: Nobel

[vii] Bauman, Zygmunt (2005), Bireyselleşmiş Toplum, İstanbul: Ayrıntı.

[viii] Bahadıroğlu, Y. (2015).Nezaket medeniyetinden kabalık uygarlığına!, https://www.yeniakit.com.tr/yazarlar/yavuz-bahadiroglu/nezaket-medeniyetinden-kabalik-uygarligina-12348.html, Erişim tarihi: 10.12.2022.