Modernitenin sancılı tarihine giriş

Kullanım şekline dikkat ettiğimizde, kavramın farklı boyutları çıkar karşımıza. Saçma bulduğumuz soru, anlamlı hâle gelir. O hâlde itiraz etmeyelim, o kavramın geniş kullanıldığını, anlamının “aynı çağda yaşamanın” ötesine çıktığını kabul edelim. Ve gönül rahatlığıyla soralım: Bizim Yûnus mu daha çağdaş, şu ekranlarda çemkiren kılkuyruk mu? Aynı hesapla, Fatih Sultan Mehmet’ten daha çağdaş birini bulabilir miyiz? Farabî ile kim boy ölçüşebilir? Yahut Mimar Sinan’ın eline su dökebilecek biri çıkar mı?

“MADEMKİ konumuz modernite ve iletişim, o hâlde modern modern iletişelim”… Diye bakabiliriz. Lâkin o kadar basit değil. Hem, modern olmak ne demek?

Daha başlarken anlaşmazlık doğma ihtimâli yüksek.

Bazı kavramlar, kelime olarak karşımıza geldiğinde bile kimine itici, kimine sempatik geliyor.

Demokrat kelimesi zevk için “demir kırat” olmadı. Modern ve modernite de aynı yoldan geçen kavramlar arasında. “Moderin” şeklinde kullanılması, mevzuların derin olmasından.

Tam burada, “İlimon ektim taşa, ilimon yar aman/ Amanın, bitmedi kaldı kışa” iyi gider. Fonda yürüsün…

“Modernlik” ve “çağdaşlık” gibi kavramlar, bazılarının diline çok uğruyor. Biz çağ dışıyız, onlar çağdaş. Biz geriyiz, onlar modern. Anlayış bu!

Çağdaşın tanımına bakarsak, “aynı çağda yaşayan, çağcıl, asri, muasır” açıklamasını görürüz. Bu durumda “Kim daha çağdaş?” sorusu saçma! Bugün hayatta olanların hepsi birbiriyle çağdaş. 15. yüzyılda yaşayanların da hepsi birbiriyle…

Kullanım şekline dikkat ettiğimizde, kavramın farklı boyutları çıkar karşımıza. Saçma bulduğumuz soru, anlamlı hâle gelir. O hâlde itiraz etmeyelim, o kavramın geniş kullanıldığını, anlamının “aynı çağda yaşamanın” ötesine çıktığını kabul edelim. Ve gönül rahatlığıyla soralım: Bizim Yûnus mu daha çağdaş, şu ekranlarda çemkiren kılkuyruk mu? Aynı hesapla, Fatih Sultan Mehmet’ten daha çağdaş birini bulabilir miyiz? Farabî ile kim boy ölçüşebilir? Yahut Mimar Sinan’ın eline su dökebilecek biri çıkar mı?

Mevzu inceldikçe inceliyor, görüyorsunuz.

Gelelim “modernite”ye…

Derler ki, “Modernite, Avrupa'da yaklaşık olarak 17. yüzyıl civarında ortaya çıkan, zamanla tüm dünyaya yayılan toplumsal değerler sistemine ve organizasyonuna verilen isimdir. Genel anlamda gelenek ile karşıtlık ve ondan kopuşun bireysel, toplumsal ve politik yaşam alanlarının tamamındaki dönüşümü ya da değişimidir”.

Modern olacaksan, geleneğe sırtını döneceksin. Cemil Meriç’in ifadesiyle, “muhtevası çağdan çağa, ülkeden ülkeye, yazardan yazara değişen” medeniyet üzerine fazla kafa yormayacaksın. Batı medeniyetine şapka çıkaracaksın. (Şayet varsa böyle bir medeniyet!)

Cenneti bu dünyada vaat eden “Aydınlanma Çağı” ürünü olan “modernite” kavramı, ortaya çıkışından itibaren insanlardaki beklentiyi yükseltince akıl ve bilim silah olarak kullanılır hâle gelmiştir.

Bir yanda yüksek tüketim sevdası, bir yanda açlık… Gelir dağılımındaki adaletsizliğin sonucu, başka ne olsun? Zengin ile fakir arasındaki makas her gün biraz daha açılırken… Zengin daha zengin, fakir daha fakirleşirken, adaletten söz edilemez. Aradaki ilişkinin ve varsa iletişimin de yüksek gerilim içermesini makul karşılamak zorundayız.

“Modernite” kelimesini ne zaman duysam, son kısmına odaklanırım. İşimiz tuğlalarla değil, kelimelerle. Bilhassa çağrışımlar öyle yerlere götürüyor ki… İte kaka değil, gönüllü yolculuklar kaçınılmaz oluyor. İtiyle atıyla üzerimize saldıranların amansız gayretine çok yakın zaman önce şahit olmuşken… O saldırganların moderniteye tapınanlar olduğunu görmüşken ve bilmişken…

Çok sevdiğimiz at ve it üzerine birkaç kelâm etmekten geri durmamalıyız düşüncesindeyim.

At bahsi uzun, onu başka zamana bırakıp doğrudan it üzerine eğilmek ve birkaç noktaya dikkat çekmekte fayda var.

Köpekler cins cins, çeşit çeşit. En bilindik tasnifiyle çoban köpeği, bekçi köpeği, av köpeği şeklinde sayabiliriz. Süs köpeği ile polis köpeğini de eklemek gerekir. Kızağa koşulanları da unutmak olmaz. Hepsini bir yana bırakarak, modernite tutkunu Batılılara ve onlara âşık olanlara bakabiliriz. Algılamakta zorlandıkları hususların başında, hem modern, hem gelenek taraftarı olmak geliyor sanırım.

Başörtülü bir kadını araba kullanırken görmek şaşırtıyor meselâ. Hacı amcaları direksiyonda görmek de onlar için büyük bir hayret vesilesiydi bir zamanlar.

“Hacı! Hem gâvurlara laf ediyorsun, hem de gâvurların yaptığı arabayı kullanıyorsun, ne iş?” Bu tür sataşmalar geride kaldı. Galiba zamanla alışıldı. Başörtülü kadınların araba kullanmasıyla ilgili kanaatin değişmesi ise biraz daha zaman alacak gibi.

Külüstür bir arabada gördüklerinde itiraz yok da, lüks araba olduğu zaman kaşıntı yapıyor. O kafaya göre böyle şeyler yakışıksız. Kabullenilmesi zor. Mümkün olsa da yasaklansa…

Bir ufak parantezde, geçenlerde rastladığım bir sahneden bahsetmek isterim.

İri yarı bir dört çeker. Siyah. Direksiyonda başörtülü bir kadın. Ağzında sigara. Sol kolunu camdan dışarı çıkarmış. Tek yönlü sokağa tersten girmiş. Aksi yönde ilerlemeye çalışıyor. Karşıdan gelen araçlarla mücadele içinde. Sokak geniş değil. Bir yanda peş peşe park etmiş araçlar da var.

Bu manzara ile karşılaşınca “Aha!” dedim, “Adamlar haklı mı ne? Bari ters yöne girmeseydi”.

Büyük Türk ressamı Kenan Evren’in dediği gibi, “iyi orta, gol getirir nitekim”. Böyle güzel pas verirsen… Değil mi? Biri çıkar, bir laf eder, cevap bile veremezsin. Modern ite fırsat vermemek gerekir!

İletişim konusuna da değinecektik ama bize ayrılan sürenin sonuna geldik. Yine de birkaç söz söylemeden geçmeyelim.

İletişim geniş bir bahis. Moderniteyle bir arada anılınca, sorunları görmek için ne dürbün gerekir, ne mikroskop. Aileden başlayıp toplumun her kesimine, her katmanına göz atacak olursak, genel itibariyle sıkıntı tespit ederiz. İşin bu tarafıyla ilgili tespit ve izahları diğer sayfalarda bulacağınıza eminim.