MODERN yaşam, insan üzerinde önemli etkiler meydana getirir. Hızlı yaşam karmaşasından popüler kültür öğelerine, marka aşkından sosyal medya bağımlılığına kadar birçok olgu, etkileriyle birey ve toplumu adeta kuşatır. Bu etkiler bir yana tüketim faktörünün de bu yaşam tarzında her anlamda öne çıkması bireyin üretim potansiyelinden giderek uzaklaşmasına neden olur. Dolayısıyla bir taraftan gündelik hayatın koşturmacası diğer taraftan tüketim kültürü unsurları arasında sıkışan birçok insan için problemler kaçınılmaz olur. Bu durum da bireyi yeni arayışlara sevk eden kritik bir aşamadır. Günümüzde bu yeni arayışlar içerisinde yer alan kuantum düşünce giderek popülerleşen bir yöntem olarak dikkat çeker
Kuantum yaklaşımının temeli 19. yüzyılın ortalarına uzanır. Modern bilimin nedensellik ve kesinlik ilkelerine bir eleştiri sürecinin sonunda teorik fiziğin bir dalı olarak ortaya çıkmıştır. Klasik anlayış, parçacık düşüncesine dayanır. Bu anlayışa göre atomun hızı ve yeri her durum için hesaplanabilir bir özellik taşır. Kuantum yaklaşımı ise atom altı dünya ile ilgilidir. Bu teoriye göre, klasik anlayışın aksine maddenin daha küçük birimlerine gidildikçe nedensellik ve kesinlik azalır. Dolayısıyla atom altı parçacıkların hareketleri değişkendir ve belirsizliklerle doludur. Yine klasik anlayış makro evrende olayların kesinliğini savunur. Fizik yasaları ve nedensellik ilkesi her durumda geçerlidir. Herhangi bir olayın gerçekleşmesi için belirli koşulların oluşması gerekir. Diğer yandan klasik anlayışta makro evrenin statik olduğu kabul edilir. Statik olan evrende nesneler dışarıdan bir müdahale olmadıkça hareket edemez. Buna karşın kuantum teori mikro evrende her şeyin hareket halinde olduğunu savunur. Buna göre hareket mutlaktır ve atom altı dünyada durağan hiçbir tanecik yoktur.[1]
Klasik anlayış, maddeyi makroskobik bir yaklaşımla incelerken kuantum teori, mikroskobik bir yaklaşımı benimser. Tarihsel sürece bakıldığında özellikle Alman teorik fizikçisi Max Planck’ın kuantum varsayımlarının kuantum teori açısından önemli gelişmelere kapı araladığı görülür. Atomların iç yapılarının incelenmeye başlandığı bu dönem klasik görüşün yetersizliğini ortaya koyması açısından oldukça önemlidir. Ardından ortaya atılan Broglie varsayımı (1924) ve Heisenberg belirsizlik ilkesi (1927) bu noktadaki gelişmeleri hızlandırmıştır. Bunun yanı sıra Schrödinger’in ortaya koyduğu dalga mekaniği de kuantum yaklaşımın oluşmasında etkili olan bir diğer fonksiyon olarak yer alır.[2]
Kuantum teoride önemli ilkelerden biri, belirsizlik ilkesidir. Belirsizlik ilkesi ile kesinlik ve nedensellik anlayışı, yerini olasılık anlayışına bırakmıştır. Heisenberg’e göre belirsizlik iki şekilde olmaktadır: Bunlardan birincisi cismin sayısının çokluğundan kaynaklanır. Bu durumda cisimlerin aralarındaki etkileşimler de çoktur ve bu yüzden cisimler önceden bilinemeyecek tarzda değişik davranışlar sergileyerek belirsizliğe neden olur. İkinci belirsizlik ise bir tek cisimden kaynaklanan belirsizliktir. Buna göre belirsizlik dış etkilerle değil cismin kendi doğasından ileri gelir. Bu belirsizlik objektif olarak tanımlanır ve bu noktada artık olasılıklardan bahsedilir. Sonuç olarak denilebilir ki atom belirli bir yer ve zamandan ziyade birdenbire ve önceden bilinmeden var olabilir. Bu durum da belli bir olayın gerçekleşme olasılığının her an var olabildiği anlamını taşır.[3]
Bugün artık kuantum teori fizik dışında ekonomi, felsefe, yönetim, pazarlama ve psikoloji gibi sosyal bilimlerdeki uygulamalarda da kendini gösterir. Örneğin yönetim ve organizasyon alanı günümüz şartları dikkate alındığında daha bütüncül, dinamik ve çok yönlü bir bakış açısını gerektirir. Bu bağlamda son dönemde kuantum yönetimi başlığı altında yapılan çalışmalar dikkat çeker. Kuantum yönetimi, kuantum teorisi ve yönetim bilimi argümanlarının bir kombinasyonu olarak tanımlanır. Burada amaç yönetim sürecinde bilimsel metotların kullanılmasıdır. Bu yaklaşım çerçevesinde hedeflenen esnek bir yönetim anlayışı, belirsizliklerin fırsata çevrilmesi, zaman ve mekân sınırlamasının ortadan kalkması gibi katkılarla yönetim süreçlerinin bilgi çağına uyumlanması sağlanır.[4]
Kuantum düşüncenin uygulama alanlarından biri de pazarlamadır. Kuantum pazarlama olarak ifade edilen bu yeni yaklaşım, müşteri etkileşimini dönüştüren teknoloji odaklı yenilikleri anlamaya temel oluşturur. Pazarlama süreçlerinde yapay zekâ (AI) net ve pratik bir şekilde hayata geçirilir. Örneğin şirketler yapay zekâ kullanarak müşteri içgörülerini gerçek zamanlı olarak toplayabilir ve bu içgörülere sıfır gecikmeyle cevap verebilir. Yine bu yanıtların etkisini anında ölçerek optimizasyon sağlayabilir. Bu da şirketler için önemli bir rekabet avantajı sağlar. Buradan hareketle kuantum pazarlamanın yeni dünyayı anlamaya yardımcı olacak bir çerçeve sunduğunu söylemek mümkündür.[5]
Kuantum düşünce son yıllarda kişisel gelişim, dönüşüm ve farkındalık alanında da oldukça popülerdir. Bu noktada özellikle evreni anlama, düşünce gücü ve içsel potansiyeli keşfetme gibi konuların öne çıktığı görülür. Kuantum düşünce tekniği olarak da ifade edilen bu yaklaşım gündelik yaşam, iş yaşamı, fiziksel sağlık, mental sağlık ve ilişkiler gibi birçok alanda yaşamlarını dönüştürmeleri konusunda bireylere destek sağlar. Ancak burada sosyal medya ve popüler kültür etkisine de bir parantez açmak gerekir. Bu güçlü etkiyle 2024 yılı itibariyle büyüklüğü 46,73 milyar ABD doları olarak hesaplanan küresel kişisel gelişim pazarının 2032’de 69,57 milyar ABD dolarına ulaşacağı yönünde öngörüler mevcuttur.[6]Dolayısıyla kişisel gelişim alanına yönelik bu iştah kabartan pazar potansiyeli kuantum düşünce tekniği uygulama ve eğitimlerini istismar, sömürü ve dolandırıcılığa da açık hâle getirmektedir.
Özetle, kuantum düşünce insan algı ve düşüncesini geliştirmek üzere kuantum fiziğinden ilham alan yeni bir anlayışı temsil eder. Bu anlayış biçimi karmaşık, değişken ve dinamik günümüz dünyasının anlaşılmasında bütüncül, esnek ve derin bir bakış açısı sunar. Bu noktada kuantum düşüncenin ortaya koyduğu felsefe, özellikle karar alma ve problem çözme süreçlerinde bireye önemli bir destek sağlar. Klasik anlayış içerisinde yer alan nedensellik ve kesinlik kavramları kuantum düşüncede yerini belirsizlik, olasılıklar ve dualite gibi kavramlara bırakır. Buna göre gerçeklik sabit ve değişmez değildir ve evrende hareket mutlaktır. Kuantum düşünce bugün kuantum fiziğin ötesinde modern yaşamın birçok alanında değişim ve dönüşümü destekleyen bir perspektiftir. İş yaşamından eğitime, pazarlama alanından psikolojiye birçok farklı alanda sunduğu yeni çerçeve çağın problemlerine sürdürülebilir ve inovatif çözümler sunmaktadır.
[1] Şenyılmaz, A. (2012). Yönetimde Kuantum Yaklaşımı, Organizasyonel Enerjinin Ölçümü İçin Bir Model. Yayımlanmış Doktora Tezi. İstanbul Teknik Üniversitesi. https://polen.itu.edu.tr:8443/server/api/core/bitstreams/eb47f941-dc57-4bb3-86ac-b5a925e9699f/content
[2] https://kupdf.net/download/kuantum-fizigi-universite-notlari_5ba6d08ee2b6f535184e3afa_pdf
[3] Durğun, S. (2015). Kuantum Teorisi’nin Sartre’ın Varoluşçuluğu Üzerinde Etkileri, Kaygı Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Felsefe Dergisi, Sayı 24, 151-175.
[4] Şengöz, M. (2022). Kuantum Fikrinin Yönetim Bilimine Katkısının İncelenmesi, IBAD Sosyal Bilimler Dergisi, (13), 1-12.
[5] Primola, N. (2023). Book Review: Quantum Marketing by Raja Rajamannar. Management and Business Review, Vol. 3, No. 1 & 2.



