Modern Haçlılar

11 Eylül 2001’de ABD’nin İkiz Kulelerine yapılan terör saldırılarının tozu dumanı arasında, 12 Eylül gününden itibaren Bush’un yaptığı konuşmalardan akılda kalan cümleler, ABD’nin yeni dönemdeki eğilimlerini özetler nitelikteydi. “Teröre karşı savaş”, “Haçlı Seferi”, “önleyici savaş”, “Ya bizden yanasınız, ya düşmandan yana” gibi ifadeler, ABD yönetiminin işgal politikasının işaret fişekleriydi…

HAÇLI Seferleri düşüncesinin ve doğuş hareketinin sebebi, bu konu üzerinde çalışan ilim adamlarını meşgul eden en önemli konudur. Bu hareketi doğuran sebeplerin çeşitliliği üzerinde durulmasına rağmen, Batı dünyası Haçlı Seferlerinin asıl etkeninin dinî unsurlar olduğu kanaatindedir.

Hâlbuki Orta Çağ Avrupa toplumunu bu seferlere zorlayan unsurlar, aslında siyâsî, sosyal ve ekonomik sebeplerdir. Batılılarca ileri sürülen dinî motif ise sadece itici bir güçtür. Kilise’nin bundaki rolü inkâr edilemez. Meselenin diğer can alıcı sebebi ise, Doğu’nun zenginliğidir. Çünkü Haçlı Seferleri düşüncesinin ortaya atıldığı sırada, Avrupa’da yıllardan beri süregelen açlık, yoksulluk ve toprak azlığının yanında Derebeylerin zulmü yadsınamaz bir gerçektir.

Bu gibi sıkıntıların doğurduğu kargaşanın yanında ücretli askerlik anlayışı ve kolonizatör bir taşma hareketi de başlamış bulunuyordu. Avrupa toplumu üzerinde en büyük etkiye sahip bulunan Kilise, hem düzenin bozukluğuna çâre arıyor, hem de gittikçe artan gücünü Doğu’ya hâkim olmak için kullanmak istiyordu. Bu hareketin başlamasına öncülük eden Kilise’nin, Doğu’ya yapılacak bir seferin sağlayacağı faydaları topluma yayarken dinî motifi ön plâna çıkarması normaldi.

Haçlı Seferlerine katılanlara günahlarının affını ve uhrevî mükâfat vaat eden Kilise, siyâsî amacını gerçekleştirmek için dinî motiften faydalanmıştır. “Kutsal toprakları kurtarma” sloganı, Haçlı Seferlerinin hedefini açıklamaktan ziyâde gizlemek maksadıyla kullanılmıştır. Zira bu seferlerin hedefi olarak gösterilen Kudüs, Hazreti Ömer tarafından fethedildiği 638 yılından beri Müslüman hâkimiyetindeydi. Batı Hıristiyanları bu duruma en küçük bir reaksiyon göstermemiş, Bizans ise durumu kabullenmişti.

Ancak 11’inci yüzyılın sonuna doğru Batı toplumunda meydana gelen uygun ortam sayesinde Avrupa harekete geçme fırsatını yakaladığına, yüzyıllardan beri bütün Akdeniz çevresine hâkim bulunan Müslümanların gücünü kırabileceğine ve özellikle yarım asırdan beri Anadolu’ya yerleşmekte olan Türkleri söküp atarak bu topraklara sahip olabileceğine inanıyordu.

Özetle, 1096-1272 yılları arasında sekiz kere yapılan kanlı “Haçlı Seferlerinin” hedefleri, Müslüman coğrafyadaki zenginlikleri pây-mâl etmek idi. O güruha verilen muharrik mânevî güç ise (!) Kilise’nin itici gücüdür.         

Yukarıda hülâsasını verdiğimiz hâliyle tarih kitaplarındaki “Haçlı Seferlerinin” asıl sebeplerinin sosyolojik izahtan anlaşılacağı gibi, hedefledikleri kirli gâyeye varmak için her yolu mubah gören dünün sömürgeci krallıklarının günümüzdeki “Makyavelist” uzantıları, modernizmin pagan “Haçlıları”, aynı tornadan çıkmışlardır.

Bugün bu hakikatle karşı karşıyayız.

Zira karşılarındaki en büyük engel, yine Müslüman milletimizdir. Bu bir tecelli-i İlâhîdir.

Sanayi İnkılâbı sonrasında güncellenen emperyalist iştah

Karanlık bir dönemin Batılı müstevlilerine inat aydınlık bir çağ yaşayan İslâm dünyasının Fatih Kumandanı İkinci Sultan Muhammed Han’ın İstanbul’u fethinden sonra, Haçlı Batı, önceleri Amerika kıtasındaki kavimleri katlederek oradaki zenginlikleri pây-mâl ettiler. Bunun yanında Batı’nın diğer Haçlı emperyalistleri ise, başta Hindistan, Uzak Doğu ve Siyahî Afrika’yı sömürmeye, insanlarını köleleştirmeye başladılar. Ve yine emperyalist devletlerin iştahını kabartan meseleye gelince…

18’inci yüzyıl ortalarında İngiltere’de başlayan ve 1850’den sonra hız kazanarak diğer Batı Avrupa ülkeleriyle Kuzey Amerika ve Rusya’ya, daha sonra da Japonya’ya yayılan Sanayi İnkılâbı, insanlık tarihinin kuşkusuz en önemli aşamaları arasında yer almaktadır. Bu süreç, sonunda hızlı teknolojik gelişme ve artan dünya ticaretinin de etkisiyle büyük üretimi arttırdı. Sanayileşen ülkelerle diğer ülkeler arasındaki gelişmişlik düzeyi makası giderek açıldı.

Sanayileşen Haçlı Batı’nın endüstri çarklarını döndürmesini sağlamak için Osmanlı Cihan Devleti’nin mülkündeki coğrafyalarda bulunan “neft” (petrol ve türevleri) adlı madene ya zorla ya da hileyle el koymaları gerekiyordu(!). Avrupa’daki emperyalistler, hedeflerine ulaşmak için iki yüz sene evvel içimizden mankurtlar devşirmeye başladılar; “Tanzimat” denilen süslü demokrasi serüveni ile Cihan Devleti’nin bünyesindeki farklı anâsırı (unsurları) diniyye ve milliyye anlamında böldüler.

Haçlı tasallutuna bent olan Osmanlı Cihan Devleti’ni Sevr’e zorladılar, Sykes-Picot Anlaşması ile arzuladıkları kirli emellere o tarihî şartlar muvacehesinde ulaşmış oldular. Ancak Millî Mücadele ruhu ile Müslüman milletimizin şanlı direnişi, Batılı müstevlilerin milletimize zorla dayattığı Sevr’i paramparça etti. Selçuklu ve Osmanlı Devletlerinin mîrasçısı olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti, yüz yıl evvel o paçavrayı yırtıp attı.

Lâkin kurulan Cumhuriyet, Batı’nın dayattığı vesâyetten, Haçlı Seferlerinin plânlı ve kirli şekillerle bezenmiş değişik taarruzlarından kurtulamadı. Bugün bize dayatılmaya çalışılan zilletin esbâb-ı mûcibesi ne ola?

11 Eylül 2001’de ABD’nin İkiz Kulelerine yapılan terör saldırılarının tozu dumanı arasında, 12 Eylül gününden itibaren Bush’un yaptığı konuşmalardan akılda kalan cümleler, ABD’nin yeni dönemdeki eğilimlerini özetler nitelikteydi. “Teröre karşı savaş”, “Haçlı Seferi”, “önleyici savaş”, “Ya bizden yanasınız, ya düşmandan yana” gibi ifadeler, ABD yönetiminin işgal politikasının işaret fişekleriydi. Sonrası malûm… Afganistan, sonra Irak ve Suriye…

Dün sırtlarına “haç” zırhı giyen şövalyeler gibi, bugün de ölüm kusan silahlarla, uçaklarla dehşet saçtılar. Dün hedef Kudüs’tü, bugün Bağdat, Kâbil, Halep…

Sadece ABD değil! Avrupa’nın Haçlı katillerinin hedefleri de dün Kudüs iken, daha sonra Mostar, Srebrenitsa, Saraybosna ve nice Evlâd-ı Fatihan yurdu oldu.

İçimizden devşirdikleri mankurtlar vâsıtasıyla kırk senedir “PKK” denilen katil çetesine her türlü silah tahkimatı ve siyâsî destek sağlıyorlar. İnancımızın sâfiyetinden istifade ederek “Evanjelist” karakterli FETÖ’yü besleyip büyüttüler. Sonra da yakın tarihimizin en zalim kalkışmasına omuz verip desteklediler.

Bugün başta ABD olmak üzere Batı’nın sömürgeci devletleri, Fransa, Almanya, İngiltere, Hollanda ve dahi Rusya’nın Irak ve Suriye’deki varlıklarının başka nasıl bir izahı olabilir? Bugün “Modern Haçlı Seferlerine” girişmiyorlar mı?

Orta Doğu’da, Akdeniz’de, Libya’nın bulunduğu Şimâl-i Afrika’daki Mağrip ülkelerinde, Kara Kıta Afrika coğrafyasında sömürgeci emellerine engel olan milletimize karşı, bazı Körfez ülkelerinin despot krallarını, Helenist kültürün vârisi ve ”Megalo İdea”nın ütopik  şımarığı Yunanistan’ın Akdeniz’deki tutumu, “İkinci Sevr” hayâli değil midir?

Ya kölelik ve sömürgeciliğin mimarı Fransa’nın başta Cezayir, Moritanya ve Çad’daki katliamlarının yanında Ruanda’daki (1994 yılında 100 gün süren) soykırımda yarım milyondan fazla Tutsi ile ılımlı Hut’u katletmesi? Bu katliamların sorumlusu Fransa, Avrupa Birliği’nin şımarık çocuğu Yunanistan’ı -âmiyane tâbirle- tezgâhlıyor. Silah tüccarı sömürgeci Fransa’nın Yunanistan’a biçtiği rol, kiralık katilliktir.

Almanya ile Fransa arasındaki bilek güreşinin (it dalaşı, affedersiniz) Akdeniz’deki kavgada kime yarayacağını zaman gösterecek. Almanya’nın sömürge hayâlinden vazgeçmediği de ayrıca değerlendirilmelidir.

Bir parantezi de Rusya için açmak gerekecektir. Doğu Akdeniz ve Libya’da oyuna dâhil olmak için paralı asker kullanmak ve yamağı Ermenistan’ı şımartmak, meşhur Rus politikasının alâmet-i fârikasıdır.

Buna dair dün yaşadıklarımızın serencâmını, Cennet mekân Seyyid Ahmet Arvasî (ks) gibi, meseleyi tarihin süzgecinden ve imbiğinden geçirip Kur’ân ahkâmı ile değerlendirmeliyiz.

“Kırk yıllık Yanni, olur mu Kani?” özdeyişinde ifade bulduğu gibi, ABD’den, Moskova’dan, İngiliz hayranı Şerif Hüseyin’in torunlarından bize dost olmaz.

Baş tâcı nasihat ise şöyle: “Sen dinlerine uymadıkça, ne Yahudiler, ne de Hıristiyanlar asla Senden râzı olmazlar. De ki, ‘Allah’ın yolu, asıl doğru yoldur’. Sana gelen ilimden sonra, eğer onların arzu ve keyiflerine uyacak olursan, bilmiş ol ki, Allah’tan Sana ne bir dost, ne bir yardımcı vardır.” (Bakara, 120

Bundan gayrı kelâm etmekten Allah’a sığınırım. Vesselâm…