İNSANLIK, dünyayı
parmağında oynatma ihtirasına kapılmış akılların (!) yöntemleriyle günbegün
görünürde değişip yenilenirken, hakîkati dillendiren her bir şeyden
yoksullaştırılıyor.
“Yeni”
unvanlı her gelişme, rutin hayat akışlarının içine bir müjde gibi düşüyor.
Rabbin
“Hayy” İsm-i Şerîfince yaratılmış olan ve “Kayyum” İsm-i Şerîfinin tecellisi
olarak yaşatılan insanoğlu, görmesi, bilmesi ve öğrenmesi için tezyin edilmiş
dünyada sergilenen tüm hakîkatlere, güzelliklere ve mesajlara nankörlükte sınır
tanımazken, yine İlâhî gücün “Kün feyekün!” emri ile insana bahşedilmiş
keşiflere büyük teveccüh gösteriyor.
İlâhî
olandan uzaklaştığı nispette kendi türünün ürettiği “yeni”liğe daha hızlı
yaklaşıyor, daha çabuk kabulleniyor ve çok kolay etkileniyor.
Tüm
insanlığı malzeme olarak gören, kobay gibi kullanmaktan çekinmeyen, insan aklı
ile düzenlenmiş materyalizm, kapitalizm, fütürizm gibi kuramlarla üretim ve
tüketim mekanizmalarından “daha ve daha” fazla rant devşirmek için insanı
köleleştiren sistemlerin tuzağına düşen insanlık, “ne” karşılığında “neye”
eriştiğini sorgulamadan büyük bir hayranlıkla “yeni” olana talip oluyor.
İnsan,
kıyamete kadar eskimeyecek tüm hakîkatleri içinde barındıran Vahy-i İlâhî ile
arasına bariyerler kurulduğunu fark etmedikçe, uzaklaştırıldığı hakîkatlere
kendini yaklaştırma gayretini göstermedikçe ve dünya genelinde büyük resmi
seyretmedikçe, kendisi için plânlanmış olanlardan habersiz, hizmet alan değil,
hizmet sektörünün devamı için kullanılan bir araca dönüştürüldüğünü fark
edemiyor.
İnsanoğlu,
yeni dünyanın yeni dili modernitenin, büyük bir kaygı ile tüm “klâsik”lerle
kavgası olduğunun ayırdına varamayınca, antika hükmündeki mîrasını bitpazarında
üç beş kuruşa satmaya teşne oluveriyor.
İnsanlığı
sömürmek üzerine bir dünya kurmak isteyenler için yaratılış gâyesini yitirmiş,
varlığındaki rûhun “ne”liğini sorgulamayan ve ihtiyacı olanı talep etmeyen,
değişimleri şartsız kuralsız, neredeyse mutlak bir itaatle kabullenen, makulleştirilmiş
her kişi, tüm sahip olduğu değerleri “yeni” olana kurban ediyor.
Özellikle
son bir asırdır sömürü aklının ürettiği modernite, ukbâ vaadi olmayan,
sonsuzluk tahayyülü sunamayan varlığı sadece dünya ile sınırlı bir tanrı gibi
zaman sunağında kendisine adanacak kurbanlarının çokluğundan beslenerek yol
alıyor. Kesilen başlar, hiçleştirilen rûhlar, kuklaya dönüştürülmüş yöneticiler
ve köleleştirilmiş insan gürûhlarıyla yücelmeye devam ediyor.
Her
eski, kıymettar değildir; ancak yıllara rağmen değer yitimine uğramayan her şey,
“klâsik” unvanını hak eder. Ve toplumlar için her alanda varlığını koruyan klâsikler,
bir kök ve bir öz değer kimliği hükmündedirler. Ve paha biçilmez birer
servettir…
Ancak
söz konusu “kök” son din İslâm’dan beslenen bir damar barındırıyorsa, insanın
adâlet, hürriyet ve eşitlik gibi şartlarını koruyacağından, hesapsız ve
kitapsız biçimde kullanılan bir meta hâline getirilemeyeceğinden, İlâhî yasalar
dairesinde canlı türlerini tüketme konforuna haiz olamayacağından, bu köklü
geçmiş, lâdini sömürgecilerin birinci düşmanı olma vasfını korumaya devam
edecektir.
İşte
bu sebeple inanç merkezli kültürlerin asimile edilmesi için her alan ve
kanaldan misyonerlik yapan modern Haçlılar, görünürde eskiyi yenilerken, saklı
olarak insanı köksüzleştirmek için sahip olunan tüm klâsik değerlerle kavga
ediyor.
Etrafımıza
şöyle bir baktığımızda, gördüğümüz, duyduğumuz, barındığımız, yediğimiz ve
giydiğimiz her bir şeyin değiştiğini ve bu değişime sahip olmak için köleler
gibi çalıştığımızı ve kazandığımızı vererek “yeni”yi satın aldığımızı görürüz.
Mûsikîmiz,
mimarimiz, eşyalarımız, beslenme alışkanlıklarımız biteviye yenilenmelidir.
Çünkü bu, modern Haçlıların plânladığıdır.
Modern
dünyayı dizayn edenlerin yeni trendi, gelen yeni neslin büyükanneleri,
büyükbabaları ve deneyimli hocalarıyla irtibatını kopararak tehdit ve tehlikelere
karşı uyarılmalarını engellemek...
Kimliksiz
ve tamamen kişiliksiz kalmış kitleleri sömürmek hem daha az mâliyetli, hem de
daha kazançlı olacağından, modern Haçlılar, kuracakları yeni kazanç tezgâhlarının
gecikmesini engellemek için yaşlı insanları yani tecrübeyi tehdit olarak
görüyor.
Hâlbuki
tecrübe kıymetlidir. Batı/l bu kıymetin pekâlâ farkında ve tecrübeyi “know-how”
ve “network” şeklinde pazarlamayı profesyonellikten sayarken, pazar olarak
gördüğü toplumların kendilerine yetebilirliğini sağlayacak özgün tecrübelerden
yani yaşayan tarihten uzaklaştırmak istiyor.
Evet,
büyük resmin bize söyledikleri bu minvâlde olunca, evlâtlarımız ve onların
geleceği için duyduğumuz endişeyle Kültür Ajanda’mızın Ekim sayısını “Tecrübe
mektebi yaşlılarımız ve gelecek” teması ile hazırladık. Çünkü gelecek
zamanlarımızın köklerimizle irtibatlı kaldığımız kadar ihtişamlı, evlâtlarımızın
geçmişimizde var olan maddî-mânevî değerleri ve sınanmış tecrübeleri kuşandığı
kadar saâdetli olacaklarına inanıyoruz.
Dergimiz
size ulaştığında, çocuklarınızı aile büyükleriyle, mahallenizde, sokağınızda
yaşayan yahut huzur evlerine terk edilmiş yaşlılarımızla buluşturmanızı, her
bir satırı ihlâsla yazılmış makalelerimizden birini, genç ve yaşlı kuşak bir
aradayken paylaşmanızı umuyoruz…
Huzurlu
okumalar diliyoruz.
Hoşnut kalınız efendim!