Modern dünyanın “Marslı” erkekleri

Fıtrî özelliklerini değiştirip dönüştürmeden, var edildiği kodları koruyarak ve geliştirerek icra edeceği her bir şeyin ibadet hükmünde olacağına inanan erkekler ve kadınlar birlikte aile kalesini koruyabilecek, o evde yetişen çocukların ahlâkı ile geleceği inşâ eden toplum mühendisleri olabileceklerdir.

İNSANLIK, son dönemde hakikate meydan okuyarak cinsiyet kabulleri üzerinden köleleştirilmeye çalışılıyor. Tedaviye muhtaç durumlar için çözüm önerileri sunmak yerine, marazi bir ahlâk sendromu olan cinsiyet karmaşasının körüklenmesinin ardında saklı sebepler dergilerimizin ve sitemizin yazarları tarafından detaylı biçimde ele alındı. Özellikle Haber Ajanda Dergisi Genel Yayın Yönetmeni M. Serhat Bıçak kardeşimin Haber Ajanda’nın kapağından dikkatlere sunduğu “LGBT’nin L’si ‘Lût’ Değildir” adlı dosyası bu konuya insanlık tarihi açısından mercek tutulmuş iyi bir dosya.

Bu referans nedeni ile cinsiyet tercihleri üzerinden kamuoyunun zihin sahiline “özgürlük” flâmalı gemiler yanaştırılıyor olması mevzuuna girmeden, fıtrî kodlarla oynanmaya çalışılan bu konuya “Venüslü” kadınlar ve “Marslı” erkekler diktesine kısaca değinmektir muradım.

Geçen hafta “Venüslü” kadınlara işaret etmiştik. Bu hafta modern dünyanın “Marslı” erkeklerine dair birkaç satırlık not düşelim…

***

Bilinen, olması gereken gerçeklik, insanlık tarihi yazılırken kadının varlığı ya bizatihi yahut dolaylı olarak (bir erkeğe ana olarak) aktif ve etkin bir rol üstlendiğidir. Bu rolün izdüşümüyle insan dünyayı ya âbâd eyledi, ya azâd eyledi ya da ezâya, zulme mahkûm eyledi.

İnsanlık, dünyanın doğusu ve batısıyla, kuzeyi ve güneyiyle, kırsalı ve kentiyle hep bir sebeb-i vücûd hükmünde olan kadının varlığından neşet ederek inşâ edildi.

Bu açıdan baktığımızda, kadın hayatı ya direkt varlığı ile yahut bir erkeğe nakşettiği şefkat, sevgi, muhakeme ve adalet nakışlarıyla bir görgü mektebi olarak şekillendirme yeti ve yetkisini anladığı nispette varlığı gerçek izahını bulmaya devam ediyor.

Bununla birlikte, olumsuz, vasıfların bozulmuş olanlarının kadın fıtratında yer etmesi hâlinde yetiştirilen evlatlarla toplum düzenindeki aksaklıkların farkındalığında kadınların payı olduğu gerçeği ihmâl edilmemeli. Modernleşen kadın “Venüslü” tanımlamasını kuşanınca, yetiştireceği erkeklerin aynı literatürce tanımlanan “Marslı” erkek çocukları yetiştirmeleri ihtimâl dâhilindedir.

Zira kadın genlerinin erkeksiliğe evirilerek dönüşüp bozulması ile anne-çocuk bağından başlayan ve topluma sirayet eden erdem ve inanç zafiyetleri sadece bulunulan alanda kalmıyor ve insanın etkileşim alanı genişledikçe “öğrencilik, askerlik, iş ortamları” gibi alanlar aracılığı ile dalga dalga etki alanı büyüyor.

Unutmayalım ki, kadının erkekle bütünleşince varlığı ehemmiyet kazanıyor. Ve her kadın bir erkek ve her erkek bir kadın ile varlığını izhar edebiliyor. Bu ikili, yaratılış hikmetince nesillerin devamında ve toplum ahlâkında muazzam bir mesuliyet taşıyor.

Dolayısıyla kadının eş olarak, anne olarak, mümin olarak her coğrafyanın kaderinde dâhli kaçınılmaz oluyor.

İşte Yaratıcımızın ikramı bu döngüsel varoluşu ve döngüsel sürecin ehemmiyetini fehmeyleyen ve o fehim ile idrak kapılarını ardına kadar açan ceddimiz, tarih sayfalarına düşen, gerçek olduğu kadar üç kıtaya hâkim olan bir medeniyet inşâsı ile kadını anlamanın hayatı anlamak olduğunun izahını ve ispatını tarihe kaydetmiş.

Sadece bize değil, kulaklarını tıkayan, gözlerini kapayan, bugünün “büyük gücü” olarak tabir edilen ve dünyaya fıtrat asimilasyonu ile zulmü, ezâyı, hoyratlığı, sömürmeyi, tüketmeyi tüm dünyaya servis eden Batı ülkeleri de bu ispattan nasibini almış.

Onlar biliyorlar ki, bu hakikat ancak bizim coğrafyamızda bir komplekse dönüştürülürse tüm dünyada insanlığa dair kutlu olan ne varsa çökecek.

Batı/l, kendi sinema ve dizi filmlerinde aile mefhumunun kutlu olduğuna dikkat çekerken, sadakat üzerinden mutluluk tavsiyeleri sunarken, ihanet edeni dışlarken, akşam yemeğinde masa başında el ele tutuşup Tanrı’ya teşekkür ederken, uyumadan önce, çocuklarıyla birlikte dua ederken, İslâm coğrafyalarına servisle “özgürlük” adı altında dikte edilen sözleşmeler ve sivil toplum çalışmaları, BM bütçeleriyle Doğu’nun ahlâkı deforme edilmeye çalışılıyor.

Kadın, bir coğrafyada aslî melekelerinden ve fıtrî özelliklerinden “-izm” uzantılı ideaların dünyaperest hesaplarıyla uzaklaştırılmış ise o topraklarda insanlık adına bir medeniyet inşâsı mümkün olamayacaktır.

Zira Yaratıcı’nın hayatı idame ve ikâme formülleriyle muazzam bir biçimde kodladığı kadınının zarif ve naif fıtratı, hayatın hoyrat, çirkin ve vahşi alanlarının terbiyecisi hükmünde bir dengedir.

Kadının aslî fıtratını feminizm, kapitalizm, materyalizm gibi süfli ve fâni dünyayı bakiymişçesine yücelten idealar ile deforme etmiş coğrafyalarda görüp göreceğimiz; merhametten, şefkatten, zarafetten, incelikten, letafetten yoksun hâlde hayvanî bir bencillikten neşet edecek bir vahşetin insanlığı yutması olacaktır.

Cinsel kabullerin değişkenliğinden önce servis edilmiş kadının “Venüslü”, erkeğin “Marslı” olma ahvalini bugün algı operasyonlarıyla pompalanan zafiyetin ilk ayak sesleri olduğu gerçeğini göz ardı ettiğimizdendir ki bugün uygun zemin bulan sunumlar karşılık bulmakta zorlanmıyor.

Eşler arasında sıklıkla “Kadın zekâsını anlamak zor”, “Siz kadınların enerjisine akıl sır erdiremeyiz”, “Ne buluyorsunuz da bu kadar konuşuyorsunuz?”, “Bir kadının günlük konuşma kapasitesine bir erkeğin yetişmesi ne mümkün?” gibi ve benzeri pek çok yarı şaka yarı ciddî cümlenin kadın ile erkek arasındaki anlaşılmazlığı körüklemekten başka bir işe yaramadığının farkına varamadık ne yazık ki.

İşte bu tür esprilerin arkasında “Venüslü” kadının karşısına çıkarılmış bir “Marslı” erkek yer alıyordu. Sadece modern dünyanın şartlarını kuşanmış olanlar arasında değil, mütedeyyin tabir ettiğimiz eşler arasında da kullanılan bu iki klişe plâka, kadın ve erkek için bir ön kabul gerçekleştirmişti.

Ve derken, aynı dili konuşamayan, aynı seyir ile hayatı izleyemeyen, aynı zevk ve aynı uğraşlarla birlikte zaman geçiremeyen çiftler tam da modern dünyanın İslâm coğrafyalarına attığı ayrık otu tohumlarının yeşermesiydi ve ayrılıkçı zihinlerin bir evde, birbirine tahammül edercesine yaşamasına yol açalı çok olmuştu.

Fakat öyle kanıksadık ki bu durumu, hiç ayırdına varamadık.

Şimdi hayatlarımıza şöyle bir bakalım: Eğer evinizde iki televizyon varsa ve evin erkeği panel, maç, haber gibi programları izlerken kadın dizi seyrediyorsa, o evde Venüslü bir kadın ve Marslı bir erkek var demektir.

Alınacak eşya ve giysilerin gerekliliği tartışma konusu oluyorsa durum yine aynıdır.

Çünkü modernite her iki bireye de “Tercihinden vazgeçme, kendini kabul ettir!” direktifini vermiştir ve anlaşmazlığın altyapısı bu şartlar altında gelişmeye başlamıştır.

Derken uyum azalmıştır. Eşler arasında (genellikle) birbirinin işine karışmadan ve birbirinin tercihine müdahale etmeden bireysel hayatlar ikâme edilirken, aile bağları ya tahammüle, ya menfaate yahut öğrenilmiş çaresizliğe evirilmeye başlanmıştır.

Kadın arkadaşlarıyla yalnız tatile çıkabilir. Bu özgürlükçü ve güven esaslı bir durumdur. Doğrudur. Ama hep bu şekilde bir özgürlük kabulü geliştirilmişse, birbirinin rengine boyanmak, birbirinin tercihine eşlik ederek birlikte bir huzur inşâsında aktif rol oynamak gibi bir gayret kalmamış demektir.

İşte böylesi ve benzeri durumlar söz konusuysa, bilelim ki o evde modern dünyanın Venüslü kadını ve Marslı erkeği, evlilik vitrini ardında tahammülden mülhem bir yan yana duruş sergiliyordur. Hani, çocukların hatırına…

Bu bir anlayış şeklinde hayata yansıyormuş gibi görünse de aslında anlaşamamanın, anlaşmak için çaba sarf etmemenin bir neticesidir.  Bu durumla mücadele edemeyen, keyfinden ve tercihinden ödün vermeyen, eşini anlamak ve kalbini anlamlandırmak olduğunun farkına varamayan erkekler “Marslı” olmaya can-ı gönülden teşne olmuşlar demektir.

İşin tuhaf tarafı, Batı/ldan ithal bu kabuller bizde işe yarıyorken, Amerikan filmlerinde ve gezi, emlâk alım satım, ev tadilatı programlarında erkek anlaşmaya ve uyum göstermeye talip olup, “Mutlu kadın/eş, mutlu yuva” repliği hemen hemen hayatın pek çok alanında kabul görüyor.

Kadının tercihlerini küçümseyen, meşgalelerini dikkate almayan, yorgunluğunu umursamayan, onu anlamak için dinlemekten önce seyretmeyen, istemeden, beklemeden, beklentiye düşmeden hâline çare üretmeyen, işi, aşı, yolu, yordamı, alışverişi ve hayatın akışını, heyecanı, neşeyi, kederi bölüşmeyen erkekler bilsinler ki, “Marslı” klişesinin en kahraman bireyleri hâline gelmişler demektir.

Eşinin iş yoğunluğunu, zorluklar karşısındaki içe dönüşlerini, suskunluğunun ardında saklı çözüm üretme çabasını, aynı filmi defalarca ve sanki ilk kez izliyormuş gibi dikkat kesilmesinin aslında düşünceli olduğuna ve bir sorunu çözemediğine işaret ettiğini anlayamayan, gözlerinin içi gülümseyerek eşini karşılamayan, kendisi için inşâ ettiği özgürlükçü alanında tek başına dans etmeyi maharetten sayan her kadın da çoktan “Venüslü” olmuştur.

Annelerimizin bizleri evlendirirken yaptığı “Hayat müşterek evlâdım! Kendinden ibaret olmayacak bundan böyle hayat. Evlilik iki kişilik yaşamaktır, unutma!” şeklindeki tembihler işi ve kazancı bölüşmek olarak algılandığından olmalı ki, kedere de, sevince de iştirak etmeyen maddî bir müştereklik anlayışına dönüştü pek çok evlilikte kadın ve erkeğin paylaşımı.

Dünyalı kadınlar ve dünyalı erkeler olarak umudumuzda sonsuzluğu yeşertirsek, birbirimizin varlığında yaratılış vasıflarımızı izlediğimizin farkına varırsak, işte ancak o zaman yaratılış gayemizin gereği tecelli edecektir. Fıtrî özelliklerini değiştirip dönüştürmeden, var edildiği kodları koruyarak ve geliştirerek icra edeceği her bir şeyin ibadet hükmünde olacağına inanan erkekler ve kadınlar birlikte aile kalesini koruyabilecek, o evde yetişen çocukların ahlâkı ile geleceği inşâ eden toplum mühendisleri olabileceklerdir.

Aksi durumda, başka gezegenlerde gezedurmaktan başka bir anlam ihtiva etmeyecektir varlıkları.