Modern çağın kölesi ve külliyesi: Kadın

Modern çağa köle olmayı reddeden ve evine külliye bütüncüllüğü işlevi kazandıran kadınlar, toplumun yükselişinde önder olacaklardır.

YAŞADIĞIMIZ çağın belki de en belirgin özelliklerinden biri, insana varlığını bile unutturabilecek teknolojilerle onu oyalıyor oluşudur. Modern toplumun dayatmalarının zihnimize işlendiği bu mecralarda belleğimizin kirletilmesini kendi rızâmızla onaylıyor oluşumuz bir yana, hayatımızı mengeneye sıkıştırırcasına yaşamaya devam ediyoruz.

Çoğu kimse tarafından anestezi çağı olarak adlandırılan ve insanların, özellikle de kadınların metalaştırıldığı bu dönemde tavrımızı belirlememiz hayatî önem taşımaktadır.

Hemen hemen her toplumun kendine has birtakım özellikleri bulunmaktadır. Biz; kadim geleneğimizin oluşturmuş olduğu, camiyi merkeze alan, külliye bütüncüllüğü yapısından gelen bir toplumun mîrasçılarıyız. Bu açıdan baktığımızda, hayatımızı şekillendiren unsurları görmemiz çok daha kolay olacaktır.

Kültürümüzün getirmiş olduğu en büyük mîraslardan biri olan bu yapılarda; dini, eğitimi, sosyal hayatı ve daha birçok unsuru iç içe geçiren insanın tam mânâsıyla teşekküllü yapısının oluşturulduğunu müşahede etmemiz mümkündür. Günümüzde ne yazık ki bu yapılarla beraber insanın da yetilerinin işlevden kalkması ile modern çağa esir olmuş bulunmaktayız.

Aile yapısının en önemli unsuru, hattâ mihenk taşı olan kadınlar için ev demek, aslında “külliye işlevi gören çok fonksiyonlu küçük bir yapı” demektir. Kadın; zarafetiyle, evinde çocuklarına vereceği ilk eğitimle, dinini muhafaza edişiyle hoyratlaşan dünyaya karşı bir nefes olarak karşımızda duracak en güçlü kaledir. Bu yüzdendir ki, toplumun yapısını bozmak isteyenlerin ilk hedefleri aile ve aile içindeki önemli vazîfesi ile kadınlar olmuştur.

Modern çağa köle olmayı reddeden ve evine külliye bütüncüllüğü işlevi kazandıran kadınlar, toplumun yükselişinde önder olacaklardır.

Günümüzde insanlar belli erdemler sayesinde ulaşacakları seviyeye maddiyatla ulaşabilme gayesini şiar edinmiş durumda oldukları için, hayatımızı ötelemeye ve aile olgusunda uzaklaşmaya başlamış bulunmaktayız. Gerek teknoloji, gerekse kültürlerin birbiriyle etkileşimi ile parlatılarak önümüze getirilen “benlik” olgusunun hayatımızın merkezine oturduğu ve eşitlik anlayışının hâkim olduğu bir sistemde, ne yazık ki mutluluğu aramak da imkânsızın peşinden koşmakla eş değerdir.

Yağmurlu bir sabah, hayatın koşturmacası içerisinde gökyüzüne bakmayı bile unuttuğumuz bir anda yağmurun tesiri ile başımızı dahi kaldıramadığımız olmuştur. Tıpkı bu anlarda şemsiyelerin altına sığındığımız gibi, yaşamımız da benlik taarruzunun karşısında kendi içine sinmiş ve ıslanmaktan çok, kendimiz olmaktan korkmuş görünmekteyiz. Böylesi bir hayatı yaşamak isteyip istemediğimizi sorgulayarak sadece yönlendirmelerle ilerleyen kitlelerden olmayıp asıl onların karşısında kendimiz olarak var olabileceğimiz gerçeği ile yüzleşmeliyiz.

Bir sabah kendimizle yüzleştiğimiz an, yüzleşmenin sonucu bizi sırılsıklam sarstığında aynadaki kendimize itiraf etmemiz gereken, belki de modern köleliği reddetmiş olmanın mutluğu olacaktır.