“VARA vara vardım ol
kara taşa
Hasret kodun beni kavim kardaşa
Sebep gözden akan bu kanlı yaşa
Bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm…”
Şu günlerde Ukrayna’da tam da Karacaoğlan’ın dediği
gibi bir tablo var: Hem ayrılık, hem yoksulluk, hem ölüm.
Bomba, füze, kurşun yağıyor.
İşgal var, savaş var.
Tanklar, toplar peş peşe.
“Gelmişiz 21’inci yüzyıla, bu zamanda Avrupa’nın
ortasında savaş mı olur arkadaş?” diye düşünenler, fena yanıldılar.
Avrupa’nın ortası, Asya’nın ortası fark etmez. Ortada
çıkarlar var mı, yok mu? Çıkarların çakışması var mı, yok mu? Buna bakılır.
20’nci yüzyılın sonunda da Bosna’daki insanlar aynı
yanılgı içindeydi. Sonrası malûm. Soykırıma kadar vardırdılar işi.
*
Geçenlerde bir yazımızda Irak, Suriye, Libya ve
Azerbaycan-Karabağ örneklerinden sonra Ukrayna’daki çatışmalardan söz etmiş ve
bahsi şu cümlelerle bitirmiştik:
“Saydığımız
ülkelerin hepsi yakınımızda. Ya karadan, ya denizden komşumuz.
Dünyanın gittikçe küçüldüğünü söyleyenler, haklı çıktı.
Bu ülkelerin, bu şehirlerin hepsinin bir ortak özelliği daha var: Türk SİHA’larının
konuştuğu yerler.
‘Damadın SİHA’ları’ diye küçümsemeye çalışan dümbüklerin hevesi kursağında
kaldı.
SİHA’lar zikrettiğimiz bölgelerde destan yazıyor.
Artık bütün dünya kabul ediyor ki ‘Damadın SİHA’ları’ savaşın şeklini
değiştirdi.
Şimdi dünyanın öbür ucundaki Avustralya bile ihtimal hesabı yapıyor ve şu
sonuca varıyorlar. Varmakla kalmıyor, ilan ediyorlar: ‘SİHA’lar karşımıza
çıkarsa, ordumuz perişan olur.’
SİHA almak isteyen ülkeler sıraya girdi. Neredeyse izdiham olacak.”*
*
Cumhurbaşkanımız Erdoğan, “21’inci yüzyıla -altını
çizerek söylüyorum- inşallah Türkiye ve Türk milleti damgasını vuracaktır”
dediğinde, yıllar önceye gittik ve Turgut Özal’ın sözünü hatırladık.
Özal, “21’inci yüzyıl Türk asrı olacak” demişti.
Kulağa çok hoş gelse de göze görünen, dişe dokunan, elle tutulabilecek bir
veri, bir delil, yaslanacak bir dayanak yoktu.
Şimdi hepsi mevcut!
Görüyoruz, dokunuyoruz, tutabiliyoruz. İstersek
omzumuzu yaslayabiliriz.
*
Dünyada savaşın şeklini değiştiren, eski plânları altüst
eden, ezberleri bozan SİHA’lar ülkemiz için iftihar vesilesi oldular.
Emek verenlerin ayaklarına taş değmesin. Hiçbir
saniyelerinin boşa gitmediğine eminiz.
SİHA, ülkeye çağ atlatan adımlardan sadece biri.
Diğer hamleleri göz ardı edemeyiz.
Önemli atılımlardan biri de yerli otomobil.
“Yapamayız, yaptırmazlar” görüşü vardı bir zamanlar.
Önceki maceralara bakarak öyle söylüyorlardı. Umutsuzluk kan gibi damarlarımıza
işlemişti.
Çünkü evvelce otomobil de yapmış, uçak da yapmıştık
fakat önü tıkanmış, durdurulmuş, engellenmişti her biri.
Tecrübeye binaen karamsarlık vardı.
O bir nebze hoş görülebilir.
Ama bir de küçümseyip aşağılayanlar gördük.
İşte onlar, affedilir pozisyona hiç girmediler.
Yerli otomobil üretmeyi gereksiz görenleri ise hangi
sınıfa dâhil etmek isterseniz, oraya tıkıştırın.
Çok geç kalmışız da… Adamlar yüz elli yıl önce
başlamışlar, öyleyse bizden yüz elli yıl ilerdeymişler de… Çok gerideymişiz de…
Bu kadar geç kalındıktan sonra onlarla nasıl rekabet edecekmişiz de…
“Basalım parayı, alalım eloğlunun yaptığı arabaları”
görüşünü savunanlar böyle söylüyorlardı. Gerisi de şöyle geliyordu: “Üretmekle
uğraşmayalım… Zaten beceremeyiz.”
Bu karamsarlık, bu kötümserlik insanı kahreder.
Kendi kendini imha sebebidir.
Fakat aynı zamanda etrafında bulunanları da götürür.
İşte Gemlik’teki fabrika gözümüzün önünde her gün
yükseliyor.
Plân program belli. Üretimin başlayacağı güne kadar
her adım plânlanmış.
Fiyatının da benzerlerinden çok daha aşağıda olacağı
belli.
Gelişmeleri görünce geri adım atmakta zorlanan fakat
karşı çıkmayı da ihmâl etmeyen bazı zevzekler, fiyatı yüksek bulduğunu
vurgulayarak, “Şayet şu fiyata verirlerse alırım” diye akıllarınca pazarlık
yapıyorlar.
Söyledikleri fiyata kaza yapmış hurda araba ancak
alınır.
Onları da ayrı bir servise yatırmak gerekecek.
Akıl sağlığını ve vicdan sağlığını kontrol etmek şart.
*
Türkiye’nin Otomobili Girişim Grubu dışında ülkenin
birçok yerinde elektrikli otomobil üretmeyi kafaya takıp başaran ekipler var.
Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi bünyesinde kurulan
ekip de hedefe ulaşanlardan.
Ağustos 2018’de Kocaeli’nde gerçekleşen yarışmaya
ürettikleri “Ayvaz Elektromobil” ile katılan gençler, “Tanıtım Yaygınlaştırma”
ve “Özel Kurul Ödülü” kazandılar.
Araçlarını Teknofest’te sergilediler. İntercity
İstanbul Park Formula pistinde gösteri yarışlarına katıldılar.
Doç. Dr. Rıfkı Terzioğlu danışmanlığında, Serhat
Ekinci kaptanlığında takımda yer alan öğrenciler Berkcan İleri, Kübranur
Kafaoğlu, Enescan Akyüz, Furkan Kırdaş, Merve Kara, Y. Emre Barmanbek, Batuhan
Özer, Mehmetcan Kara, Damla Demirbilek, Aytuğ Baygın, Kubilay Ersoy.
Hepsini gönülden kutluyor, nice başarılı projelere
imza atacaklarına inandığımızı belirtmek istiyoruz.
Üniversitenin adı üzerinde “car” ekleyerek “Aibücar
ekibi” demişler kendilerine.
İsmin Türkçe olmasını tercih ederdik ama diyecek bir
sözümüz yok. Bu tür işlerde İngilizce olmazsa takdir görmeyeceğine dair bir
düşünce yaygın. Buraya çok takılmadan geçelim. Değinmek istediğimiz asıl mevzu
başka…
Üretilen elektrikli arabaya verilen isim “Ayvaz
Elektromobil”.
Ne var bunda? Bir şey yok.
Bolu deyince Bolu Beyi’nden önce Köroğlu gelir akla.
Köroğlu deyince de yoldaşı Ayvaz hatırlanır hemen.
İşte zurna tam burada tuhaf sesler çıkarmaya başlıyor!
Zira gençler, Ayvaz’ı Köroğlu’nun atının adı sanmaktaymış.
Bu yüzden o ismi seçmişler. O zamanın atı, bu zamanın arabası.
Bize yanlış gelen küçük bir ayrıntı. Sinek kadar
küçük.
Köroğlu’nun atının adı Kırat’tır. Yüzlerce eseri
arasında hem Kırat’ın, hem Ayvaz’ın adı geçenleri çoktur. Bazıları ise yalnızca
Kırat için, bazıları yalnızca Ayvaz için yazılmıştır. Bestelenmiş, çalınıp
söylenmiştir.
Örnekleri vermek isteriz.
Geçmiş asırlarda şiirlere isim vermek alışkanlığı
olmadığını hatırlatarak, Köroğlu’nun önce yalnızca Kırat üzerine yazdığı
eserlere bakalım.
*
İnce uzun boylu, kalem kulaklı
Terazi tabanlı, göğsü yelekli
Bir geyik misali hatun bilekli
Kalkana benziyor döşü Kırat’ın
Dizgini toplasam yerler yırtılır
Kuyruğu sallasa sağrı örtülür
Kırat’ın önünden can mı kurtulur
Göğsü benek benek benli Kırat’ın
Yokuşa yukarı keklik sekişli
İnişe aşağı tavşan büküşlü
Düşmanı görünce şahin bakışlı
Kuğuya benziyor boynu Kırat’ın
Kırat’ımı sekişinden bilmişler
“Şu gelen de Köroğlu’dur” demişler
Muhannetler hep ününü duymuşlar
Cihana yayıldı ünü Kırat’ın
***
Kırat’ın değerin sorarsın kaça
Seksen bin tümene hele de vermem
Seksen bin ak kuzu kıvrımlı koça
Seksen bin hazine pula da vermem
Seksen bin yiğide seksen bin ata
Seksen bin ülkeden gelen berata
Seksen bin sabana seksen bin çifte
Seksen bin koşumluk mala da vermem
Köroğlu sözünü duyursun size
Seksen bin ahırdan gelen öküze
Seksen bin geline, seksen bin kıza
Seksen bin boşanmış dula da vermem
***
Koç Kırat’a binip inem Sazan’a
Bir düzen vereyim yoldan azana
Yüz bin öveç ısmarladım Hozan’a
Yesin yiğitlerini ta ben gelende
Koç Kırat’a binip gidem yabana
Belki kar yağar da yollar kapana
Yüz bin öveç yaydırırım çobana
Yesin yiğitlerim ta ben gelende
Tokat kervanından aldım bakırı
İncitmeyin fukarayı fakırı
Tuna seli gibi verin çakırı
İçsin yiğitlerim ta ben gelende
Bu meydana derler Çamlıbel dağı
Kiralandı bize Besni’nin bağı
Tulum tulum gelsin Helete yağı
Yesin yiğitlerim ta ben gelende
Koç Kırat’a binip ineyim çaya
Bir göz gezdireyim yoksula baya
Som sırmadan urba sıktırma saya
Giysin yiğitlerim ta ben gelende
Yüce dağlar koç yiğidin arkası
Emlik kuzu koç koyunun körpesi
Gelsin yüz bin kile kıraç arpası
Yesin yavuz atlar ta ben gelende
***
Bir at gördüm Silistre’nin ilinde
Alma gözlü, kız yeleli Kırat gel
Ne bend oldun lekelerin elinde
Alma gözlü, kız yeleli Kırat gel
Kır’a binmek iyi gelir uğura
Hay edende dağı taşı yoğura
Başı küçük, boynu benzer puhura
Alma gözlü, kız yeleli Kırat gel
Büyüktür gövdesi, küçüktür başı
Altıdan yediye giriyor yaşı
Çamlıbel’de kaldı küçük kardaşı
Alma gözlü, kız yeleli Kırat gel
Ahırda kalır mı arpa sehere
Üzengiler ne yakışır eyere
Koçaklarım saldı beni kahıra
Alma gözlü, kız yeleli Kırat gel
Kırat’a akşamdan verdim yemini
Öfkesinden küt küt gever gemini
Köroğlu üstünde sürer demini
Alma gözlü, kız yeleli Kırat gel
***
Gözünü sevdiğim Kırat
Sana uzun yol olaydı
Şöyle elek selesi sık
Sırtına bir çul olaydı
Bakan gözüm seni görür
İk’ellerim saçın örür
Bana imdat senden gelir
Konuştuğun dil olaydı
Sana binen malı neyler
Senin ile gönül eyler
Yedi cihan seni söyler
Boyun selvi dal olaydı
Fanisin hey dünya fani
Esirin eyledin beni
Yüzdürmeye Kırat seni
Hazar gibi göl olaydı
Aygırdan aldın huyunu
Çekip getirdin soyunu
Aras’tan içer suyunu
Seni tutan kol olaydı
Neslin Düldül, aslın Kırat
Üstünde alınır murat
Dal boynunda çifte kanat
Başındaki tel olaydı
***
Canım Kırat gözüm Kırat
Kaçıp çekilip gidelim
Her yanında çifte kanat
Uçup çekilip gidelim
Budur Kırat’ın durağı
Bilmez yakını ırağı
Ab-ı Kevser’dir sulağı
İçip çekilip gidelim
Köroğlu söyler ezeli
Bağlar döküyor gazeli
Silistre’den güzeli
Alıp çekilip gidelim
***
Canım Kırat, gözüm Kırat
O bakışın durur m’ola
Ismarladım Han Döne’ye
Kem gözlerden korur m’ola
Hani Şirin Döne’m hani
Dost ile düşmanı tanı
Kırat ile Ayvaz Han’ı
Bu gözlerim görür m’ola
Kırat’ı besledim körpe
Bir sıçrarsa çıkar sarpa
Her seherde beş tas arpa
Şirin Döne’m verir m’ola
Derelerde biter kamış
Uzar gider vermez yemiş
Nalı altın, mıhı gümüş
Kırat bağlı durur m’ola
Beygire binilmez kötü
Kurusun dağların otu
Koç Köroğlu’nun Kırat’ı
Sarhoş sarhoş yürür m’ola
***
Canım Kırat, gözüm Kırat
Şu ortalık düz olaydı
Koçaklar iki yanımda
Düşman yüz be yüz olaydı
Beylerden aldım haracı
Bezirganlar verir bac’ı
Çekeydim eğri kılıcı
Dere tepe toz olaydı
Kırat’ımı gezdirirken
Düşmanımı ezdirirken
Irmaklarda yüzdürürken
Elimdeki saz olaydı
Yiğit meydana girende
Çekip bıyığı buranda
Sarraflar değer vuranda
Bin tümen bir söz olaydı
Köroğlu Çamlıbel’inde
Kalmışım elin dilinde
Dizginin benim elimde
Bir gün önce tez olaydı
***
Dağların salından süzülüp inen
Üstü gümüş çullu Kırat’ım benim
Varmış düşmüş bir leke bey eline
Üstü gümüş çullu Kırat’ım benim
Gümüş uyan vurup kişnedem derdim
Seni bir cıvana besledem derdim
Ağalara beylere gösterem derdim
Üstü gümüş çullu Kırat’ım benim
İki selseli var eli körüklü
Üstüne binenler ejder börüklü
Son demde de kardaş gibi yürekli
Üstü gümüş çullu Kırat’ım benim
Altıdır, yedidir, sekizdir yaşı
Büyüktür gövdesi küçüktür başı
Şah Hüseyin biner bir de kardaşı
Üstü gümüş çullu Kırat’ım benim
Köroğlu der görebilsem yüzünü
Makramalar alsam, silsem gözünü
Şam’da oynatmışlar gördüm izini
Üstü gümüş çullu Kırat’ım benim
***
Yel gibi uçarsın kanat mı taktın
Hey doruca donlu yaman Kıratım
Beni hasretinle nasıl da yaktın
Hey doruca donlu benki Kıratım
Keklik sekişlisin ceylan bakışlım
Su gibi kaynarsın ırmak akışlım
Ne tatlı kişnersin inciden dişlim
Hey doruca donlu benki Kıratım
Kulağın kirişte beklersin yolum
Şaşırmam ben artık sağ ile solum
Bizi olsa olsa ayırır ölüm
Hey doruca donlu benki Kıratım
Bin bir küheylana seni değişmem
Daha bundan geri yolumdan şaşmam
Köroğlu bir daha hileye düşmem
Hey doruca donlu benki Kıratım
***.
Çekin gelsin Kırat’ımı
Ben bilirim kıymetini
Zindan almış kuvvetimi
Eğil koç Kırat’ım eğil
Kırat birem birem basar
Yerin damarını keser
Seher yeli gibi eser
Eğil koç Kırat’ım eğil
Kırat seni gezdireyim
Deryalarda yüzdüreyim
Tarihlere yazdırayım
Eğil koç Kırat’ım eğil
Kırat seni anlatırım
Sırmalarla çullatırım
Meydanlarda oynatırım
Eğil koç Kırat’ım eğil
Kırat’a değer biçeyim
Murada kanat açayım
Meydanı yarıp geçeyim
Eğil koç Kırat’ım eğil
Köroğlu’nu sen bilirsin
Diyar diyar gezdirirsin
Düşmanımı ezdirirsin
Eğil koç Kırat’ım eğil
***
Yokuşa yukarı tavşan çıkışlım
İnişe aşağı keklik sekişlim
Alnı akıtmalı ceylan bakışlım
Gelin gözlü kız perçemli Kırat’ım
Kırat’ı sorarsan yedidir yaşı
İridir gövdesi ufaktır başı
Dizgini çekince un eder taşı
Gelin gözlü kız perçemli Kırat’ım
Çamlıbel’e uğratayım yolunu
Üç güzele dokutayım çulunu
Som altından kestireyim nalını
Gelin gözlü kız perçemli Kırat’ım
Başını başımdan yukarı tutar
Haykırır düşmanı önüne katar
Kaçarsa kurtulur kovarsa tutar
Gelin gözlü kız perçemli Kırat’ım
Arayı arayı buldum izini
Çamlıbel’e döndüreyim yüzünü
Köroğlu der gel öpeyim gözünü
Gelin gözlü kız perçemli Kırat’ım
***
Kırat demiş cümlenizin başıyım
Elde gezdirirler gönül kuşuyum
Dar günlerde baş kurtaran kişiyim
Üstüme bir yiğit bindikten geri
Al demiş ki ne düştünüz kastıma
Donatırlar beni aslan postuna
Kapıcılar başı biner üstüme
Beyler divanına vardıktan geri
Yağız demiş hepinize nazırım
Alayların üst yanında gezerim
Bir girişte üç taburu bozarım
Yiğit kılıcını çaldıktan geri
Kula demiş anamızdan donumuz
Aslımızdan çatal olur dilimiz
Dar günlerde hep dirilir ölümüz
Köroğlum üstümde durduktan geri
***
Zincirimi kırdın Koç Demirc’oğlu
Yiğide binmeye Kırat gerekli
Elinde kılıcı başı ak tuğlu
Meydana inmeye Kırat gerekli
Kanatlanır düşmanları görünce
Yerler titrer meydanları dövünce
Göklere şahlanıp alay durunca
Sınar düşman bana Kırat gerekli
Üstüne binince salar kuyruğu
Uçanı kaçanı kavrar soluğu
Düzdür ona dağlar dere oyuğu
Şimdi bize burda Kırat gerekli
Taylıktan büyüttüm bilirim onu
Beni her beladan koruduğunu
Onunla bozarım bütün oyunu
Burda yol almaya Kırat gerekli
Uğurludur dostlar görsün yüzünü
Muştuluk vermiştir babam gözünü
Köroğlu söyledi en son baba sözünü
Şimdi bize bunda Kırat gerekli
***
Kırat’ım meydan yerinde
Gezer horlayı horlayı
Bir kötü az bin kavgadan
Kaçar zorlayı zorlayı
Kırat’a yakışır bunlar
Yiğit giyer demir donlar
Ak gövdeden kızıl kanlar
Akar şorlayı şorlayı
Köroğlu der al kanları
Yere sere(r) çok canları
Eğri kılıç düşmanları
Kırar parlayı parlayı
***
Köroğlu’nun Kırat için yazdığı şiirlerden sonra yalnızca yoldaşı,
yardımcısı, kardaşı Ayvaz için yazdığı şiirlere bakalım.
***
Gel gidelim Karaman’a yukarı
Başı telli canım Ayvaz ağlama
Çok ağlama başa sevda getürür
Başı telli canım Ayvaz ağlama
Gel geçelim Karaman’ı beriden
Körpe kuzu idin aldım sürüden
Kasap baban duyar gelir beriden
Başı telli canım Ayvaz ağlama
Görünüyor Çamlıbel’in illeri
Bahçesinde açılmıştır gülleri
Ne dökülür gözlerinin selleri
Başı telli canım Ayvaz ağlama
Gel gidelim Karaman’dan aşağı
Sar beline şallı Acem kuşağı
Sana derler Çamlıbel’in uşağı
Başı telli canım Ayvaz ağlama
Koç Köroğlu derler Ayvaz adıma
Düşenler kurtulmaz benim yadıma
Merhametin yok mu bu feryadıma
Başı telli canım Ayvaz ağlama
***
Dinle sözlerimi han oğlum Ayvaz
Yükletin kervanı dengine bakın
Erlik meydanına girdiğin zaman
Kuşanın kılıcı cengine bakın
Düşmanın üstüne eyledim akın
Dönüşüm yok zamanın yakın
Fakir fukarayı incitmen sakın
Mal yemez tamahkar zengine bakın
Köroğlu her zaman kurdu meydanı
Ben bilirim yahşi ile yamanı
Aman dileyenden kesmen amanı
Dertli olanların derdine bakın
***
Benden selam eylen Bolu Beyi’ne
Göndersin Ayvaz’ı göresim geldi
Muhabbeti düştü gönlüm evine
Göndersin Ayvaz’ı göresim geldi
Eyerleyip Kırat’ıma binmeden
Alayları bölük bölük bölmeden
Bolu şehri ateşlere yanmadan
Göndersin Ayvaz’ı göresim geldi
Şimdi Kırat’ıma biner aşarım
Karadeniz gibi kaynar coşarım
Sinesine eğri kılıç döşerim
Göndersin Ayvaz’ı göresim geldi
Gürzü kösteğini kola takmadan
Kırat’ı sağa sola yıkmadan
Bolu şehrin ateşlere yakmadan
Göndersin Ayvaz’ı göresim geldi
Ben de Köroğlu’yum yolum salasın
Koç yiğidi arz ettirem sılasın
Depretmeden demir yayın cıdasın
Oğlum Ayvaz seni göresim geldi
***
Göyden giden beş turnalar
Bizim beyler yerinde mi
Birbirine eş turnalar
Bizim beyler yerinde mi
Sohbet ile saz eyleyen
Her türlü avaz eyleyen
Her mecliste naz eyleyen
Han Ayvazım yerinde mi
Sövüp sövüp sataştığım
Kumaşına bulaştığım
Dönüp başından aştığım
Çamlıbeller yerinde mi
Köroğluyam demem yalan
Ülkelere saldım talan
Yar gecede hafik olan
Telli Nigâr yerinde mi
***
Kocadım belim büküldü
Gözümün nuru döküldü
Damarım bendi söküldü
Kocadım Ayvaz pir oldum
Feleğin n’olduğun bildim
Gah ağladım gâhi güldüm
Ben her şeyden arzum aldım
Kocadım Ayvaz pir oldum
Güzele bâde içirdim
Hasmı meydandan kaçırdım
Yedi naldan ok geçirdim
Kocadım Ayvaz pir oldum
Köroğlu der yârim gelmez
Akan gözüm yaşın silmez
Eski gençlik ele gelmez
Kocadım Ayvaz pir oldum
***
Muştuluk olsun dağlara
Şen olun Ayvaz geliyor
Selam olsun servilere
Şen olun Ayvaz geliyor
Takınır çifte bıçaklar
Salınır sırma saçaklar
Yeryüzündeki çiçekler
Açılın Ayvaz geliyor
Çiğdemin ömrü tez biter
Alay alay nergis biter
Karanfil bahçede biter
Takının Ayvaz geliyor
Param param taşlar olur
Yardımcısı kuşlar olur
Dervişler dervişan olur
Şal geyin Ayvaz geliyor
Köroğlu der hey ağalar
Çekinir fener maşalar
Yol üstündeki kayalar
Çekilin Ayvaz geliyor
***
Gel Ayvaz seninle hesap edelim
Evvel bahar dememize ne kaldı
Acem kervanından Hind’in kumaşın
Top top edip almamıza ne kaldı
İnsek meydanlara etsek savaşı
Arkam sıra gezer çok bölükbaşı
Sarı altın ile gökçe kuruşu
Ölçek ölçek bölmemize ne kaldı
Babına da deli gönül babına
Koçyiğitler sığmaz oldu kabına
Ala çamın boz meşenin dibine
Bölük bölük yatmamıza ne kaldı
Aman Ayvaz zaman senin derdinden
Kervan geçmez Çamlıbel’in yurdundan
Beş onumuz Bozgediğin ardından
Bölük bölük çıkmamıza ne kaldı
***
Görüldüğü üzere, Köroğlu bazen “Oğlum” diye de hitap eder Ayvaz’a.
Bazı şiirlerinde ise hem Ayvaz’ı anar hem Kırat’a seslenir.
***
Sana bir sözüm var koçak Ayvaz’ım
Bir kolumuz tutulmuştu eldedir
Eyerlen Kırat’ı alın getirin
Ağam gelir diye gözü yoldadır
Kır atın üstünde bir uzun yayla
Ağlayıp sızlama kaderim böyle
Sılaya varınca anama söyle
Elleri duada gözü yoldadır
Cıda değsin koçaklarım uyansın
Ak bilekler kızıl kana boyalısın
Demircioğlu bugün harbe dayansın
Düşmanı yıkacak gücü koldadır
Köroğlu’m görmüştür kara düşünü
Kadir Mevla’m asan etsin işini
Herkes ata binsin çeksin başını
Eşin dostun şimdi gözü yoldadır
***
Gözlerim yollara kaldı takıldı
Ayvazım nerede Kenan ne oldu
Köroğlu’nun gitti başından aklı
Ayvazım nerede Kenan ne oldu
Bu da düşmanların başka fendi mi
Yiğit Ayvazıma merhum dendi mi
Felek talihimi acep yendi mi
Ayvazım nerde Kenan ne oldu
Kırılmışa döndü kanadım kolum
Birisi gülümdü biri bülbülüm
Karardı yıldızım kapandı yolum
Ayvazım nerede Kenan ne oldu
Bolu Beyi yoksa kurdu mu tuzak
Yolu tıkadı mı bir sürü kazak
Karanlık bastırdı kasaba uzak
Ayvazım nerede Kenan ne oldu
***
Ne durursun Şanlı Ayvaz
Düşek yollara yollara
Bizi bekler Benli Döne
Sorar yellere yellere
Sür atı gidelim Ayvaz
Çamlıbellere bellere
Uçurdum gönül kuşunu
Görek feleğin işini
Salmış gözünün yaşını
Dönmüş sellere sellere
Sür atı gidelim Ayvaz
Çamlıbellere bellere
Şimdi Döne boynun bükmüş
Gözünü yollara dikmiş
Siyah kaküllerin dökmüş
Kızıl güllere güllere
Sür atı gidelim Ayvaz
Çamlıbellere bellere
Çamlıbel’in gülü biter
Seherde bülbüller öter
Döne’m gözlerini diker
İnce yollara yollara
Sür atı gidelim Ayvaz
Çamlıbellere bellere
O doldursun ben içeyim
Mest olup serden geçeyim
Kırat’a binip göçeyim
Bizim illere illere
Sür atı gidelim Ayvaz
Çamlıbellere bellere
Âşıklara vardır meyli
Eziyet çekmişiz hayli
Ben Mecnun’um Döne’m Leyli
Düşek çöllere çöllere
Sür atı gidelim Ayvaz
Çamlıbellere bellere
Âşık olan serden geçer
Badeyi doldurup içer
Alır sevdiğini göçer
İlden illere illere
Sür atı gidelim Ayvaz
Çamlıbelere bellere
Bülbül olan konar güle
Sedasını verir yele
Engel bir taş atar göle
Düşer dillere dillere
Sür atı gidelim Ayvaz
Çamlıbellere bellere
Köroğlu der ben bir merdim
Sarardı çehre-i zerdim
Şu benim nihani derdim
Kızıl güllere güllere
Sür atı gidelim Ayvaz
Çamlıbellere bellere
***
Sözü uzattık
ama şiirleri bütün hâlde vermezsek noksan olurdu. Çok kişi de “Bunun tamamı
nasılmış?” diye merak edip araştırma zahmetine girmek istemezdi.
O sebeple
böyle oldu, kusura bakmayın.
1960’ların
başında Devrim otomobili maceramız vardı. Orada Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’in
söylediği sözü bugün de hatırlıyoruz,
“Garp
kafasıyla araba yaptık, Şark kafasıyla benzin koymayı unuttuk” demiş.
Ardından o
harika proje rafa kaldırılmıştı. Benzin bitti diye bir otomobilden
vazgeçiliyorsa, bizim bugün yakıtı biten arabaları yolda bırakıp gitmemiz, terk
etmemiz gerekir. Mantık bunu gerektirir. “Nerede trak, orada bırak” dedikleri
cinsten.
Biliyoruz ki,
o zaman mesele benzinin bitmesi falan değildi. Benzin bitmese de o proje
engellenecekti.
Bugünkünü
engelleyemiyorlarsa şartlar lehimize değiştiğinden, arkasında duran iradenin
sağlamlığındandır.
Yine de
Cemal Paşa’nın sözüne atıfta bulunabiliriz. “Batı kafasıyla araba yaptık, Şark
kafasıyla adını yanlış koyduk” desek, çok yavan olur.
Fakat o
yavanlığı göğüsleyebiliriz.
Bolu’da
okuyan gençlerin herkesin gıpta edeceği bir elektrikli otomobil yapmaları nasıl
takdire değerse, Köroğlu’nun atının adını bilmemeleri, dahası yanlış bilmeleri
o ölçüde hoşluktan uzaktır. Dostça bir eleştiriyi hak etmektedir.
*18 Mart 2022, Yeni Şafak