Modern bir kölelik sistemi olarak insan ticareti

İster göçmen, ister insan ticaretine maruz bırakılmış bir fert olsun, gittiği yerde yalnızdır. Bu durumdaki insanlar dil problemi olduğu için mağduriyetlerini anlatamazlar. Bu kişilerin pasaportları zorla ellerinden alınır. Aileleri ile temas kurmaları engellenir. Cep telefonu kullanamazlar ya da kullandıkları cep telefonları uluslararası görüşmelere kapalıdır. Aile ya da tanıdık birileri ile iletişim kurmasın diye internet olanaklarından yararlandırılmazlar. Sistematik bir şekilde fiziksel ve cinsel istismara maruz kalırlar.

“KÖLELİK” denince birçoğumuzun aklına, geçmiş dönemlerde köle pazarlarında alınıp satılan, hürriyeti olmayan, efendi-köle ilişkisi içerisinde hayatını idame ettiren insanlardan oluşan bir düzen geliyor.

Buna ek olarak, yine birçoğumuz köleliğin artık dünyada mevcût olmadığını düşünüyor. Bu, doğru bir düşünce değil. Çünkü kölelik, form değiştirmiş şekliyle günümüzde var olan bir olgu. Üstelik gayr-i nizâmî uluslararası sistemin en önemli parçalarından biri. Bu sistemin adına uluslararası literatürde “insan ticareti” deniliyor.

Kölelik, insan ticareti ile birlikte kendini modern bir forma sokarak, her ne kadar reddetsek de, hayatımızın içerisinde olmaya devam ediyor.

İnsan ticareti ülkemizin de taraf olduğu Palermo Protokolü’nde şu şekilde tanımlanmaktadır: “Kuvvet kullanarak veya kuvvet kullanma tehdidi ile veya diğer bir biçimde zorlama, kaçırma, hile, aldatma, nüfûzu kötüye kullanma, kişinin çâresizliğinden yararlanma veya başkası üzerinde denetim yetkisi olan kişilerin rızâsını kazanmak için o kişiye veya başkalarına kazanç veya çıkar sağlama yoluyla kişilerin istismar amaçlı temini, bir yerden bir yere taşınması, devredilmesi, barındırılması veya teslim alınması anlamına gelir. İstismar terimi, asgarî olarak, başkalarının fuhşunun istismar edilmesini veya cinsel istismarın başka biçimlerini, zorla çalıştırmayı veya hizmet ettirmeyi, esareti veya esaret benzeri uygulamaları, kulluğu veya organların alınmasını içerecektir.”

Palermo Protokolü’nün 3’üncü maddesinin “a” bendinde yapılan bu tanımdan sonra aynı maddenin “b” bendinde, “a” bendinde belirtilen durumlardan birine maruz kalan mağdurun rızâsının olmasının durumu değiştirmeyeceğine atıf yapılmaktadır. Yani insan ticaretinin rızâya dayalı olması, meseleyi suç olmaktan çıkarmayacaktır.

İnsan ticareti, Palermo Protokolü’ndeki tanımdan da anlaşılacağı gibi bir kişiyi tehditle, zor kullanarak ya da o kişinin çâresizliğinden yararlanarak kişiyi zorla çalıştırmaya veya kişiyi fuhşa zorlamasını içermektedir. Yani aslında ana esas olarak kişinin emeğinin sömürülmesi ve kişinin fuhşa sürüklenmesinin diğer adıdır insan ticareti.

İnsan ticareti, çatışma bölgelerinde karşılaşılan bir olgudur. Çatışma bölgelerinde toplumsal hayatta ortaya çıkan düzensizlik, sosyal, ekonomik ve siyâsî istikrarsızlık, buna bağlı olarak ortaya çıkan yoksulluk, insan ticaretini tetikleyen en önemli etkenler olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu tür coğrafyalarda insanlar daha iyi bir yaşam umudu ile insan tacirleri tarafından kandırılmaktadır. Özellikle genç yaştaki kadınların cinsel sömürü aracı olarak fuhuş pazarına sokulması, insan ticaretinin en çok görünen yönüdür.

Cinsel sömürünün yanı sıra umutsuzluğun kol gezdiği çatışma bölgelerinde insanlar ucuz iş gücünün bir parçası olarak görülmekte ve buna bağlı olarak, buralardaki insanlar insan ticaretinin bir parçası hâline getirilmektedir.

Sadece bu iki nedenle yapılan insan ticaretinin maddî boyutu yılda on milyarlarca doları bulmaktadır.

Çatışma bölgelerinden daha iyi bir yaşam vaadiyle dünyanın değişik bölgelerine götürülen insanlar köle gibi çalıştırılmaktadır. Kadınlara zorla fuhuş yaptırılmakta, çocuklar ve yetişkinler çok düşük ücretlere çalıştırılmaktalar. Üstelik bu ağa takılan kişilerin bu ağdan kurtulma şansları yok gibidir. Çünkü bu kişilerin götürüldükleri yerlerde hiçbir vatandaşlık, sosyal, siyasal ya da sağlık güvencesi bulunmamaktadır.

Uluslararası araştırma verilerine göre insan ticaretine maruz kalanların yüzde 80 gibi çok büyük bir kısmı kadın ve kız çocuklarından oluşmaktadır. Daha iyi bir yaşam umuduyla ülkelerinden koparılan kadın ve çocuklar, gittikleri yerlerde zorla borçlandırılmaktadır.

Borçlandırılarak çâresiz bırakılan kadın ve çocuklar fuhuş yaptırılmaktadır. Fuhuş ve zorla çalıştırılma dışında, insan ticaretinin kendini gösterdiği alanlardan biri de organ ticaretidir. Dünyada çok sayıda insan, organ nakli beklemektedir. Bunu bilen insan tacirleri de çâresiz insanları bu ticarete alet etmektedir.

İnsan ticareti, dünyanın her tarafında görülmektedir. Örneğin, Fildişi Sahilleri’nde çocuklar kakao tarlalarında çalıştırılmakta, Liberya, Sierra Leone, Angola, Burundi, Ruanda, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Uganda, Somali ve Sudan gibi Afrika ülkelerinde silahlı çatışmalarda da insan ticaretine maruz kalan çocuklar kullanılmaktadır.

Modern kölelik biçimlerinin yanı sıra eski köleliğin yaşandığı yerlerde hâlen mevcûttur. Bu yerlerden biri Moritanya… Moritanya’da kölelik, yasal düzenlemelere rağmen varlığını sürdürmektedir. 

İnsan ticaretinde insan kaynağı, yukarıda değindiğim gibi çatışma bölgelerinden sağlanmaktadır. Fakat emeğin sömürüldüğü, kadınların fuhşa sürüklendiği ve organ ticaretinin olduğu yerler daha çok yaşam standartlarının yüksek olduğu ülkelerdir.

Göçmen ticareti, insan ticaretinin bir alt formu ve öncülüdür

İnsan ticareti Irak ve Suriye krizine kadar, daha çok Doğu Asya merkezli iken Irak ve Suriye krizinden sonra Orta Doğu’ya kaymaktadır. Bu krizle ortaya çıkan en önemli sorunlardan birisi de insan (göçmen) kaçakçılığıdır.

İnsan kaçakçılığı ile insan ticareti, uluslararası literatürde ayrı kavramlar olarak ele alınmaktadır.

Öyle ki, insan ticaretinin gerçekleşmesi için mağdurların zorlanması, kandırılması söz konusuyken, insan kaçakçılığında esas olarak göçmenlerin rızâsının söz konusu olduğu kabul edilmektedir.

İnsan kaçakçılığında göçmen ile suç örgütü arasındaki ilişki çoğu zaman sınırın yasadışı yollardan geçilmesi ile sona ermekteyken, insan ticaretinde mağdur ile suç örgütü arasındaki ilişki, mağdurun iradesi dışında devam etmektedir.

İnsan kaçakçılığı her zaman sınırı aşan nitelik gösterirken, insan ticaretinin her zaman sınırı aşan özelliği yoktur.

Uluslararası literatürde insan ticareti ile insan kaçakçılığı her ne kadar yukarıdaki gibi bir ayrıma tâbi tutulsa da insan kaçakçılığı, en nihâyetinde insan ticaretine kapı açan bir durumdur. Yani bu yönüyle insan kaçakçılığı, insan ticaretinin bir alt formu ya da öncülüdür. Göçmenler gittikleri yerlerde şansları yaver gitmezse ya suça ya da insan tacirlerinin eline düşerek zorla fuhşa sürüklenecekler, zorla çalıştırılacaklar, emekleri sömürülecek ya da organ ticaretinin bir parçası olacaklardır.

Çünkü ister göçmen, ister insan ticaretine maruz bırakılmış bir fert olsun, gittiği yerde yalnızdır. Bu durumdaki insanlar dil problemi olduğu için mağduriyetlerini anlatamazlar. Bu kişilerin pasaportları zorla ellerinden alınır. Aileleri ile temas kurmaları engellenir. Cep telefonu kullanamazlar ya da kullandıkları cep telefonları uluslararası görüşmelere kapalıdır. Aile ya da tanıdık birileri ile iletişim kurmasın diye internet olanaklarından yararlandırılmazlar. Sistematik bir şekilde fiziksel ve cinsel istismara maruz kalırlar. Zorla senet imzalatılarak aşırı borçlandırılırlar. Mağdurlar bu şekilde şiddet ve tehdit ile kontrol altında tutulurlar. Hattâ çoğu, uyuşturucuya alıştırılır.

Binbir hayâlle yola çıkılan serüvenin sonucunda ortaya böyle acı bir manzara çıkarır.

Sonuç olarak, ucuz emek bulma yarışı, zaafların meşru daire dışında tatmin arayışı ve bencillik sarmalında solan hayatlar…

Tâ ki beşeriyetin vicdan ve irfanı yeniden tesis edilene kadar…