
İSLÂM dini sadece ibadeti öngörmeyen, dünya ve o yaşanan
hayatın terakkiyi, beşerin muamelât, ticaret hayatı ve sosyal hayatını tanzim
eden İlâhî bir irşad ve bir mübelliğ mürşiddir. İslâmiyet insanların gerek
Yaratıcı, gerekse diğer insanlar ve tabiatla olan dünyevî ilişkilerini
düzenleyen, İlâhî ilkeler bütününe sahip olduğunu belirten son şeriattır.
Dinî/İlâhî umdelerin pratiğe aktarılması ile teşekkül eden bu ilkeler bütünü
sosyo-ekonomik adalete ve insan hakları eşitliğine dayalı ahlâklı bir toplum,
kâmil bir aile inşâ etmeyi/kurmayı hedeflemektedir.
Kur’ân ışığında idame-i hayat bulan “aile” kurumu
önemli yer tutmaktadır. Daha önceki yazılarımızda aile kavramı ve harem-i ismetinin
dokunulmazlık sırrını ve iksirini arz etmiş idik. Bu yazımızın mevzuu, modernizmin
aile üzerindeki sinsi oyununa ve süslü kılıflarla “sosyal hayat” diye
yutturulan kapitalizmin ajandasının tehlikelerine dikkat çekeceğiz.
İnsanın eşref-i mahlûkat vasfına sahip olduğu, Kur’ân’da
kayıtlı bir emirdir. Oysa beşerî ideolojilerin membaı olan vahşi kapitalizmin
ve sosyalizmin müdavimlerinden olanlar ise modernizmin havucu ile adeta eşyayı
kutsayıp insanı üretim araçlarının dişlileri olarak gördüler. Aile kavramı, kâle
alınan bir kurum olmaktan çıktı. Modernizmin hayatımıza girişi ile “aile”
kavramı başkalaşmaya ve yozlaşmaya başladı. Geniş aile ve çekirdek aile
kavramları hayatımıza girdi. Modernizm, bireye çekirdek aileyi dayatırken, aile
kavramımızın içini dolduran birkaç neslin bir arada yaşaması olgusu “geniş aile”
kavramı ile ötelendi. Çalışan genç çiftlerin kurduğu iki kişilik ailelerde (!) dünyaya
gelen çocuklar paylaşmayı, merhameti, şefkati tatmadan büyüyen bencil, empatiden
uzak ve nene-dede sıcağından bînasib bireyler olarak topluma menfi örnekler
teşkil ettiler. Aşağıdaki cümlelerin hangisinden memnun olunabilir ki?
Konunun can alıcı noktalarını ebeveynlerin, toplumun
inşâsına çareler arayan yetkililerin idrakine sunan Rahle Eğitim ve Kültür
dergisindeki yazısından ötürü Ebrar Hanım’a hak vermemek mümkün mü?
“Kariyer edinmek uğruna tek çocukla yetinen anneler, o
tek çocuğu da bakıcıya emanet etti. Annesinden göremediği şefkati bakıcısından
bekleyen çocuk, şefkati tanımadığı için ileriki hayatında tatmadığı bir duyguyu
kendi evladına tattıramadı. Kardeşi olmadığı için paylaşmayı öğrenemedi,
bencilliği fıtratına işledi...”
Çocukları tüketim toplumunun mimarı vahşi kapitalizmin
insafına mı terk etti genç ebeveynler?
Devam edelim o can yakıcı, yürek incitici yazıya:
“En güzel oyuncakları almanın, en iyi yemekleri
yedirmenin, en pahalı kıyafetleri giydirmenin iyi anne-baba olmanın şartları
olduğu vehmine kapıldı ebeveynler.
Modernizmin beraberinde getirdiği kapitalizm, inceden
inceye bu fikri dayatıyordu çünkü. Onca para döküp en afili oyuncaklar alındı,
ama çocuk oyuncakla oynamadı. Çünkü çocuklar en kaliteli oyuncaklarla tek
başına değil, oyuncak olmasa da anne ve babalarıyla oynamak istiyordu.
Yorgun argın eve gelen ebeveynler çocuklarına değil
oyun oynamak için vakit ayırmak, çoğu kez iki kelâm etmeden kendilerini uykunun
derin kollarına bıraktı.
Ekonomik bağımsızlığını (!) ilân etmiş çalışan
hanımlar evlilikte tahammül konusunda maalesef direnç gösteremiyorlar. Bir
evliliği sonlandırmak artık eskisinden çok daha kolay. İstatistikî bilgilere
göre 1975’ten bu yana boşanmalar yılda 1 milyonu aştı. Bugün yapılan iki
evlilikten biri boşanma ile sonuçlanacak. 1983’te doğan çocukların yüzde 45’inin
anne babası boşanacak. Yüzde 35’inin anne babası tekrar evlenecek, yüzde 20’sinin
anne ya da babası ikinci eşinden de ayrılacak.
Evliliklerin yarısı ilk 7 yıl içerisinde sona eriyor.
Buna göre 1980’lerde doğmuş çocukların aşağı yukarı üçte biri 18 yaşına
gelmeden tek ebeveynli bir evde yaşayacak…”
Ölene kadar beraber olan eşler birer numune-i imtisal
olarak fotoğraf albümlerinde yerini alarak teker teker tozlu raflara, hatıra
olarak albümlerin sayfalarına kaldırılıyor. Birileri utanmazsa (!) hayat
boyu beraber olan çiftlerin bu insanı ve İslâmî hâlini mucize belleyecek,
olağanüstü bir durum olduğunu bağıracaktır.
Evli erkeklerin en büyük imtihanı ise eşine sadakat
göstermek. Eşine sadık erkeklerin sayısı gün geçtikçe azalıyor. Yaratılış
sırrına mazhar olan kadınların zarafet ve naif hâlleri, özellikle modernizmin
kadını bir cinsel obje olarak her alanda istismar ettiği (özrümü ifade etmek
isterim) ekranlarda ve diğer medya organlarında ilk sıraya çıkarması sonucu
erkeklerin zaaflarını tetikliyor. Modernizmin en etkili silahı olan moda
mefhumu, kadını ve erkeği yoldan çıkarma aracı olarak vazifesini ifa ediyor.
Dağılan ailelerin en çok zarar gören bireyleri
maalesef çocuklar oluyor. Sağlıklı bir aile ortamında (sevgi, saygı ve huzur
içinde) yetişmeyen çocuklar ileriki hayatlarında sağlıklı bir aile kuramazlar.
Diğer bir yürek yarası olarak, beri yandan bu çekirdek
ailenin büyükleri, son kullanma tarihi geçmiş ürünler muamelesine tâbi
tutularak çoğu kez evlatları tarafından, modern Batılı ülkelerden devşirme
-ülkemizde adı “huzurevi” olan- mekânlara yerleştirilme sonu ile karşı karşıya
kalıyorlar.
Konuşmaktan, yazmaktan hayâ ederek, üzülerek demek lâzım,
araştırmacı ve bir hanımefendi kimliği olan Ebrar Hanım’a ait son paragrafı da
buraya yazmak zorunda kaldım dersem, işin vahametine işaret etme gereği
olduğundandır:
“Çekirdek (!) dahi olsa kurulabilen ailelerin yanında,
aile kurmayı akıllarından dahi geçirmeyen kadınların yeni gözdesi,
evlenmeksizin ve bir partneri (helâl mi) olmaksızın sperm bankalarından
edinilen spermlerle çocuk sahibi olmak. Günbegün artan bu furya, aile kurumunun
altına yerleştirilmiş bir dinamit mesabesindedir. Sırf egolarını tatmin etmek
için ne olduğu belirsiz bir adamın çocuğunu dünyaya getiriyor kadınlar ve
kimlikte baba hanesi boş bireyler, hayatları boyunca babalarının kim olduğundan
habersiz bir travmaya itiliyor.
Bir de ‘kiralık anne’ (!) terimi girdi lügatlerimize.
Para karşılığında taşıyıcı annelik yapan insanlar gün geçtikçe çoğalıyor. Her
şeyin alınıp satılabilirleştiği modern (!) dünyada annelik gibi ulvî bir görev
kapitalizmin elinde yoğrularak bir meslek hâline getiriliyor. Anneliğin bile
kiralandığı bir dünyada değer namına ne kalabilir?”
Bütün bunlar modern dünyanın aileye verdiği zararın
sadece bir kısmı. Maalesef durumun vahameti günbegün artıyor. Hele nikahsız
beraberliklerin, flört adı altında gayr-ı İslâmî beraberliklerin mubah
gösterildiği ve yazıldığı sosyal medya fitnesi, modernizmin havucu değil de
nedir? Helâl ve haram kavramları yerli yerine oturmayınca, aileye verdiği zararı
gün gibi âşikâr olan gayr-ı İslâmî beraberliklerin yasaklanmasının ve
bunu telâfi etmenin tek metodu İslâm’ı hakkı ile öğrenip hayatımıza
nakşetmektir.
“Su-i misal emsal olmaz” sözüne binaen, iyi örnekleri
hayatımıza alıp kötü örneklerle amel etmemek elimizdedir. Şeytanın
vesvesesinden, zaaflarımızdan ve kolaycılıktan kaçınmak, modernizme çelme takmak
olacaktır. Unutulmamalıdır ki, ailenin sağlam bir zemine oturtulması, sonraki
nesillerin sağlıklı bir toplum oluşturmaları için bir temel mahiyetindedir.
Vesselâm…