Mitoloji ve kültür

Kendi mitolojisini canlı tutmayan, okullarında felsefe yapılmasına imkân vermeyen ve kültür birliği konusunda çocuklarını eğitemeyen milletlerin gelişmesi, hatta uzun dönem yaşayabilmesi düşünülemez.

BİR topluluğun millet olabilmesi, kaderde, sevinçte ve varlık yokluk mücadelesinde tarihin derinliklerinden gelen ortak yaşanmışlıklar sayesinde kültür oluşturulmasını gerektirir. Bu kültür, kendi içinde mitolojiler üretir. Mitolojiler, tarihin derinliklerinden gelen ve zaman mefhumuna bağlı olmayan millet hafızasıdır. Bu hafızayı oluşturan mitler, efsaneler, destanlar birebir gerçek yaşantıları kapsamasa da yaşanan kültürün zamanla değişikliğe uğrayarak sonraki nesiller tarafından devam ettirilir olmasıdır. Bu devam ediş dahi o milletin hayâl gücü ve düşünsel yapısının ürünüdür. Kendine hastır ve o milletin özelini devam ettirmede en önemli araçtır.

Türk milleti, yazılı ve sözlü olarak köklü ve zengin mitolojiye sahiptir. Bu birikim, tarihî geçmişine ve geleceğin oluşması yolunda bir meşale görevi görür. Bu kadar önem arz eden bir kavramı açacak olursak, Yunanca “mitos” (masal, hikâye) ve “logos” (söz) kelimelerinin birleşiminden oluşan yapıdır “mitoloji”. Türk Dil Kurumu’na göre mit, “insanlar arasında yayılmış, toplumun hayâl gücüyle biçim değiştiren halk hikâyesidir”. Tabiat varlıklarına insanî özellikler verilmesine, karakterlerini tarihte adı geçmeyen ve adları unutulmuş kahramanların, devlerin, yarı tanrıların, perilerin ve insanların yapılandırdığı, çoğunlukla halk efsanelerinden esinlenerek oluşturulmuş söylemleri mitoloji olarak biliyoruz.

Geniş anlamda ifade edilecek olursa, mitoloji bir inanç veya topluluğun kültüründeki tanrılar, kahramanlar, evren ve yaratılışla ilgili tüm yazılı ve sözlü efsaneler birikiminin anlamlandırılması, yorumlanması ve incelenmesini kapsayan çalışma bütünüdür. Mitolojinin bir diğer adı da “efsane bilim”dir. İnsanların doğa, tarih ve gelenekler hakkında anlattığı masal ve efsaneler mitleri oluşturur. Her kökleşmiş kültürde kendine özgü mitler vardır. Miti olan milletlerin tarihî geçmişlerinin bilinmeyen zamanlara dayandığı bilinmektedir.

Kültürlerin başlangıçları, evreni, türünün yaratılışını ve doğayı anlamlandırmaya çalıştığı anlatımlar arasında Yunan, Türk, İskandinav ve Pers mitolojileri en fazla bilinenleridir. Tahsil görmüş herhangi bir Türk’ün Yunan mitolojisi konusunda bilgili olmasına rağmen millet olarak ayakta kalmasının önemli unsurlarından biri olan Türk mitolojisi hakkında ya hiç bilgi sahibi olmadığı ya da basit masal veya destan algısıyla konuya yaklaştığı görülmektedir. Unutulmamalıdır ki, milletler geçmişleriyle ilgili yeterli bilgiye sahip olduğu ve yaşattığı kadar vardırlar.

Her toplumun kendine özgü bir mitoloji macerası vardır. Mitolojik bu anlatılar, temsil ettiği topluluğun aynası gibidirler. Prof. Dr. Bahaeddin Ögel’in Altınordu Yayınları’ndan çıkan iki ciltlik “Türk Mitolojisi”, en eski bilinen Türkçe kaynaklardan biridir. Bu değerli kaynakta belirtilen birkaç Türk mitolojisi örneğini belirtecek olursak, Kayra Han, Bay Ülgen, Ak Ana, Erlik Han, Umay Ana, Ayzıt Han, Oğuz Kaan, Ay Han, Dağ Han, Deniz Han, Gök Han, Yıldız Han, Su İyesi, Asena, Ötügen ve Gök Sakallı Hızır’ın isimlerini zikretmekle yetineceğiz.

Devlet olma vasfına sahip olan milletlerin fikir ve dünya görüşü, dinsel inanışları, kökleşmiş ananeleri efsane, destan, masal, hikâye gibi anlatımlar sayesinde devamlılığını sürdürür. Burada mitolojik anlatımların millet hayatında önemi daha iyi anlaşılacaktır.

Mitolojide geçen öykülerin hepsi hayâl ürünü değildir; birçok mitolojide geçen olay, yapılan kazı ve kaya resimleri gibi bulgular sayesinde kayıt altına alınmıştır. İlmî araştırmalar sonucu gerçek yönünün olduğu ispatlanmıştır. Mitolojiler toplumdan topluma, hatta aynı milletin farklı boylarında değişim göstermekle birlikte pek çok ortak yanları da kapsamaktadır.

Tarihte yaşadıklarını bildiğimiz kişilere ait efsanelere “destan” denir. Türklerin mitoloji eserleri genellikle destanlar olarak yer bulmuştur. Yaratılış Destanı, Türeyiş Destanı, Alp Er Tunga Destanı, Oğuz Destanı, Bozkurt Destanı ve Manas Destanı gibi anlatımlara rastlanır. Bunların gerçekte ne zaman ve nerede yaşadığı kesin olarak bilinmese de araştırmalarla elde edilen bulgular sayesinde genel mânâda bilgi edinilebilmektedir. Türk boyları arasında bile bu destanlar arasına yüzyıllar girebilecek farklılıkta anlatımlara rastlanması, bunun en önemli delili olarak kabul edilmektedir.


Mitoloji, felsefe ve kültür ilişkisi

Bir toplumun tarihî süreç içerisinde ürettiği maddî ve manevî değerleri, onu diğerlerinden ayıran ve kuşaktan kuşağa aktardığı toplumsal yaşayış ve düşünce tarzına “kültür” diyoruz. Dil ile oluşturulan insanî etkinlikler kültür olarak nitelendirildiğine göre, felsefenin de en önemli aracı dildir. “Dil gibi ortak alanda buluşan felsefe ve kültür, ayrılmaz bir ikilidir” diyebiliriz.

Düşünsel ve söz olarak insan hayatında yer alan mitoloji ile felsefenin birbirinden ayrı düşünülmesi mümkün değildir. Felsefenin ne olduğuna bakacak olursak, düşünce etkinliği olarak da bilinen felsefe; varlık, bilgi, akıl, adalet, güzellik, doğruluk, gerçek ve dil gibi genel konular ve temel sorunlarla ilgili derinlemesine ve sistemli bir düşünme faaliyetidir. Bir düşünme etkinliği olan felsefe, yaşamın anlamı üzerine akletmeyi sağlar.

Önceden kazanılmış bilgiler üzerine inşâ edilen sistemli düşünce sistemi olarak kabul edilen felsefe, insanın kendisi, yaşamı ve evren üzerine düşünme etkinliklerinin sonucunda ortaya çıkmış ve sadece bilginin peşinde koşan bir disiplindir. Yani bir amaca ulaşmak ve düşünce adına yürütülen mantık metodudur. Halk arasında buna “felsefe yapmak” da denilmektedir.

Felsefe insanın kendisi, yaşamı, içinde yaşadığı toplum ve evren üzerine düşünme etkinliklerinin sonucunda ortaya çıkmış, düşünce üzerine derinlemesine düşünmektir. Bilgiden çok, bilgiye ulaşma ve kesin sonuç alma kaygısı olmadan sorulara cevap arama ön plândadır. Felsefe yapanların işini kolaylaştıran unsur, soru sorma becerisidir. Hemen her konuda ortaya çıkan sorular hakkında akıl yürütebilmesi için gerekli temelleri sağlar.

Bu felsefe tarifinden anlaşılacağı üzere, mitoloji ve felsefe arasında bir ilişkisinin olduğunu anlamak zor olmayacaktır. Felsefeden önce düşünce açıklama çabası olarak mitoloji vardır ve felsefi bir hususiyete sahiptir. Bütün bilimsel, dilsel, sanatsal ve felsefî faaliyetlerin yanı sıra dinî, toplumsal ve ahlâkî gelenek, görenek ve âdetler kültürü oluşturduğuna göre, felsefe ve mitoloji, kültürün vazgeçilmezlerindendir. Felsefe fikrin oluşumuna hizmet ederken, mitoloji ise geliştirilen fikrin nesilden nesle ulaşmasını sağlar.

Genel olarak kısaca üzerinde durduğumuz mitoloji, felsefe ve kültür, bir milletin varoluşunun ve yaşamasının temelini oluşturur. Günümüzde dahi yaşatılan toplumsal gelenekler ve sanatlar, geçmişten günümüze kadar gelen mitolojik değerleri yansıtır. Mitolojinin kökleri çok derinlerde olan bir varoluşu ifade ederken, felsefe de bir toplumun düşünsel yapısını ortaya koymaktadır. Kültür ise her ikisini de içine alan ve onların devamlılığını sağlayan bir unsurdur.

Üzerinde en çok yazılıp çizilen Yunan mitolojisinin merkezinde tanrılar vardır. Türk mitolojisinde ise doğa, sosyal ve kültürel temalar ağırlıktadır. Bundan dolayı bazı Türk mitolojik unsurlarının İslâmî ögelerle birleştirilmesinde sakınca görülmemiştir. Hayatın gerçeğine ters düşmediği görülmektedir zira.

Biliyoruz ki, tek tanrılı dinler silsilesinin son halkası olan İslâm’ın kutsal kitabı Kur’ân’da Yahudi ve Hıristiyan kaynaklı birçok mitolojik hikâyeye yer verilmiştir. Çoğunlukla tefsirlerde yer verilen benzeri hikâyeler “İsrailiyat” olarak adlandırılmaktadır. İslâm kültürü içine nüfuz eden bu anlatımların zamanla inanç esasları hâline geldiği dahi anlaşılmaktadır. Bu da gösteriyor ki, hayatın gerçeğini öğretmede ve yaşantıyı kolaylaştırmada benzer anlatımlara yer vermek durumunda kalınmıştır.

Her milletin kendi nev’i şahsına münhasır olmasının en belirgin özelliği, kültürel bağlarıdır. Bütün yaşam düzeyi onun üzerine kuruludur ve onunla varlığını sürdürür. Mitolojik anlatımların bir kısmı günümüz insanının anlayışına ters düşüyor görünse de kökü derinlerde olan, toplumsal kültürün ürünüdür. Kökü derinlerde olan belli bir kültür düzeyine sahip olan milletler, milletler cemiyeti içinde vardırlar ve varlıklarını sürdürmekte zorlanmazlar.

Çocukların kültürel gelişiminde mitoloji etkisi

Mitolojiler milletlerin hafızasıdırlar. Bu hafızayı oluşturan mitler, efsaneler, destanlar birebir gerçek yaşantıları kapsamasa da yaşanan kültürün zamanla değişikliğe uğrayarak sonraki nesiller tarafından devam ettirilmesini sağlar. Bu devam ediş dahi o milletin hayâl gücü ve düşünsel yapısının ürünüdür. Kendine hastır ve o milletin özelini devam ettirmede en önemli araçtır.

Yaşanmış bazı gerçek hikâyeler, insanların hayâl gücü sayesinde zamana göre değişiklikler göstererek gerçek olması mümkün olmayan anlatımlara dönüşebilir. Bu anlatımlar o milletin hafızasının devamıdır aynı zamanda. Onların gerçekliğe, inanç yapısına uygun olup olmadığından çok, onlardan, köklere inen kültür kalıntılarından yararlanarak günü ve özellikle de geleceği imar etmede kullanmak mümkündür.

Masallar sayesinde küçük yaşlarda hayâl ürünü anlatımlarla karşılaşan çocuklar, efsane ve destanlarla yaş seviyesine uygun metinleri tanır ve bu ata yadigârı kültür birikiminden yararlanması sağlanır. Bu sayede kendi kültür altyapısı üzerinden derinlemesine ve sistemli düşünme becerisine sahip olabilirler.

Düşün dünyasının temelini oluşturan felsefedir. Felsefî düşünceyle tanışan kişi varlık, bilgi, akıl, adalet, güzellik, ahlâk, doğruluk, gerçek ve dil gibi genel konular ve temel sorunlar üzerinde irdeleme ve değerlendirme yapabilme yetisi kazanır. Böyle bir yetiye sahip olan kişi, karşılaştığı problemleri sorgulama, anlama ve aşma konusunda fazla zorlanmayacaktır. Bu sayede bir nevi akıl yürütme ve alternatif düşünce becerilerine sahip olan kişi, geleceğini kendi kültür yapısı üzerinde oluşturacaktır. Bu düşünceden yola çıkarsak, ilkokuldan itibaren felsefî altyapının gelişmesi yönünde aktivitelere yer verme zarureti ortaya çıkmaktadır. Bunu gidermenin yolu da kendi kültür dairemiz içinde oluşan efsane, destan, masal ve benzeri mitolojik örnekleri tanıtmak, özümsetmek ve onlardan yola çıkarak mevcut yaşantıyı sürdürmekle birlikte geleceği inşâ etmek fayda sağlayacaktır.

Türk kültüründe anlatımlar ağırlıklı olarak söze dayandığı için gelecek nesillere yaygın olarak ulaşma imkânı olmamıştır. Yazılı kaynaklarda yer bulduğu ve üzerinde çalışıldığı için mitoloji denince ilk akla gelen, Yunan mitolojisidir. Her öğretim kademesindeki öğrencilerimizin az veya çok bilgi sahibi olduğu görülür bu konuda. Ne yazık ki kendi kültür dairemiz içinde var olan mitolojik anlatımlardansa habersizdirler. Efsaneler ve destanlar konusunda da farklı değildir bu durum. Bunu gençlerimizin bilgisizliğine vermek ne kadar doğrudur, düşünmek gerekir. Edebiyatta, sanatta ve tarih anlatımlarında gerektiği kadar yer verilip bilgilenmelerine fırsat yaratmayan etkili ve yetkililere sormak gerekmez mi bunu?

Bu eksikliği gidermenin en kestirme yolu, tarih ve edebiyat ders programlarında gereği kadar Türk mitolojik kaynaklarına yer verilmesinden geçer. Umay Ana, Gök Sakallı Hızır, Su İyesi, Bay Ülgen, Erlik Han, Ötügen, Oğuz Kaan gibi tarihî köklerimizi anlatan mitolojik ürünler veya destanlar, her nasıl olursa olsun, yaş seviyelerine uygun metinlerle çocuklara sunulmalı, bunda geç kalınmamalı, tarih, sanat ve edebiyat derslerinde yer verilmelidir.

Bu isteğe muhalif sesleri duyar gibi oluyorum. “Gerçek dışı olayları ve inançlarımıza ters düşen anlatımlarla çocukların zihinlerini karıştırmanın ne anlamı var?” diyenlere cevabım açık ve net olacaktır: Siz kendi kültür değerlerinizi gerekli gereksiz bahanelerle çocuklarınızdan uzak tutarsanız, çeşitli film, masal, hikâye ve roman türlerinde yabancı kültür değerleriyle o açığı dolduracaklarını akıldan çıkarmamalısınız.

Unutulmamalıdır ki, “millet olma şuuru”, kökleri derinlerde olan kültür birikimi sayesinde gelişir. Bu gündelik siyaset veya çıkar ilişkileriyle heder edilmemeli, milletin bütün fertlerinin aynı kaynaktan beslenmesi için gerekli kültürel altyapı kurulmalıdır. Bu da ancak çocuk edebiyatı eserleriyle başlayıp yaş seviyesine uygun olarak herkese hitap edecek eserlerle mümkün olacaktır.

Sonuç olarak, milli kültürün sürdürülmesi ve gelişmesi, eğitim kurumlarında, yazılı ve görsel kültür eserlerinde yeteri kadar yer verilmesiyle mümkündür. Kendi mitolojisini canlı tutmayan, okullarında felsefe yapılmasına imkân vermeyen ve kültür birliği konusunda çocuklarını eğitemeyen milletlerin gelişmesi, hatta uzun dönem yaşayabilmesi düşünülemez.

 

Yararlanılan Kaynaklar

Dr. Bahaeddin Ögel, Türk mitolojisi, Altınordu Yay.

Ahmet Yaşar Ocak, Türkiye Sosyal Tarihinde İslam’ın Macerası, Timaş Yay.