Mısır’da nerede kalmıştık?

Sisi’nin ABD, İsrail ve Suudi Arabistan’ı karşısına alarak Türkiye’nin yanında saf tutmasını gerektirecek görünür bir menfaati de yoktur. Erdoğan Deryap’a pirince giderken evdeki bulgurdan (Türkiye’nin ahlakî/vicdanî üstünlüğünden) olabilir. Mazlumların feryadı üzerine tesis edilen ilişkilerin Türkiye’ye bir fayda temin etmesini beklemek beyhudedir.

İSLÂM dünyasında zulüm görenler neden hep Batı’ya sığınma ihtiyacı duymuştur? Batı, sığınmacıları siyâsî bir koz olarak kullanma siyasetini her zaman elinde tutmuş olabilir. Bu, işin bir tarafıdır. Ancak Batı’nın böyle bir siyasetin peşinde olması, zulüm altındaki mazlumların sığınma ihtiyacını ortadan kaldırmamıştır. Batı çoğunlukla siyâsî mültecilere kapılarını açmıştır. Kendine benzeyenlere, benzeme yolunda olanlara imkânlar da vermiştir. Ancak Batı’nın ikircikli ve ikiyüzlü bu tutumundan mazlumlar da hayatta kalabilmek için faydalanmıştır.

Zalime karşı mazlumun yanında olmak ahlâkî ve vicdanî bir üstünlüktür. Türkiye AK Parti döneminde bu üstünlüğe sahip olmuştur. Doğudan ve batıdan, hemen hemen her yerden mazlumlar, can derdine düştüklerinde buraya, Türkiye’ye gelmiştir. İşin milyonlarca mülteci kısmını da belki bu çerçevede görüp anlamak daha gerçekçidir.

Mazlumların Batı’da siyâsî mülteci olmaları Batı ile aynı anlayıştan olma şartı ile açıklanamazken, Türkiye’ye sığınan mazlumların aynı anlayışa ait olmakla açıklanmaları Batı lehine bir söylemdir. Çünkü insanların Batı’ya özgürlük için sığınmış olabilecekleri ihtimâli, söz konusu Türkiye olunca birdenbire aynı siyâsî kimlikten olmakla değerlendirilmiştir. Siyâsî mültecileri kabul eden Batılı hükümetler o mültecilerle aynı siyâsî görüşten olmakla suçlanmazlarken, Türkiye’ye sığındıklarında bu durum Türkiye Hükümeti’nin Hamasçı veya İhvancı olması ile açıklanmıştır. Türkiye nüfusundan yüzde 52 oy alarak iktidar olan AK Parti, toplum nüfusu 650 bin ve yüzölçümü 45 kilometrekare kadar olan Gazze’de bir siyâsî parti durumunda ve esir konumunda olan Hamas çizgisinde olmakla eleştirilmiştir. Hamas’ı meşru gören hiçbir Batılı hükümet böyle nitelendirilmezken, Hamas’ı meşru görmenin ötesinde siyâsî bir tercihi olmayan AK Parti hükümeti neden böyle görülmektedir?

Türkiye’ye ahlâkî ve vicdanî üstünlük sağlayan dış siyaseti, Türkiye’de bazı çevreler tarafından inat ve ısrarla “İhvancı” olmakla suçlanmıştır. Eğer Türkiye Suriye’de muhalefete yapılanlara sessiz ve tepkisiz kalsaydı, Mısır’da askerî darbeyle seçilmiş hükümet ve seçilmiş cumhurbaşkanının kanlı bir darbeyle devrilmesine itiraz etmeseydi, binlerce insanın bir sabah vaktinde Tahrir Meydanı’nda katledilmesine gözlerini kapatsaydı, asla İhvancı olmazdı. Ancak tümüyle olmasa bile mazlumların feryadına kulak verdiği için birdenbire İhvancı suçlamasına maruz kalmıştır.

Türkiye’de dünyaya soldan bakanların, kendileri gibi sol parti kimliğini taşıyan başka ülkelerin partileri ile uluslararası örgütler bünyesinde bir arada (sosyalist/sosyal demokrat birliği gibi) ve dayanışma içinde olmaları olağan bir faaliyet, hatta bir hak olarak görülürken, sıra İslâmî kesime gelince birdenbire “yasadışılık, gizli ilişki” başlıkları içinde ele alınmaktadır. Kemalci akım dünya mazlumlarına örnek olmak iddiasını kimseye bırakmazken, dünya mazlumlarının dayanışması bir yana dursun, haber alışverişinde bulunmalarında bile suç unsurları arama tutkusundan vazgeçmemiştir. Söylediklerine kendilerinin inandığı da kuşkuludur ancak mazlumdan yana görünerek ahlâkî ve vicdanî üstünlükten güç alıp mazlumları sindirme tutumu içindedirler.

“Devletler arasında ebedî dostluk da, ebedî düşmanlık da yoktur” cümlesi, devletler arasında ahlâk ve vicdana değil, çıkara dayalı ilişkilerin bir açıklamasıdır. Türkiye ile Mısır arasında bir düşmanlık var mıydı ki Katar’da Tayyip Erdoğan ile Abdülfettah Sisi arasındaki görüşmeyle sona ermiş olsun? İki ülke, iki millet arasında zaten bir düşmanlık yoktur. Bu iki milletin görüş ayrılığında olduğu bir konu da yoktur. O hâlde ne vardır?

Mursi ne yapmıştı?

Mısır tarihinde diktatörlüğün adı firavunluktur. Acımasızlık, zalimlik, halkı küçümseme, kendine taptırma isteği, bunun için sınır tanımazlık firavunluk demektir. Maalesef Mısır’ı istisnalar dışında hep firavunlar yönetmiştir. Mısır halkı binlerce yıl bu firavunların kanlı çizmesi altında ezilmiştir. İlk defa Ekim 1981’de Mısırlı bir yiğit subay Halid El-İslambuli tarafından dönemin firavunu Enver Sedat öldürülmüştür. Bütün Mısırlıların firavun tarafından ezilmeyi bir kader olarak bilmediklerini göstermiştir. Ancak yeni firavun Hüsnü Mübarek, eski tas eski hamam, zulümlerine otuz yıl boyunca devam etmiştir.

Mısır tarihinde ilk defa yapılan bir özgür seçimle, 1 Temmuz 2012’de Muhammed Mursi, halkın yüzde 52’sinin oyunu alarak Cumhurbaşkanı seçilmiştir. Tam bir yıl sonra firavun özentili Abdülfettah Sisi’nin askerî darbesiyle de devrilmiştir. Tutuklanıp yıllarca işkence görmüştür. Gülünç iddialarla yargılanmış, ilaçları verilmeyerek ve tedavisi engellenerek 17 Haziran 2019’da katledilmiştir.

Mısırlı ünlü âlim Seyyid Kutub’a ait, “Mısır ve benzeri ülkelerde ordular, yalnızca kendi halklarını baskı altında tutup susturmak için beslenirler. Asla dış düşmana, İsrail’e karşı ülkeyi, halkı korumak için eğitilmiş, hazırlanmış değillerdir” tespitini darbeci Sisi bir kere daha doğrulamıştır. Mısır-İsrail Savaşları’nda asla bir varlık gösteremeyen Mısır ordusu, Tahrir Meydanı’nda savunmasız Mısır halkının bir bölümünü katletmiştir. İşgal ordularının bile yapmayacağı bir zalimliği yapmıştır.

Demokrasinin çıktığı yer olduğu, özgür muhalefetin bulunduğu yer olarak propagandası yapılan bütün Batılı ülkeler, Mısır halkının özgür seçimi ile Cumhurbaşkanı olan Mursi’nin devrilmesine destek oldular. Sadece Türkiye, Mursi’nin devrilmesine ve ardından binlerce insanın sokak ortasında, cezaevlerinde katledilmesine itiraz etmiştir. Cumhurbaşkanı Erdoğan, darbeci Sisi’nin bir katil olduğunu söylemiştir. Mısır’dan göç etmek zorunda kalan on binlerce siyâsî mülteci Türkiye’ye sığınmıştır.

Bir yıllık görev süresi içinde Mursi bu kadar düşmanı nasıl kazanmıştır? Ne yapmıştır? Elbette bir iktidarın doğruları yanında yanlışları da olur. Ancak Mursi’nin yanlışları, belli ki sıradan herhangi bir iktidarın yanlışları olarak kabul edilmemiştir. Mursi, Suriye halkının Esad’a karşı mücadelesine destek vermiş, İran ile iyi ilişkiler kurmak istemesine ve bunun için İran’ı ziyaret etmesine, 1979’dan beri kesik olan Mısır-İran ilişkilerini yeniden başlatmıştır. Ancak buna karşılık Esad’ı kayıtsız şartsız destekleyen İran Hükümeti, Mursi’ye karşı askerî darbenin yanında olmuştur.

Batılılar ve özellikle Batı destekli Körfez ülkeleri ile Suudi Arabistan için Mursi’nin kabul edilemez tarafı, diğer krallıklar/emirlikler için “seçilerek gelen kötü bir örnek” olmasıdır. Mursi, İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’e bir mektup yazarak, “ondan Filistinlilere ve Mısır’a karşı dost olmasını” istemiş, Gazze’nin dünyaya açılan tek penceresi olan Refah Kapısı’nı açmıştır. İşte bütün bunlar ABD, İsrail, Suudi Arabistan ve hatta İran için “Mısır’ın elden çıkmakta olduğunu” göstermiştir. Genelkurmay Başkanı Sisi’ye askerî darbe için lâzım gelen her türlü desteği vermelerine yol açmıştır.

Türkiye-Mısır ilişkilerindeki son döneme dair

Türkiye-Mısır ilişkileri darbe gününden (3 Temmuz 2013) başlayarak, dokuz yıl boyunca oldukça inişli çıkışlı, ancak “kötü” kelimesi ile açıklanabilecek bir mahiyette geçmiştir.

26 Ağustos 2020’de Mısır ile Yunanistan arasında Akdeniz’de “deniz yetki anlaşmasının” yapılması, Türkiye’nin Mısır’a karşı olan tutumunu fena hâlde değiştirmiştir. Bu tarihten sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan, açıktan darbeci Sisi’yi eleştirmediği gibi, alt seviyede iki ülke arasında temaslar da başlamıştır.

2022 FIFA Dünya Kupası maçları açılış töreni için Katar’a giden Cumhurbaşkanı Erdoğan, orada şimdiye kadar uluslararası hiçbir toplantıda özellikle görüşmediği darbeci Sisi ile görüşmüş, “Türkiye-Mısır arası bir liderler buluşması değildir, Türk milleti ile Mısır halkının geçmişteki birlikteliği bizim için çok önemlidir. Yeniden niye olmasın, yeniden niye başlamasın? Bunların sinyalini verdik. Bizim tabiî kendilerinden tek isteğimiz, bu görüşmelerle birlikte bize karşı Akdeniz’de tavır içinde olanlara yönelik burada barışı ikâme edelim, onunla yolumuza inşallah devam edelim” (Hürriyet, 21 Kasım 2022) beyanında bulunmuştur.

Görüldüğü gibi Erdoğan’ın gündeminden Sisi’nin firavunlukları çıkmıştır. Akdeniz’de Türkiye’ye karşı kurulan Yunanistan-İsrail-Mısır kuşatması tayin edici olmuştur. Mursi ve taraftarlarının katledilmeleri ve gördükleri zulümler görüşme konusu olmamıştır. Dönemin şartları (konjonktür) baskın çıkmıştır. Türkiye, mazlumların sesi olarak elde ettiği ahlâkî ve vicdanî üstünlüğü darbeci Sisi yönetimi ile ilişki kurarak terk etmiştir.

Geri kalan dokuz yıl boyunca Kahire Tahrir Meydanı’nda/Rabia’da binlerce insanın ağır makinalı tüfeklerle katledilmiş olmasının sembolü olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan, partisinin her toplantısında Rabia işaretini kullanmış ve bu işareti partisinin sembolü hâline getirmişti. Erdoğan, darbeci Sisi ile iyi ilişki kurmasından dolayı partisinin bu işaretini de bırakacak mıdır? Elbette zamanla görülecektir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Mısır’a/darbeci Sisi’ye karşı olan tutumunu dokuz yıldan beri eleştiren muhalefet çevreleri, “Erdoğan iyi yaptı, Akdeniz’de Türkiye’ye yeni bir alan açtı” demediler. Aksine Erdoğan’ı “hemen bütün ilkelerini çiğneyen, kolayca ilkelerinden dönen, Tahrir Meydanı’nda katledilen liseli Esma Biltaci gibilerini satan biri olarak” eleştirip mahkûm etmeye çalıştılar. AK Parti çevresinde ise Erdoğan’ın bu tutumuna karşılık her zaman olduğu gibi derin bir sessizliğin yanında bu tutumu onaylayan sesler de duyulmuştur.

Türkiye’ye sığınmış olan Mısırlı siyâsî mülteciler Türkiye’den çıkarılırsa, Türkiye mazlumlardan taraf olarak elde ettiği bütün ahlakî ve vicdanî üstünlüğü terk etmiş, dönemin şartlarına teslim bayrağı çekmiş olacaktır. Sisi’ye darbe yaptıran bölgesel ve uluslararası güçler, Sisi’nin Akdeniz’de Yunanistan’a karşı Türkiye’nin yanında yer almasına ve Yunanistan ile yaptığı anlaşmayı hükümsüz hâle getirecek adımlar atmasına izin verirler mi? Büyük bir ihtimâlle vermeyeceklerdir.

Sisi’nin ABD, İsrail ve Suudi Arabistan’ı karşısına alarak Türkiye’nin yanında saf tutmasını gerektirecek görünür bir menfaati de yoktur. Erdoğan Deryap’a pirince giderken evdeki bulgurdan (Türkiye’nin ahlakî/vicdanî üstünlüğünden) olabilir. Mazlumların feryadı üzerine tesis edilen ilişkilerin Türkiye’ye bir fayda temin etmesini beklemek beyhudedir.