“Minimalist” kelimesini hayatımıza dâhil ettiğimizde

Bazen bize geçmişi hatırlatan eşyalarımıza sıkı sıkı tutunuruz. Üstelik bu eşyaların hatırlattıkları genelde iyi anılar olmazlar. Neden hayatımızı bu şekilde sabote ederiz ki? Ya da mutlu anılarla bağdaştırdığımızı düşündüğümüz o eşyalara gerçekten ihtiyacımız var mı?

BUGÜN uzun zamandan beri yapmak isteyip her defasında biraz daha sonraya bıraktığımız bir işi tamamladık. Bir süredir, “Belki bir gün giyeriz” denilen ayakkabılara el attık. Böylece rengini dahi unuttuğumuz ayakkabılar gün yüzüne çıktılar. İşte o an farkına vardık ki, bunlara şu âna kadar ihtiyaç duymamış ve hattâ unutma boyutuna gelmişsek, artık ihtiyacı olan insanların ayaklarında hayra dönüşmek üzere yola çıkmaları gerekliydi. Aslında yaptığımız bu işin, oldukça basit olmasına rağmen aklımın bir köşesini işgal etmiş olduğunu anladım.

İşimi bitirmenin verdiği rahatlıkla elime bir bardak çay alıp salonda dinlenme moduna geçmiştim. Ayağımı, ortada ciddî bir yer işgaline sebep olan sehpaya çarpmamla birlikte, kocaman evlerde bizden çok eşyaların yaşadığını fark etmemek imkânsızdı benim için. Hele salonun bir köşesinde duran ve içi tamamıyla (altını çizerek ifade ediyorum) eve gelen misafirlerin görmeleri için dizilen farklı eşyalarla dolu, içindekilerin belli aralıklarla yıkanıp kurulanıp tekrar dizildiği vitrinler…

Salondan çıktım, “Daha ferahtır” diye düşünüp geçtiğim mutfakta eşya fazlalığı noktasında evin bütün odalarının birbirinden farksız olduğu kanaatine vardım. Fazladan sakladığımız kıyafetler, “Bir gün belki balık tutmaya gideriz” diyerek satın aldığımız olta takımları, hiç tamir işlerinden anlamasak da gerekliliğine inandığımız matkap takımı… “Less is more” diyorum ve listeyi daha fazla uzatmıyorum.

Kimi zaman almak için, kimi zaman korumak adına, kimi zaman da “Nasıl saklasam?” diye düşünüp enerji ve zaman harcadığımız bu eşyaların dilleri olsa, ne işe yaradıklarını bana anlatabilirler miydi?

Önemli olan, çoğa sahip olmak değil, ihtiyacımız olana sahip olmak. Sanırım son günlerde sıkça duyduğum, içinde bulunmak istediğim ve hoşuma giden söylem, “minimalist yaşam”. Anlatmak istediklerimin iki kelimede özetlenmiş hâli…

Minimalist yaşam, insan hayatındaki maddî ve manevî unsurları ihtiyaçlara göre sınırlayıp en aza indirgeyerek, daha fazla odaklanabilirlik, hareket serbestliği, yaşam konforu ve kalitesi kazandıran yaşam şekli anlayışı.1 Artık daha fazla çalışıp üretiyoruz; nihâî olarak daha fazla tüketiyor olabiliriz. Bize en son modelini, kime/neye göreyse hep daha iyisini satın almaya zorlayan, gereksiz/fazladan tüketimi baskılamak adına gidebileceğimiz en iyi yol, minimal olan.

Kendimize ayırdığımız zamanı gün geçtikçe azaltarak yol aldığımızın farkına vardığımızda, umuyorum ki sona gelmemişizdir. Kendimize bile ayıracak zamanımız yokken, en yakınlarımıza nasıl vakit bulabiliriz? Hayatı bu şekliyle kabullenmek zorunluluk olmasa gerek. İşte tam bu noktada yine “minimalist” sözcüğünü gündemimize alarak olumsuzlukları bertaraf etmekle işe başlayabilir, hayatımızda bizi aşağı çeken fazladan her ne varsa sadeleştirerek daha konforlu bir hayata başlangıç yapabiliriz!

Minimalist yaşam şekli gün geçtikçe çığ gibi büyüyen ve yayılım gösteren tüketim odaklı yaşamın karşısına dikilip “Dur!” ihtarı yaparak, tüketim odaklılıktan sıkılan bireyler için bir dönüm noktası. Gelişen teknolojinin hayatımızı kolaylaştırdığı düşüncesinden her geçen gün uzaklaşıyorum. Tam da tersine, bize yüklediği sorumlulukların zamanımızdan götürdüğü düşüncesi ağır basarak, neredeyse bize sahip olduğu düşüncesindeyim.

Evinde yalnızca bir Einstein tablosu, bir lâmba, sandalye ve bir de yatak olan Apple kurucusu Steve Jobs, iş hayatından özel yaşamına minimalizmi benimsemiş en ünlü isimlerden biri. Onun minimalizme düşkünlüğünü tasarımlarında da görüyoruz. Steve Jobs, “karmaşıklık”ları basitleştirmede ustaydı. Facebook kurucusu Mark Zuckerberg de iş yaşamından özel yaşamına minimalist felsefeye uygun yaşayan en ünlü isimlerden. Yıllarca tişört/pantolon/terlik ya da sneaker gibi âdeta onun üniforması hâline gelen giyim tarzıyla eleştirilse de Zuckerberg, giyim kuşam için zaman harcamamayı tercih ettiğini dile getirmekten çekinmemiştir.

Steve Jobs’un hayran olduğu bilim adamı Albert Einstein de basit bir hayat sürdü ve çok az kıyafete sahip oldu. Yalnız tutkun olduğu puro, kahve ve müzik için para harcardı ünlü fizikçi. Burada minimalizme dair önemli bir hatırlatma yapmakta fayda var: Sadelik, basitlik olarak algılanamaz. Önemli olan, yaşama konfor ve kalite katabilmektir.2

Minimal yaşamın öncelikli ve en büyük getirisi, tabiî ki maddî özgürlük… Daha az eşya eşittir daha çok paraya sahip olmak: Yeni model bir telefona, pahalı bir cekete ihtiyacımız olmadığını fark ettiğimiz gün, özgürleşeceğimiz gündür.

Daha az eşya eşittir daha az gereksiz sorumluluk: Temiz ve düzenli tutmanız gereken daha az eşya ve hakkında kaygılanmanız gereken daha az maddî varlık…

Yine daha az tüketim, tabiî ki daha az atık ve çevre kirliliği demek. İnsanların yaşayış biçimleri ve tüketim miktarı, dünyamız için büyük bir fark yaratıyor.

Dikkatimizi dağıtan eşyaların sayısı azaldıkça, kendimize ve zihnimize ayıracak daha fazla alanımız kalacak. Arkadaşlarınızla, ailenizle, sevdiklerinizle daha çok zaman geçirmek, basit bir yürüyüş ya da yoga yapmak, bahçeyle uğraşmak, bizi video oyunlarından veya şık kıyafetlerden daha çok tatmin edecek.

Kocaman Amerikan evlerini düşünün… 4-5 kişinin yaşadığı koca koca evlere sığmak bilmeyen eşyalar… Kullanılmayan yüzlerce eşya için ayrılan garajlar veya odalar… Düşününce bile içiniz sıkılmadı mı? Çok sayıda eşya sahibi olmak, ayağımıza zincir vurmak gibi bir durum! Hareket etmemizi zorlaştıran eşyalarımız, bizi olduğumuz yere çakma görevi görüyor. Bu yüzden “Özgürlük için minimalizm”!

Şöyle düşünün: Kimse sizin cenazenizde durup, “Çok pahalı bir paltosu ve çok şık ayakkabıları vardı” demeyecek. Sadece başkalarını etkilemek için aldığımız eşyalar yüzünden yaşadığımız mutsuzluğa hiçbir şekilde değmez. Çünkü her zaman birilerine kıyasla daha az sayıda ya da daha modası geçmiş eşyalarımız olacak.

Bazen bize geçmişi hatırlatan eşyalarımıza sıkı sıkı tutunuruz. Üstelik bu eşyaların hatırlattıkları genelde iyi anılar olmazlar. Neden hayatımızı bu şekilde sabote ederiz ki? Ya da mutlu anılarla bağdaştırdığımızı düşündüğümüz o eşyalara gerçekten ihtiyacımız var mı? Kurtulun gitsin!

Jim Carrey ne güzel özetlemiş: “Keşke her insan ünlü, çok zengin ve hayâl ettiği her şeye sahip olabilse! Böylece cevabın bu olmadığını anlarlardı.”

Minimal yaşamayı öğrendiğimiz zaman anlayacağımız en önemli şey, mutlu olmak için eşyalara sahip olmamız gerekmediğidir. Başta aileniz ve arkadaşlarınız olmak üzere, minimal yaşam tarzınızla çevrenizdeki insanlara güzel bir örnek olabilirsiniz. Az tüketerek mutlu olduğunuzu gören yakın çevreniz, doğru yolun bu olduğunu bizzat görerek sizden etkilenecekler. Daha yaşanılası bir dünya kurmak için değişime kendinizde başlayabilirsiniz.3

Fizikî olarak yaptığımız sadeleştirmeyi manevî olarak zihnimizi yoran gerek arkadaş, gerek diziler, gerek sosyal medya hesaplarını da arkamızda bırakarak yol almanın rahatlığını yaşamak gerekir diye düşünüyorum. Dedikodular, kıyaslamalar, şikâyetler ve suçlamalarla neden zihnimizi kirletip dolduralım ki?

Kaybettiğimizde değerini anlayabildiğimiz sağlıklı yaşam konusunda da minimalist yaşamak gerekli. “Tıka basa yemek yemeye hayır!” desek, abur cuburları yemeyiversek, ne kaybederiz?

Hem fizikken, hem de fikren sadeleştirilmiş, daha huzurlu ve daha farkındalıkla süslenmiş bir yaşam dileğiyle…

 

(1)https://www.umityildirim.com/minimalizm-ve-minimalist-yasam-felsefesi

(2)http://www.blogteb.com/einstein-jobs-ve-zuckerbergin-yasam-felsefesi-minimalizm-hakkinda/

(3)https://listelist.com/minimal-yasam