Mimaride mâneviyat, mâneviyatta mimari

Sahici bir mimari rûhumuzu uyandırmalı, duyularımızı, duygularımızı ve düşüncelerimizi ayağa kaldırmalıdır. Başka bir ifadeyle mimari, kışkırtıcı, uyandırıcı ve canlandırıcı olmalıdır. Rûhumuzu kışkırtmayan, diriltmeyen ve canlı kılmayan bir mimari, aslında işlevsel olmayan, ölü bir faaliyettir!

İNSAN, sürekli olarak kendini ve dünyayı inşâ etme çabası içindedir. Mâneviyat, felsefe, bilim ve ahlâk, insanın kendisini ve dünyayı inşâ etme tecrübeleridir. İnsanın kendini inşâ etme yolları olarak sanat, felsefe ve mâneviyat zor çabalar olduğu gibi, fiziksel dünyada kendimize uygun bir yaşam alanı inşâ etmek de çok zor bir faaliyettir.

Kendimize uygun bir hayat alanı inşâ etmemizin tecrübesi olan mimari, bu çok zor faaliyetlerin başında gelmektedir. Mimari, betonu, tuğlayı ve çimentoyu rant elde etmek için üst üste yığmak değildir. Mimari, insanın mâneviyatına, felsefesine, sanatına ve ahlâkına göre tuğlayı, çimentoyu ve demiri estetik bir şekilde şekillendirmesidir. Mimari, insan rûhunu dış dünyada somuta dökme faaliyetidir. Mimari, insanın mâneviyat, felsefe ve sanatını esin kaynağı almalıdır. Mâneviyatsız bir mimari, moloz yığınından başka bir şey değildir.

Ayasofya ve Selimiye’yi sahici anlamda bir mimari başyapıt yapan, ikisinin fiziksel yapısı değil, arkalarındaki mâneviyattır, felsefedir, sanattır, ahlâktır ve bilimdir.

İnsan, sınırsız mekânda yaşayan bir varlık değildir. İnsan, hayatını mekânla sınırlanmış bir şekilde yaşamak zorundadır. Yaşam alanlarımız, çok küçük metrekarelerle sınırlıdır. Yüz, iki yüz veya üç yüz metrekarelerden oluşan ev, okul ve işyeri gibi yaşam alanlarımızda geniş ilişkiler ve dünyalar kurmaya çalışırız. Hayatımızın gerçek mimarisi, diğer insanlarla kurduğumuz ilişkiler dünyasıdır. Yaşadığımız mekânlar, ilişkilerimizin, mâneviyatımızın, felsefemizin ve sanatımızın mimari olarak ete kemiğe bürünmüş hâli olmalıdır.

Mâneviyatımızı ve felsefemizi yansıtmayan mekânlar mimariden uzak oldukları için bizi boğmakta, daraltmakta, sığlaştırmakta, çürütmekte ve daraltmaktadırlar.

Mâneviyat tecrübesi; sürekli akış, değişkenlik ve dinamizm içinde olan bir tecrübedir. Mâneviyat gibi mimari de dinamik, akışkan ve tazelenme içinde olmalıdır. Mekânın ve mimarinin ferahlık vermesi, bizi yeni mânevî tecrübelere yol almamızı sağlamalıdır. Mekân ve yapı değişikliğinin ferahlık vermesi, mimarinin mâneviyatımızı, düşüncemizi, aklımızı, ahlâkımızı ve estetiğimizi yenilemesi demektir. Mekânın mimarisi bizde değişim ve yenilenme yaratmıyorsa, bu yanlış bir mimaride ve mekânda yaşadığımız anlamına gelmektedir.

Mâneviyat, “rûh” olarak ifade ettiğimiz aslî insanî dünyamızdır. Mimari çoğu zaman insanın dışında olan, rûhu ve iç dünyasıyla ilişkili olmayan fiziksel yapılar olarak algılanmaktadır. Mimari, bir mânevî faaliyettir ve rûhumuzun aslî bir çabasıdır. Rûhumuzu ahlâkla, akılla, sanatla ve adaletle inşâ etmek için sürekli olarak çaba sarf ettiğimiz gibi, yine ruhumuzu dış dünyada inşâ etme faaliyetinin adı da mimaridir.

Mimari, mâneviyattan kopuş değil, mânevî tecrübemizin devamıdır. Mimari ve mâneviyatın birbirinden kopması ve birbirine yabancılaşması, rûhumuzu, evlerimizi, işyerlerimizi, kentlerimizi, kısacası her şeyimizi derme çatma, çirkin ve ucûbe hâle getirmektedir.

Mimar, bir mâneviyat emekçisidir. Mimar, sadece betonu, taşı, kumu, demiri ve tuğlayı düşünerek plân yapamaz. Mimar, insan rûhunun felsefî, mânevî, ahlâkî ve sanatsal derinliklerinin betona, tuğlaya ve demire nasıl şekil vereceğini düşünmek zorundadır. Mimar, “mimari” denilen mânevî arayışın yolcusudur. Kendisini bir mâneviyat yolcusu olarak görmemek, tutkulu ve dinamik bir rûha sahip olmamak, mimarı sıradan bir ameleden farklı hâle getirmemektedir.

Mimari ve mâneviyatın amaçları ve nitelikleri aynıdır. Mâneviyat, varoluşsal düzeyde varlığımızın bütünlüğünü ve bekâsını korumayı hedeflemektedir. Mimari, bir yapının sağlamlığını, dayanıklılığını ve uzun süre ayakta kalmasını sağlamaya çalışan bir faaliyettir. Arkasında mâneviyat olan mimari, bir eserin, binanın veya yapının sağlam, dayanıklı ve uzun süre ayakta kalmasını sağlayabilir. Mimari ve mâneviyat, insanı ve yapıyı birlikte ayakta tutmak ve hayatta güçlü bir şekilde kalmalarını sağlama faaliyetleridir. Mimari ve mâneviyat, insan için teferruat değil, birer bekâ konusu olan tecrübedir.

Mâneviyatın bir amacı vardır. Mâneviyat, bizi her açıdan yaşayan, her açıdan tam bir işlevsellik içinde olmamızı hedefleyen, kendimizi insan olarak ahlâkî, felsefî, ruhsal, sanatsal, sosyal ve bilimsel açılardan gerçekleştirmemizi sağlamayı hedeflemektedir. Mâneviyatın amacı, insanın sahih ve sahici bir şekilde kendini gerçekleştirmesidir. Mimari, bir yapının insanın ihtiyaç duyduğu inşâ amacına uygun bir şekilde ayakta kalmasını sağlamalıdır.

Mâneviyat insanın kendini gerçekleştirmesini hedeflerken, mimari ise bir yapının insanın kendini gerçekleştirme amacına hizmet edecek şekilde dizaynını sağlamaya çalışmaktadır. Mâneviyat, insanın kendini gerçekleştirme tecrübesi iken, mimari ise binanın kendisini gerçekleştirmesini sağlayan insanî tecrübedir.

Mâneviyat ve mimari bizi ferahlatmalı, mutlu etmeli ve doyuma ulaştırmalıdır. Mâneviyat duyusal, duygusal ve davranışsal açılardan bizi tutkuyla hayata bağlamalı ve yaşama sevincini iliklerimize kadar hissetmemizi sağlayan bir tecrübe olmalıdır.

Yapıların büyüklüğü, ihtişamı veya ileri teknolojileri, bizi mânevi açıdan doyurmaya ve yaşama sevinciyle dolup taşmamıza yeterli değildir. Sahici bir mimari rûhumuzu uyandırmalı, duyularımızı, duygularımızı ve düşüncelerimizi ayağa kaldırmalıdır. Başka bir ifadeyle mimari, kışkırtıcı, uyandırıcı ve canlandırıcı olmalıdır. Rûhumuzu kışkırtmayan, diriltmeyen ve canlı kılmayan bir mimari, aslında işlevsel olmayan, ölü bir faaliyettir!

Mimari, hayata, insana, dünyaya ve doğaya yönelik yapılan tutkulu, sevgi dolu, heyecan verici bir çabadır. Mimari, insanî bir sanat ve bilimdir. Bu bakımdan insanın felsefesinden, mâneviyatından, aklından ve biliminden kaynaklanmaktadır. Sanat, mâneviyat ve felsefe gerektiren bir alan olarak mimari, yaşam alanlarımızı en yüksek kalitede şekillendirmelidir.

Mimarinin yokluğu veya zayıflığı, hayatımızın mânevî, felsefî, sosyal, estetik, düşünsel ve insanî kalitesini düşüren veya ortadan kaldıran bir sonuç doğurmaktadır. Kalitesi yüksek sahici bir insanî hayat için mimariyi mâneviyatta, mâneviyati mimaride aramamız gerekmektedir.