ESKİ Yugoslavya ordusu
JNA'da görevli Sırp askerlerin kontrolünde bulunan Saraybosna Havaalanı'ndaki
uçaklardan biriyle Lizbon'daki barış görüşmelerine giden rahmetli Aliya İzzetbegoviç,
görüşmelerden bir netice alınamayınca geri dönme kararı verilir. Dönüşte
Aliya’nın sorumluluğu alması şartıyla, uçak Saraybosna Havaalanı’na iner. Rahmetli
Aliya İzzetbegoviç, Sırp askerler tarafından alıkonularak Lukavica’ya
götürülür. Lukaviça’da tutulduğu odada kızıyla beklerken, odadaki telefon
çalar. Telefona kızı Sabina cevap verir. Telefon yanlışlıkla aranmıştır. Telefonu
kızından alan Aliya, Cumhurbaşkanı’nın zorla alıkonulduğunu anlatır. Bu
görüşmeden kısa süre sonra telefon yeniden çalar. Bu sefer ahizeyi İzzetbegoviç
kaldırır. Arayan, Saraybosna Televizyonu çalışanlarından Senad Hacıfeyzovic’tir.
Aliya, canlı yayında Lukavica’da olduğunu anlatır…
Canlı yayın sonrası Cumhurbaşkanlarının
kaçırıldığını haber alan Boşnak savaşçılar, misilleme olarak Sırp General
Milutin Kukanyats'ın bulunduğu kışlayı kuşatarak generali rehin alırlar.
Kakunyats, Aliya ile takas edilir. Bu olay, Dobrovolyaçka sokaklarında
gerçekleştiği için “Dobrovolyaçka Olayı” olarak tarihe geçer. Bosna’nın
kaderini değiştiren bu olayda General Kakunyats’ı rehin alan savaşçılar
arasında Yugoslavya’nın eski polis şeflerinden Yusuf Puşina da vardır. Yusuf
Puşina, daha sonra Aliya’nın kurduğu hükümette İçişleri Bakanlığı görevinde
bulunur. Puşina, ayrıca İstanbul’da Bosna-Hersek Başkonsolosu olarak da görev
yapar.
Bosna’nın kaderini değiştiren bu olayın
kahramanlarından biri olan Yusuf Puşina ile Bosna seyahatimiz boyunca bize
mihmandarlık eden Bristol Otel’in lobisinde buluştuk ve Bosna’yı konuştuk.
“O öyle bir adamdı ki, herkesi dinler, herkesin fikrine
önem verirdi”
·
Siyaset ve
diplomasi çevreleri sizleri tanır ama tanımayanlar için kendinizden kısaca bahseder
misiniz?
Saraybosna doğumluyum. 1975’te evlendim ve 2 kız çocuğum oldu. Öğrenimimi Bosna’da
tamamladım. Saraybosna Devlet Üniversitesi’nde, 1970’li yıllarda hukuk üzerine
master yaptım. 1972’de, Polis Akademisi’nde polis memuru olarak göreve başladım.
Daha sonraki yıllarda rütbem arttı ve Emniyet Müdürlüğü’ne kadar yükseldim. 1992-1993
yıllarında İçişleri Bakanı olarak görev yaptım. Benden sonra bu göreve Bakir
Alispahiç geldi.
Eski komünist dönemde dindar Müslümanların büyük
görevlere gelmesi çok zordu. O dönemdeki Polis Akademisi sisteminde çok fazla
Boşnak yoktu. Ben bunu başarmış nadir insanlardan biriydim.
·
Bağımsızlık öncesi
görevli olduğunuz dönemde Aliya ile çalışma fırsatı bulabildiniz mi? Yoksa
Aliya ile beraberliğiniz bağımsızlık sonrasına mı dayanıyor?
Rahmetli Aliya İzzetbegoviç ile tanışıklığım uzun
zamana dayanır. SDA’nın kuruluşunda beraber faaliyet gösterdik. Hem Polis Akademisi’nde
çalışıyor, hem de gizli olarak SDA’nın kuruluş süreci ve sonrasında faaliyet
gösteriyordum. İlk kongrede görev aldım ve rahmetli Aliya İzzetbegoviç’i parti
başkanı olarak seçtik.
Aktif olarak çalışıyordum ama bu resmî kayıtlara
yansımıyordu. Çünkü o dönem devlet memurları siyasî partilerde görev alamıyorlardı,
yasaktı. Savaştan sonra 13 yıl rahmetli Aliya İzzetbegoviç'in danışmanlığını
yaptım. Savaş başladığında İçişleri Bakanı idim. 1992’den rahmetlinin vefatına
kadar başdanışmanlığını yaptım. Onunla beraber olmak, mücadele etmek ayrıcalıktı
benim için. En çok memnun olduğum şey, rahmetli Aliya İzzetbegoviç’in süper bir
felsefeci, iyi bir devlet adamı ve çok özel bir komutan olmasıydı. O öyle bir
adamdı ki, herkesi dinler, herkesin fikrine önem verirdi.
“Aliya İzzetbegoviç hayatımı kurtardı”
·
Aliya İzzetbegoviç
ile ilgili unutamadığınız bir anınız var mı?
Sizlerle iki önemli anıyı paylaşabilirim…
Aliya, bir sefer benim hayatımı kurtardı. 1992 yılında
kışlaları serbestleştirmek için faaliyetlerde bulunuyordum. Yugoslavya silahlı
güçlerinin başında da General Boşkoviç vardı. General Boşkoviç, bir toplantı
sonrasında Bosna’nın Ilıca bölgesine gitmek zorundaydı ve benden kendisine eskortluk
yapmam için ricada bulundu. Ben gitmek istemedim, rahmetli Aliyya İzzetbegoviç ise
neden istemediğimi sordu. Ben de Boşkoviç’in korunmayı hak etmediğini söyledim.
General kendisiyle gitmem konusunda Aliya’dan ricada bulundu. Aliya da bana
kendi zırhlı aracını vererek Boşkoviç ile gitmemi söyledi.
Askerî Tito kışlasını geçişimiz sırasında, kışladan
bize otomatik silahlarla yaylım ateşine başladılar ve hem beni, hem de Boşkoviç’i
öldürmek istediler. Rahmetli Aliya İzzetbegoviç zırhlı aracını vermeseydi, biz
saldırıdan kurtulamazdık.
Allah'a şükür ki, o benim hayatımı kurtardı, ben de
onun hayatını kurtardım. Rahmetli Lizbon’dan döndüğünde Sırplar onu alıkoydular
ki öldürmek istiyorlardı. Biz de General Kakunyats’ı esir aldık ve Aliya ile
takas ettik.
·
Aliya ile görüş
ayrılığına düştüğünüz hiç oldu mu?
Aliya ile zaman zaman ayrı düşündüğümüz oluyordu. Ama istişare ederek hep ortak bir nokta buluyorduk. Aliya İzzetbegoviç, insanları dinlemeyi seven bir yapıya sahipti. Herkesi dinler, ikna olursa kendi kararını değiştirirdi. Bir gün ofiste otururken, bulunduğumuz yere bir bomba düştü. Ofisin kolonuna denk gelmişti bomba. Rahmetlinin ofisine geçtim ve “Komutanım, buradan çıkmamız lazım!” dedim. O çıkmak istemedi, ben de atılan ilk bombanın deneme amaçlı atıldığını, ikinci bombanın tesirinin daha büyük olacağını söyledim. Bunun üzerine kararını değiştirdi ve oradan ayrıldık. İkinci bomba benim odama düştü.
Avrupa’nın 4. silah gücüne karşı elimizde hiçbir şeyimiz olmadan savunmaya geçtik. Sırplar Saraybosna’yı birkaç haftada düşüreceklerini düşünüyorlardı, ama biz cesaretimiz, aklımız ve Allah’ın yardımıyla vermedik.
·
Savaştan hemen
önce Bosna’da durum nasıldı? Savaş olacağını öngörebildiniz mi?
Savaştan hemen önce Belgrad ve Yugoslavya askerî
birimleri Bosna’da bulunan bütün silahları kışlalarına toplamaya başladılar.
Polislerin ağır silahları bizden alınarak Sırp bölgelerine taşındı. Biz bu tür
bir askerî hareketliliğin anormal olduğunu düşünüyorduk. Fakat bunu
engelleyebilecek bir durumumuz yoktu. Bu yönde bize istihbarat da geliyordu. Bunu
yetkililere sorduğumuzda, bize bunun rutin bir durum olduğunu söylediler. O
dönemde örgütlenme çok mümkün değildi. Çünkü Bosna, Yugoslav istihbaratı
tarafından kontrol altında tutuluyordu. Bazı bölgelerde kuşatmalar başlamıştı.
Bosna-Hersek’in bağımsızlığı esnasında İçişleri Bakan
Yardımcısı’ydım ve rahmetli Aliya İzzetbegoviç'in danışmanlığını yapmaya
başlamıştım. Bosna’nın bağımsızlığını ilan etmek için Bosna Meclisi’nde
referanduma gittik. Referandum 91 Mart’ında oldu ve büyük bir farkla bağımsızlığımızı
kazandık. Meclis’in başında Kraşnik vardı ve referanduma gidilmesini
istemiyordu. Ama Müslümanlar ve Hırvatlar referanduma gidilmesini istediler. Bosna-Hersek’in
bağımsızlığı için oy kullanan Sırplar da vardı. Ancak daha sonra Sırplar bu
referandumu tanımadılar.
Referandumda Bosna-Hersek’in Yugoslavya’dan ayrılması kararı çıkmıştı. Bu, savaşın habercisiydi. İzzetbegoviç savaşı önlemek için federal yönetim gibi bazı çözüm önerilerinde bulundu. Bu düşünceyi Makedonya da destekliyordu. Fakat Sırplar böyle düşünmüyorlardı. Onlar Büyük Sırbistan hayali kuruyorlardı. Savaş başladığında Sırplar bu düşünceyi gerçekleştirmek için “An, bu andır!” deyip savaşı başlattılar.
“Dünya ambargoyu sadece bize uyguladı”
·
Savaş başladığında
Sırpların hareket tarzı neydi? Siz buna karşı neler yaptınız?
Savaş başladığında Sırplar, Büyük Sırbistan hayallerini
gerçekleştirmek için şehir içlerinde barikatlar kurarak savaşacakları bölgeleri
test ettiler. Sınırlardan başlayıp bölgeleri ele geçirerek savaş hattını
daraltmak istiyorlardı. Bu amaçla ilk olarak Ravne köyünden başlayarak Zvornik,
Şamats gibi hassas bölgelerden çemberi daraltmaya başladılar. 50 bin metrekarelik
alanı daraltmak için çok zamana ihtiyaçları vardı. Bunun için savaşı Saraybosna’ya
yönelttiler.
Saraybosna’yı düşürerek Bosna-Hersek’i ilhak etmeyi
düşünüyorlardı. Onlar kısa sürede Saraybosna’yı alacaklarını hesap ediyorlardı.
Biz onların stratejilerini çözmüş ve onlar buraya gelmeden organize olmaya
başlamıştık. Polis birimleri hem teşkilat, hem de silah açısından güçlüydü. Polis
içerisinde teşkilatlanmayı tek başıma başlattım. Milliyetçi Boşnak Teşkilatı’nı
da yanımıza aldık. Yeşil Bereliler Teşkilatı da bizle beraber savaşa katıldı. Ben
Milliyetçi Boşnaklar Harekâtı’nın üyesiydim ve görevim Yeşil Bereliler ile
irtibatı sağlamaktı.
Savaşta taktik ve strateji çok önemlidir. Biz taktik ve strateji üretebilecek insan gücüne sahiptik. Avrupa’nın 4. silah gücüne karşı elimizde hiçbir şeyimiz olmadan savunmaya geçtik. Sırplar Saraybosna’yı birkaç haftada düşüreceklerini düşünüyorlardı, ama biz cesaretimiz, aklımız ve Allah’ın yardımıyla vermedik.
Biri Bosna’da bir yere yatırım yapmak istese, bunun için her üç mekanizmadan da onay alması gerek. Bu tür bir mekanizma sıkıntı yaratıyor. Çünkü üçlü mekanizmadan biri olur vermezse, o yatırım gerçekleşmiyor.
·
Savaş sırasında
uygulanan silah ambargosu savaşın seyrine nasıl tesir etti?
Ambargo tüm Yugoslavya’ya uygulanıyordu, ama bu sadece
kâğıt üstünde böyleydi. Çünkü Avrupa’nın 4. büyük ordusunun silahları zaten
Sırpların elindeydi. Onların silaha ihtiyacı yoktu. Bu nedenden dolayı ambargo fiilî
olarak sadece Bosna-Hersek’e uygulanıyordu. Eğer ambargo olmasaydı, biz tüm
Bosna’yı özgürlüğüne kavuşturabilirdik.
“Bugünkü Türkiye Cumhuriyeti o gün olsaydı, savaşın
stratejisi farklı olurdu ve zulümler yaşanmazdı”
·
Savaş sırasında
Türkiye ve başka ülkelerden yardım gördünüz mü?
Savaş zamanında rahmetli Özal bize çok yardım etti. Hırvatlardan
da yardım gördük. Ama Hırvatlar, kendilerine gelen 10 silahın dokuzunu
kendilerine alıyor, birini bize veriyordu. Bizim milli duygularımız çok diri
idi ama silah sıkıntımız çoktu. Bizim aksimize Sırplara, başta Ruslar olmak
üzere değişik ülkelerden çok fazla yardım yapılıyordu. Almanya ve İtalya da Hırvatları
destekliyordu. Biz o dönemde Türkiye’den yardım bekliyorduk, ama biz biliyorduk
ki Türkiye o dönem NATO’nun çizdiği çerçevenin dışına çıkamazdı. Ama bugünkü
Türkiye Cumhuriyeti Devleti o gün olsaydı, savaşta çok daha farklı stratejiler
ortaya çıkardı.
Benim şahsî düşüncem odur ki, o dönemdeki Türkiye söz
sahibi değildi. Bugünkü Türkiye Cumhuriyeti, hem siyasî, hem ekonomik açıdan
çok güçlü bir devlet. Bu, Balkanlar için çok iyi bir şey. Türkiye bugün öyle
bir devlet ki, onun fikri alınmadan hareket edilmez. Bugünkü Türkiye
Cumhuriyeti o gün olsaydı, Balkanlardaki savaşın durumu farklı bir yöne kayar, zulümler
yaşanmazdı.
·
Savaşı sona
erdiren antlaşma olan Dayton Antlaşması sizin için ne ifade ediyor?
Dayton Antlaşması’nın tek bir faydası oldu Bosna’ya, o
da savaşı sona erdirmesidir. Bunun dışında bir faydası olmadı. Dayton, üçlü bir
yönetim modeli oluşturdu. Bu da siyasetten ekonomiye, kültürel faaliyetlerden
sportif faaliyetlere kadar etkin karar alma mekanizmalarını tıkadı.
Mesela biri Bosna’da bir yere yatırım yapmak istese, bunun
için her üç mekanizmadan da onay alması gerek. Bu tür bir mekanizma sıkıntı
yaratıyor. Çünkü üçlü mekanizmadan biri olur vermezse, o yatırım gerçekleşmiyor.
Benim şahsî düşüncem şu: Bosna’da yeni bir siyasal model oluşturulmalı,
Bosna’nın uluslararası standartlarda anayasası olmalıdır. Bunların olması için Dayton'un
yeniden ele alınması lazım. Bu noktada Türkiye bize yardımcı olabilir.
·
Avrupa Birliği demokrasi
açısından kendini dünyaya rol model olarak sunuyor. Ama Dayton, demokrasi
kültürünün gelişmesine engel olarak görünüyor. Sizce AB, Bosna’da demokrasiyi
daha güçlü kılacak değişimler istiyor mu?
Avrupa’da bizdeki gibi bir zihniyetle yönetilen başka bir ülke yok. Avrupa, Bosna’daki bu durumun değişmesi için yavaş hareket ediyor. 20 yıl içerisinde çok az gelişme yaşandı. Avrupa’nın içindeki farklı lobiler, hâlâ Bosna’yı etkin olmayan bir devlet olarak görüyor. Aksi olsaydı, 20 yıl içinde çok şey yapılabilirdi. Bosna, siyasal sistemini AB’ye entegre etmelidir.
Bosna-Hersek, coğrafî anlamda Avrupa demek. Çünkü Bosna Balkanlarda bulunuyor ve Putin, Balkan bölgelerine çok sıcak bakıyor. Balkanlarda Ruslar çok etkin ve Putin, AB’ye karşı politikalar geliştiriyor.
“AB balkanlarda Rusya’nın etkisini kırmak istiyorsa
Bosna ile işbirliği yapmalıdır”
·
Bosna, Avrupa’ya
entegre olmak istiyor mu? AB bunun için neler yapmalı?
Bosna-Hersek, coğrafî anlamda Avrupa demek. Çünkü
Bosna Balkanlarda bulunuyor ve Putin, Balkan bölgelerine çok sıcak bakıyor.
Balkanlarda Ruslar çok etkin ve Putin, AB’ye karşı politikalar geliştiriyor. Rusya’nın
etkinliği Balkanlarda -son zamanlarda- giderek artıyor. Bundan dolayı Bosna
AB’ye girmek isterse tam tersi olur aslında. Yani aslında AB, Bosna’ya girmiş
olur. AB, Rusya’nın etkinliğini kırmak istiyorsa Bosna’nın önünü açmalı ve
Bosna ile işbirliği yapmalıdır. Bosna’nın ekonomisi, hukuk sistemi ve güvenlik
gibi alanlardaki tüm eksiklikler, siyasal sisteminin AB’deki gibi olmamasından
kaynaklıdır. AB bu noktada hızlı davranmalı ve gerekenleri yapmalıdır.
·
Bosna açısından
Türkiye ne anlam ifade ediyor? Türkiye, Bosna’da ne tür yatırımlar yapabilir?
Türkiye Cumhuriyeti'nin güçlü olması, Bosna-Hersek'in
geleceğine pozitif etki eden bir unsurdur. Türkiye Cumhuriyeti, Bosna’nın emniyetidir.
Diplomatik açıdan Türkiye-Bosna ilişkileri en üst seviyede seyrediyor, ancak
ilişkiler ekonomiye yansımıyor. Kalkınma açısından yatırım yapılabilecek birçok
sektör var. Tarım, hayvancılık, metal endüstrisi,
tütün, otomotiv… Türkiye tecrübelerini
bu alanlara yansıtsa Bosna kalkınır.
Bir başka husus da şudur: Türk milleti yeterince
Bosna’yı tanımıyor. Bu avantaja çevrilebilir. Türkiye nüfusunun sadece yüzde
4’ü Bosna’yı tanıma amaçlı olarak buraya gelse ve her gelen 100 avroluk harcama
yapsa Bosna fazlasıyla kalkınır. Üçlü mekanizmadan dolayı kimse “Niçin Bosna’ya
yatırım yapıyorsunuz?” diye engel koyamaz.
“İslamî şuurun dirileceğini bilseydi, Miloşeviç, Bosna
savaşını başlatmazdı”
·
Bosna’da savaştan
önceki İslamî yaşam ile savaştan sonraki İslamî yaşam arasında ne gibi farklar
var?
Benim kızlarım tesettürlü; savaş olmasaydı tesettürlü olurlar mıydı bilemiyorum. Annem ve babam Hacca gittiler. Savaş bize dinî kimliğimizi geri verdi. Savaş, İslamî bağlamda bizi bilinçlendirdi. Savaştan önceki gibi yaşıyor olsaydık, sadece isimlerimiz İslamî kalırdı, ama yaşantımız İslamî olmazdı. Camiler de dolu olmazdı. Ama şimdi camiler ve mektepler dolu. İslam, savaştan sonra tam anlamıyla geri döndü. Miloşeviç İslamî şuurun dirileceğini bilseydi, Bosna Savaşı’nı başlatmazdı.