“Miloşeviç İslamî şuurun dirileceğini bilseydi savaşı başlatmazdı”

“Savaş bize dinî kimliğimizi geri verdi. Savaş, İslâmî bağlamda bizi bilinçlendirdi. Savaştan önceki gibi yaşıyor olsaydık, sadece isimlerimiz İslâmî kalırdı, ama yaşantımız İslâmî olmazdı. Camiler de dolu olmazdı. Ama şimdi camiler ve mektepler dolu. İslâm, savaştan sonra tam anlamıyla geri döndü. Miloşeviç İslâmî şuurun dirileceğini bilseydi, Bosna Savaşı’nı başlatmazdı.

ESKİ Yugoslavya ordusu JNA'da görevli Sırp askerlerin kontrolünde bulunan Saraybosna Havaalanı'ndaki uçaklardan biriyle Lizbon'daki barış görüşmelerine giden rahmetli Aliya İzzetbegoviç, görüşmelerden bir netice alınamayınca geri dönme kararı verilir. Dönüşte Aliya’nın sorumluluğu alması şartıyla, uçak Saraybosna Havaalanı’na iner. Rahmetli Aliya İzzetbegoviç, Sırp askerler tarafından alıkonularak Lukavica’ya götürülür. Lukaviça’da tutulduğu odada kızıyla beklerken, odadaki telefon çalar. Telefona kızı Sabina cevap verir. Telefon yanlışlıkla aranmıştır. Telefonu kızından alan Aliya, Cumhurbaşkanı’nın zorla alıkonulduğunu anlatır. Bu görüşmeden kısa süre sonra telefon yeniden çalar. Bu sefer ahizeyi İzzetbegoviç kaldırır. Arayan, Saraybosna Televizyonu çalışanlarından Senad Hacıfeyzovic’tir. Aliya, canlı yayında Lukavica’da olduğunu anlatır… 

Canlı yayın sonrası Cumhurbaşkanlarının kaçırıldığını haber alan Boşnak savaşçılar, misilleme olarak Sırp General Milutin Kukanyats'ın bulunduğu kışlayı kuşatarak generali rehin alırlar. Kakunyats, Aliya ile takas edilir. Bu olay, Dobrovolyaçka sokaklarında gerçekleştiği için “Dobrovolyaçka Olayı” olarak tarihe geçer. Bosna’nın kaderini değiştiren bu olayda General Kakunyats’ı rehin alan savaşçılar arasında Yugoslavya’nın eski polis şeflerinden Yusuf Puşina da vardır. Yusuf Puşina, daha sonra Aliya’nın kurduğu hükümette İçişleri Bakanlığı görevinde bulunur. Puşina, ayrıca İstanbul’da Bosna-Hersek Başkonsolosu olarak da görev yapar.

Bosna’nın kaderini değiştiren bu olayın kahramanlarından biri olan Yusuf Puşina ile Bosna seyahatimiz boyunca bize mihmandarlık eden Bristol Otel’in lobisinde buluştuk ve Bosna’yı konuştuk.


“O öyle bir adamdı ki, herkesi dinler, herkesin fikrine önem verirdi”

·       Siyaset ve diplomasi çevreleri sizleri tanır ama tanımayanlar için kendinizden kısaca bahseder misiniz?

Saraybosna doğumluyum. 1975’te evlendim ve  2 kız çocuğum oldu. Öğrenimimi Bosna’da tamamladım. Saraybosna Devlet Üniversitesi’nde, 1970’li yıllarda hukuk üzerine master yaptım. 1972’de, Polis Akademisi’nde polis memuru olarak göreve başladım. Daha sonraki yıllarda rütbem arttı ve Emniyet Müdürlüğü’ne kadar yükseldim. 1992-1993 yıllarında İçişleri Bakanı olarak görev yaptım. Benden sonra bu göreve Bakir Alispahiç geldi.

Eski komünist dönemde dindar Müslümanların büyük görevlere gelmesi çok zordu. O dönemdeki Polis Akademisi sisteminde çok fazla Boşnak yoktu. Ben bunu başarmış nadir insanlardan biriydim.

·       Bağımsızlık öncesi görevli olduğunuz dönemde Aliya ile çalışma fırsatı bulabildiniz mi? Yoksa Aliya ile beraberliğiniz bağımsızlık sonrasına mı dayanıyor?

Rahmetli Aliya İzzetbegoviç ile tanışıklığım uzun zamana dayanır. SDA’nın kuruluşunda beraber faaliyet gösterdik. Hem Polis Akademisi’nde çalışıyor, hem de gizli olarak SDA’nın kuruluş süreci ve sonrasında faaliyet gösteriyordum. İlk kongrede görev aldım ve rahmetli Aliya İzzetbegoviç’i parti başkanı olarak seçtik.

Aktif olarak çalışıyordum ama bu resmî kayıtlara yansımıyordu. Çünkü o dönem devlet memurları siyasî partilerde görev alamıyorlardı, yasaktı. Savaştan sonra 13 yıl rahmetli Aliya İzzetbegoviç'in danışmanlığını yaptım. Savaş başladığında İçişleri Bakanı idim. 1992’den rahmetlinin vefatına kadar başdanışmanlığını yaptım. Onunla beraber olmak, mücadele etmek ayrıcalıktı benim için. En çok memnun olduğum şey, rahmetli Aliya İzzetbegoviç’in süper bir felsefeci, iyi bir devlet adamı ve çok özel bir komutan olmasıydı. O öyle bir adamdı ki, herkesi dinler, herkesin fikrine önem verirdi.

“Aliya İzzetbegoviç hayatımı kurtardı”

·       Aliya İzzetbegoviç ile ilgili unutamadığınız bir anınız var mı?

Sizlerle iki önemli anıyı paylaşabilirim…

Aliya, bir sefer benim hayatımı kurtardı. 1992 yılında kışlaları serbestleştirmek için faaliyetlerde bulunuyordum. Yugoslavya silahlı güçlerinin başında da General Boşkoviç vardı. General Boşkoviç, bir toplantı sonrasında Bosna’nın Ilıca bölgesine gitmek zorundaydı ve benden kendisine eskortluk yapmam için ricada bulundu. Ben gitmek istemedim, rahmetli Aliyya İzzetbegoviç ise neden istemediğimi sordu. Ben de Boşkoviç’in korunmayı hak etmediğini söyledim. General kendisiyle gitmem konusunda Aliya’dan ricada bulundu. Aliya da bana kendi zırhlı aracını vererek Boşkoviç ile gitmemi söyledi.

Askerî Tito kışlasını geçişimiz sırasında, kışladan bize otomatik silahlarla yaylım ateşine başladılar ve hem beni, hem de Boşkoviç’i öldürmek istediler. Rahmetli Aliya İzzetbegoviç zırhlı aracını vermeseydi, biz saldırıdan kurtulamazdık.

Allah'a şükür ki, o benim hayatımı kurtardı, ben de onun hayatını kurtardım. Rahmetli Lizbon’dan döndüğünde Sırplar onu alıkoydular ki öldürmek istiyorlardı. Biz de General Kakunyats’ı esir aldık ve Aliya ile takas ettik.

·       Aliya ile görüş ayrılığına düştüğünüz hiç oldu mu?

Aliya ile zaman zaman ayrı düşündüğümüz oluyordu. Ama istişare ederek hep ortak bir nokta buluyorduk. Aliya İzzetbegoviç, insanları dinlemeyi seven bir yapıya sahipti. Herkesi dinler, ikna olursa kendi kararını değiştirirdi. Bir gün ofiste otururken, bulunduğumuz yere bir bomba düştü. Ofisin kolonuna denk gelmişti bomba. Rahmetlinin ofisine geçtim ve “Komutanım, buradan çıkmamız lazım!” dedim. O çıkmak istemedi, ben de atılan ilk bombanın deneme amaçlı atıldığını, ikinci bombanın tesirinin daha büyük olacağını söyledim. Bunun üzerine kararını değiştirdi ve oradan ayrıldık. İkinci bomba benim odama düştü.

Avrupa’nın 4. silah gücüne karşı elimizde hiçbir şeyimiz olmadan savunmaya geçtik. Sırplar Saraybosna’yı birkaç haftada düşüreceklerini düşünüyorlardı, ama biz cesaretimiz, aklımız ve Allah’ın yardımıyla vermedik. 

·       Savaştan hemen önce Bosna’da durum nasıldı? Savaş olacağını öngörebildiniz mi?

Savaştan hemen önce Belgrad ve Yugoslavya askerî birimleri Bosna’da bulunan bütün silahları kışlalarına toplamaya başladılar. Polislerin ağır silahları bizden alınarak Sırp bölgelerine taşındı. Biz bu tür bir askerî hareketliliğin anormal olduğunu düşünüyorduk. Fakat bunu engelleyebilecek bir durumumuz yoktu. Bu yönde bize istihbarat da geliyordu. Bunu yetkililere sorduğumuzda, bize bunun rutin bir durum olduğunu söylediler. O dönemde örgütlenme çok mümkün değildi. Çünkü Bosna, Yugoslav istihbaratı tarafından kontrol altında tutuluyordu. Bazı bölgelerde kuşatmalar başlamıştı.

Bosna-Hersek’in bağımsızlığı esnasında İçişleri Bakan Yardımcısı’ydım ve rahmetli Aliya İzzetbegoviç'in danışmanlığını yapmaya başlamıştım. Bosna’nın bağımsızlığını ilan etmek için Bosna Meclisi’nde referanduma gittik. Referandum 91 Mart’ında oldu ve büyük bir farkla bağımsızlığımızı kazandık. Meclis’in başında Kraşnik vardı ve referanduma gidilmesini istemiyordu. Ama Müslümanlar ve Hırvatlar referanduma gidilmesini istediler. Bosna-Hersek’in bağımsızlığı için oy kullanan Sırplar da vardı. Ancak daha sonra Sırplar bu referandumu tanımadılar.

Referandumda Bosna-Hersek’in Yugoslavya’dan ayrılması kararı çıkmıştı. Bu, savaşın habercisiydi. İzzetbegoviç savaşı önlemek için federal yönetim gibi bazı çözüm önerilerinde bulundu. Bu düşünceyi Makedonya da destekliyordu. Fakat Sırplar böyle düşünmüyorlardı. Onlar Büyük Sırbistan hayali kuruyorlardı. Savaş başladığında Sırplar bu düşünceyi gerçekleştirmek için “An, bu andır!” deyip savaşı başlattılar.


“Dünya ambargoyu sadece bize uyguladı”

·       Savaş başladığında Sırpların hareket tarzı neydi? Siz buna karşı neler yaptınız?

Savaş başladığında Sırplar, Büyük Sırbistan hayallerini gerçekleştirmek için şehir içlerinde barikatlar kurarak savaşacakları bölgeleri test ettiler. Sınırlardan başlayıp bölgeleri ele geçirerek savaş hattını daraltmak istiyorlardı. Bu amaçla ilk olarak Ravne köyünden başlayarak Zvornik, Şamats gibi hassas bölgelerden çemberi daraltmaya başladılar. 50 bin metrekarelik alanı daraltmak için çok zamana ihtiyaçları vardı. Bunun için savaşı Saraybosna’ya yönelttiler.

Saraybosna’yı düşürerek Bosna-Hersek’i ilhak etmeyi düşünüyorlardı. Onlar kısa sürede Saraybosna’yı alacaklarını hesap ediyorlardı. Biz onların stratejilerini çözmüş ve onlar buraya gelmeden organize olmaya başlamıştık. Polis birimleri hem teşkilat, hem de silah açısından güçlüydü. Polis içerisinde teşkilatlanmayı tek başıma başlattım. Milliyetçi Boşnak Teşkilatı’nı da yanımıza aldık. Yeşil Bereliler Teşkilatı da bizle beraber savaşa katıldı. Ben Milliyetçi Boşnaklar Harekâtı’nın üyesiydim ve görevim Yeşil Bereliler ile irtibatı sağlamaktı.

Savaşta taktik ve strateji çok önemlidir. Biz taktik ve strateji üretebilecek insan gücüne sahiptik. Avrupa’nın 4. silah gücüne karşı elimizde hiçbir şeyimiz olmadan savunmaya geçtik. Sırplar Saraybosna’yı birkaç haftada düşüreceklerini düşünüyorlardı, ama biz cesaretimiz, aklımız ve Allah’ın yardımıyla vermedik.

Biri Bosna’da bir yere yatırım yapmak istese, bunun için her üç mekanizmadan da onay alması gerek. Bu tür bir mekanizma sıkıntı yaratıyor. Çünkü üçlü mekanizmadan biri olur vermezse, o yatırım gerçekleşmiyor.

·       Savaş sırasında uygulanan silah ambargosu savaşın seyrine nasıl tesir etti?

Ambargo tüm Yugoslavya’ya uygulanıyordu, ama bu sadece kâğıt üstünde böyleydi. Çünkü Avrupa’nın 4. büyük ordusunun silahları zaten Sırpların elindeydi. Onların silaha ihtiyacı yoktu. Bu nedenden dolayı ambargo fiilî olarak sadece Bosna-Hersek’e uygulanıyordu. Eğer ambargo olmasaydı, biz tüm Bosna’yı özgürlüğüne kavuşturabilirdik.

“Bugünkü Türkiye Cumhuriyeti o gün olsaydı, savaşın stratejisi farklı olurdu ve zulümler yaşanmazdı”

·       Savaş sırasında Türkiye ve başka ülkelerden yardım gördünüz mü?

Savaş zamanında rahmetli Özal bize çok yardım etti. Hırvatlardan da yardım gördük. Ama Hırvatlar, kendilerine gelen 10 silahın dokuzunu kendilerine alıyor, birini bize veriyordu. Bizim milli duygularımız çok diri idi ama silah sıkıntımız çoktu. Bizim aksimize Sırplara, başta Ruslar olmak üzere değişik ülkelerden çok fazla yardım yapılıyordu. Almanya ve İtalya da Hırvatları destekliyordu. Biz o dönemde Türkiye’den yardım bekliyorduk, ama biz biliyorduk ki Türkiye o dönem NATO’nun çizdiği çerçevenin dışına çıkamazdı. Ama bugünkü Türkiye Cumhuriyeti Devleti o gün olsaydı, savaşta çok daha farklı stratejiler ortaya çıkardı.  

Benim şahsî düşüncem odur ki, o dönemdeki Türkiye söz sahibi değildi. Bugünkü Türkiye Cumhuriyeti, hem siyasî, hem ekonomik açıdan çok güçlü bir devlet. Bu, Balkanlar için çok iyi bir şey. Türkiye bugün öyle bir devlet ki, onun fikri alınmadan hareket edilmez. Bugünkü Türkiye Cumhuriyeti o gün olsaydı, Balkanlardaki savaşın durumu farklı bir yöne kayar, zulümler yaşanmazdı.

·       Savaşı sona erdiren antlaşma olan Dayton Antlaşması sizin için ne ifade ediyor?

Dayton Antlaşması’nın tek bir faydası oldu Bosna’ya, o da savaşı sona erdirmesidir. Bunun dışında bir faydası olmadı. Dayton, üçlü bir yönetim modeli oluşturdu. Bu da siyasetten ekonomiye, kültürel faaliyetlerden sportif faaliyetlere kadar etkin karar alma mekanizmalarını tıkadı.  

Mesela biri Bosna’da bir yere yatırım yapmak istese, bunun için her üç mekanizmadan da onay alması gerek. Bu tür bir mekanizma sıkıntı yaratıyor. Çünkü üçlü mekanizmadan biri olur vermezse, o yatırım gerçekleşmiyor. Benim şahsî düşüncem şu: Bosna’da yeni bir siyasal model oluşturulmalı, Bosna’nın uluslararası standartlarda anayasası olmalıdır. Bunların olması için Dayton'un yeniden ele alınması lazım. Bu noktada Türkiye bize yardımcı olabilir.  

·       Avrupa Birliği demokrasi açısından kendini dünyaya rol model olarak sunuyor. Ama Dayton, demokrasi kültürünün gelişmesine engel olarak görünüyor. Sizce AB, Bosna’da demokrasiyi daha güçlü kılacak değişimler istiyor mu?

Avrupa’da bizdeki gibi bir zihniyetle yönetilen başka bir ülke yok. Avrupa, Bosna’daki bu durumun değişmesi için yavaş hareket ediyor. 20 yıl içerisinde çok az gelişme yaşandı. Avrupa’nın içindeki farklı lobiler, hâlâ Bosna’yı etkin olmayan bir devlet olarak görüyor. Aksi olsaydı, 20 yıl içinde çok şey yapılabilirdi. Bosna, siyasal sistemini AB’ye entegre etmelidir.

Bosna-Hersek, coğrafî anlamda Avrupa demek. Çünkü Bosna Balkanlarda bulunuyor ve Putin, Balkan bölgelerine çok sıcak bakıyor. Balkanlarda Ruslar çok etkin ve Putin, AB’ye karşı politikalar geliştiriyor. 

“AB balkanlarda Rusya’nın etkisini kırmak istiyorsa Bosna ile işbirliği yapmalıdır”

·       Bosna, Avrupa’ya entegre olmak istiyor mu? AB bunun için neler yapmalı?

Bosna-Hersek, coğrafî anlamda Avrupa demek. Çünkü Bosna Balkanlarda bulunuyor ve Putin, Balkan bölgelerine çok sıcak bakıyor. Balkanlarda Ruslar çok etkin ve Putin, AB’ye karşı politikalar geliştiriyor. Rusya’nın etkinliği Balkanlarda -son zamanlarda- giderek artıyor. Bundan dolayı Bosna AB’ye girmek isterse tam tersi olur aslında. Yani aslında AB, Bosna’ya girmiş olur. AB, Rusya’nın etkinliğini kırmak istiyorsa Bosna’nın önünü açmalı ve Bosna ile işbirliği yapmalıdır. Bosna’nın ekonomisi, hukuk sistemi ve güvenlik gibi alanlardaki tüm eksiklikler, siyasal sisteminin AB’deki gibi olmamasından kaynaklıdır. AB bu noktada hızlı davranmalı ve gerekenleri yapmalıdır.

·       Bosna açısından Türkiye ne anlam ifade ediyor? Türkiye, Bosna’da ne tür yatırımlar yapabilir?

Türkiye Cumhuriyeti'nin güçlü olması, Bosna-Hersek'in geleceğine pozitif etki eden bir unsurdur. Türkiye Cumhuriyeti, Bosna’nın emniyetidir. Diplomatik açıdan Türkiye-Bosna ilişkileri en üst seviyede seyrediyor, ancak ilişkiler ekonomiye yansımıyor. Kalkınma açısından yatırım yapılabilecek birçok sektör var. Tarım, hayvancılık,  metal endüstrisi, tütün,  otomotiv… Türkiye tecrübelerini bu alanlara yansıtsa Bosna kalkınır.

Bir başka husus da şudur: Türk milleti yeterince Bosna’yı tanımıyor. Bu avantaja çevrilebilir. Türkiye nüfusunun sadece yüzde 4’ü Bosna’yı tanıma amaçlı olarak buraya gelse ve her gelen 100 avroluk harcama yapsa Bosna fazlasıyla kalkınır. Üçlü mekanizmadan dolayı kimse “Niçin Bosna’ya yatırım yapıyorsunuz?” diye engel koyamaz.  

“İslamî şuurun dirileceğini bilseydi, Miloşeviç, Bosna savaşını başlatmazdı”

·       Bosna’da savaştan önceki İslamî yaşam ile savaştan sonraki İslamî yaşam arasında ne gibi farklar var?

Benim kızlarım tesettürlü; savaş olmasaydı tesettürlü olurlar mıydı bilemiyorum. Annem ve babam Hacca gittiler. Savaş bize dinî kimliğimizi geri verdi. Savaş, İslamî bağlamda bizi bilinçlendirdi. Savaştan önceki gibi yaşıyor olsaydık, sadece isimlerimiz İslamî kalırdı, ama yaşantımız İslamî olmazdı. Camiler de dolu olmazdı. Ama şimdi camiler ve mektepler dolu. İslam, savaştan sonra tam anlamıyla geri döndü. Miloşeviç İslamî şuurun dirileceğini bilseydi, Bosna Savaşı’nı başlatmazdı.