Milliyetçilik

Türkiye artık Cumhuriyet döneminin getirdiği, Batı/Yunan kültürünü halka zorla benimsetmek gibi akıl dışı uygulamalarını terk etmelidir. Ulus/millet kavramını tek parti döneminin takıntılı hâlinden arındırmalıdır. Ulus devlet yapısını İslâmî ilkelerle, demokrasi anlayışı ile daha çok ıslah etmelidir. Cumhuriyet döneminde “Türk millî kimliğinden” İslâmiyet’i arındırma çabasının yol açtığı kimlik sorunları, bu arındırma çabalarının terk edilmesi ile çözülebilir. Nevzuhur bir milliyetçilik ve laiklik uğruna İslâmiyet’e karşı hem de Türklük adına bir çeşit posta konulmaya çalışılması, millî kimliğin intiharıdır.

MİLLİYETÇİLİKLER tabiatları gereği birbirleriyle yarış hâlindedirler. Bu yarış birbirine komşu veya yakın olan topluluklar arasında yaşanır. Türk, Rus ya da Arap, Fars milliyetçilikleri arasında görülen yarış, Hind ve İspanyol milliyetçiliği arasında görülmemiştir. Coğrafyanın tayin edici özelliği, milliyetçilik konusunda da kendini göstermiştir.

Yarış hâlindeki milliyetçiliklerin temelinde kimin daha “şanlı bir geçmişe” sahip olduğu tezi vardır. Genellikle milliyetçi görüş, tarihi kendisi ile başlatır. Uygarlık, ona göre kendi milleti ile başlamıştır. Diğer milletlerin tamamı uygarlık konusunda borçlu ve kendi milletinin öğrencisi durumundadır. Görüldüğü gibi, diğer milletlere karşı üstten bakmak, kendi milletine ayrıcalıklı bir yer tayin etmek baskın bir tutumdur. Bu tutum hakikatten uzak olsa bile milliyetçiliğin taraftarlarının bağlılıklarında bir şüpheye yol açmaz ve yaygındır.

Uygarlığı başkasına kaptırmama ve sahiplenme ısrarı kadar, yaşadığı toprakları “anayurdun” ezelden beri kendi milletine ait olduğu tezine karşı en küçük şüphe bile ihanet nedeni sayılmıştır. 

Uygarlıktan sonra milliyetçiliklerin birbirleriyle meydan savaşına tutuştukları konu, vatan konusudur. Her milliyetçilik tarihin bilinmeyen bir zamanından beri “anayurt” olan toprağın Tanrı tarafından kendi milletine tahsisli olduğunu savunur. Anayurtta hak iddia edenler de o ölçüde düşmandırlar. Bu konuda tarih, arkeoloji, toponimi (yer adları bilimi) anayurt tezine yardımcı olduğu oranda değerlidir, önemlidir. Aksi hâlde düşman tezlerinden oluşan yabancı bir ideolojidir.

***

Milliyetçiliklerde aslolan mantık değil, duygu ve heyecandır. Duygu ve heyecanı baskın ve taşkın olan kişiler milliyetçilikler için daha önemlidir. Sakin ve soğukkanlı tiplerse milliyetçilikler için çok uygun değildirler. Bu yüzden milliyetçi önderler, daha çok duygu ve heyecanları taşkın olan kimselerdir.

Milliyetçiliklerin ortak hedeflerinden bir diğeri de “ulus devletin” kurulmasıdır. Çünkü Sanayi Devrimi öncesinde devletler, büyük devlet (imparatorluklar) hâlindedir. Resmî dile ihtiyaç çok sınırlıdır. Bütün toplumu kapsayan bir resmî dil uygulaması yoktur. Buna karşılık ulus devletin baskın özelliği, resmî dil uygulaması ve tek idareli, tek merkezli bir yönetim biçiminde oluşmasıdır.

Milliyetçilikler aynı zamanda birbirlerinin varlık nedenidir. Meselâ Türkler ve Rönesans aydınları olmasaydı muhtemelen Yunan milliyetçiliği olmazdı. Rönesans aydınları Katolik Kilisesi’ni baş düşman seçmişlerdi. Kilise öncesi dönemi Avrupa toplumları için bir çıkış yolu saymışlardı. Bu yüzden Hıristiyanlık öncesi Yunan felsefesi Rönesans aydınları için bu dönemi “tarihin altın çağı” olarak görmüşlerdi. Çünkü o dönemin Yunan şehir devletlerinde din, tayin edici değildir. Rönesans aydınları bu yüzden Yunan şehir devletleri dönemini ve felsefesini süsleme ve abartma konusunda yarıştılar.

Yunanlar ve Rumlar arasında etnik köken ve dil bakımından farklılıklar var ise de Yunanistan’ın bağımsız olmasından başlayarak (1829) geçen süre içinde bu farklılıklar aşınmış, etkileri azalmıştır. Rum ve Yunan’ı bir ve aynı gören bir kanaat giderek daha çok taraftar bulmuştur.

Bu dönemin baskın özelliği, Yunan dilinin geçirdiği değişimdir. Patrikhanenin etkisiyle Yunan dilinde dinî terimler ve deyimler kullanılırken, Rönesans aydınlarının etkisiyle zaman içinde Yunan dilinde dinî terimler ve deyimler azaltılmıştır. Hıristiyanlık öncesindeki şehir devletleri döneminde kullanılan terim ve deyimler yeniden tedavüle sokulmuştur. Yunan milliyetçiliği, Yunan dilindeki din/kilise etkisini azaltmış, Yunan dilini değiştirmiştir.

Ancak 16’ncı yüzyılda görülen bu Rönesans hareketi için Katolik/Ortodoks Kilisesi’nin dışında kendiliğinden başka bir düşman daha vardı. O düşman, Osmanlı Türkleriydi. 

Çünkü Yunanistan, Osmanlı idaresi altındaydı. Yunanistan’ın Osmanlı’dan ayrılıp bağımsız hâle getirilmesi önce Rönesans aydınlarının, sonra Avrupalı siyasetçilerin ortak görüşü olmuştur.

Böylece Yunan milliyetçiliği, Yunanların çabasından önce Batı Avrupalı Rönesans aydınlarının çabası ile teşekkül etmiştir. Hıristiyanlık öncesi Yunan mitolojisi, Rönesans aydınları tarafından yeniden keşfedilmiş çok değerli bir hazine gibi önce Yunanlara, sonra bütün Avrupalılara sunulmuştur.

***

Yunan milliyetçiliğinin teşekkülünde Yunan Kilisesinin rolü de inkâr edilmemelidir. Bizans ve Osmanlı döneminde, İstanbul’daki Rum Patrikhanesi bütün Ortodoks toplulukların ortak dinî merkezi sayılırdı. Evrensel (ekümenik) bir tarafı vardı. Rum Kilisesi bu hâliyle Yunan milliyetçiliğinin teşekkülüne çok elverişli değildi. Ortodoks ama Yunanlarla sınırlı bir kilise daha uygun olduğundan, İstanbul Rum Patrikhanesi’nden ayrı ama onunla çok fazla çatışmayan bir Atina Kilisesi ortaya çıktı.

Atina Kilisesi, ekümenik bir iddia taşımadan Yunan milliyetçiliğinin hizmetinde olmuştur. Milliyetçiliğin mutlak surette din dışında teşekkül edebileceği iddiasının aksine, Atina Kilisesi, ortaya çıktığı günden beri Yunan milliyetçiliğinin bir unsuru olmuş ve kendini laik sayan diğer milliyetçi önderler ile yarışmıştır. İstanbul’daki Rum Patrikhanesi ise, Atina Kilisesi’nin kendisine rağmen ortaya çıkmasını yadırgamış ancak Osmanlı Devleti’nin gücüne paralel olarak Yunan milliyetçiliğine destek sunmuştur. Rum Patrikhanesi İstanbul yerine Atina’da olsaydı, Yunan milliyetçiliğine muhtemelen daha çok katkı sağlamış olurdu.

Yunan milliyetçiliği Osmanlı Devleti’nin zayıf döneminde, özellikle Avrupa ülkelerinin desteği ile 18’inci yüzyılda ortaya çıkmıştır. Şaşırtıcı olan taraf ise, Türk milliyetçiliğinin ortaya çıkmasında etkili olmayışıdır. Yunan milliyetçiliği Türkleri (Osmanlı Devleti’ni) düşman sayarak, ona karşı mücadele ederek 1829’da Mora yarımadasının “Yunanistan” adıyla bağımsız olması ile sonuçlanmıştır. 

1923 Lozan, hatta 1945 Paris Anlaşması’na kadar Yunanistan, topraklarını Osmanlı Devleti’nin/Türkiye’nin aleyhine genişletmiştir. Yunan Devleti kurulduğundan beri temel siyâsî hedefi olan Megalo İdea fikri önemli ölçüde gerçekleşmiştir. Ancak bu gelişmeler Türk milliyetçiliği üzerinde çok fazla etkili olmamıştır.

Hıristiyanlık sonrasında Avrupa kıtası ve çevresinde oluşan Roma ve Bizans İmparatorluklarının idarî ve siyâsî yapısını, kültürel mirasını kutsal bir hakikatin verisi gibi değerlendirmek, o mirasın terk edildiği ölçüde de hakikatin terk edildiğini ileri sürmek gerçekçi değildir. Kıyamete kadar insanlığı Roma-Bizans mirasının takipçisi gibi düşünmek, insanlığın gelişmesine karşı kürek çekmek gibidir. Yunanlar isteseler de, istemeseler de “ulus devlet” ile sınırlı kalmak zorundadırlar.

***

Türklere karşı düşmanlığı temel alan Yunan milliyetçiliğinden Türk milliyetçiliğinin etkilenme örnekleri çok sınırlıdır. 1919’da Batı Anadolu Yunanlar, İstanbul ise İngilizler tarafından işgal edilmiş olmasına rağmen Türk milliyetçiliğinde Yunan ve İngilizlere karşı düşmanlık telkin eden örnekler yoktur. Buna karşılık Araplara karşı derin bir nefret duygusu hâkimdir. 

Oysa Araplar, Türk anayurdunu işgal etmemiştir. Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlılara karşı isyan eden Araplardan daha fazlası Osmanlı Ordusunda askerlik yapmıştır.

Araplara karşı nefret duygularının körüklenmesi, Arap İsyanı ve Arap İşgalinden çok, İslâmiyet ile ilgili olmalıdır. Cumhuriyet öncesinde Türk milliyetçiliğinde İslâmiyet’in tayin edici rolü azalmıştır. Ancak İslâmiyet’e karşı düşmanca görüşler yoktur. “Türkleşmek, Muasırlaşmak, İslâmlaşmak” kitabında olduğu gibi, daha ılımlı görüşler hâkimdir. Kuzey Azerbaycan’da yer alan üç ayrı rengin de bu görüşler nedeniyle seçildiği hatırlandığında, İslâmiyet’e karşı ılımlı görüşlerin Türkiye ile sınırlı olmadığı teslim edilecektir.

Cumhuriyet sonrasında milliyetçilik, Yunan kültürel değerlerini önemli ölçüde benimsemiştir. Günümüzde Türkiye’nin Batı bölgesinde, hatta Ankara’da görülen çok sayıda Yunan tanrı/put heykeli, Yunan kültürel değerlerinin kabul edilmesinin örnekleridir. Bu örnekler Yunan İşgalinde değil, işgal sonrasında ortaya çıkmıştır. Buna karşılık İslâmiyet’in etkisiyle teşekkül eden kültürel miras, gericilik (irtica) sayılarak kurtulmak gereken düşman kabul edilmiştir. Yunan (ulus) Devleti’nin sahiplendiği kültürel mirasın Hıristiyanlık öncesinde ve sonrasında Yunan halkı ile ilgisi vardır. Oysa Cumhuriyet sonrasında devlet zoruyla ikâme edilen Batı (özellikle Yunan) kültürel mirasının Türk halkı ile hiçbir münasebeti yoktur.

Yunan ve benzeri toplulukların milliyetçilikleri önemli ölçüde Rönesans aydınları gibi yabancıların öncülüğünde ve yine yabancı saydıkları Osmanlılara karşı teşekkül etmiştir. Türk milliyetçiliğine de yabancıların ilgisi her zaman olmuştur. Ancak Yunan milliyetçiliği örneğinde olduğu gibi, Türk milliyetçiliğine yabancıların öncülük etmesi ya da Türk yurdunu işgal etmiş yabancılara karşı çıkmak gibi bir çaba olmamıştır. Anadolu’nun Selçuklulardan beri işgal edilememiş olması bu sonucu büyük ölçüde tayin etmiştir.

***

Kültürel alanda rastlanan hoyratlığın daha fazlası dil alanında yaşanmıştır. “Türkçe Arapçanın etkisinden kurtulmalıdır” görüşü bir takıntı hâline getirilmiş, Türklerin binlerce yıllık birikimi yok sayılmıştır.

Ulus devletin baskın özelliklerinin başında tek bir idarî yapının kurulması vardır. Günümüzde ulus devlet yapısına yönelen itirazların temelinde “tek bir idarî yapıya” karşı duyulan muhalefet bulunmaktadır. Türkiye’nin yalnızca Türklere ait değil, Türkiye’de meskûn olan diğer toplulukların da yurdu olduğu görüşünden hareketle, tek bir idarî yapı yerine federasyon benzeri yönetim biçimleri, sorun olarak görülen ulus devlete karşı bir çare olarak ileri sürülmektedir.

Geçmişinde büyük devlet (imparatorluk) olan toplulukların milliyetçilikleri daha kapsayıcıdır. Yunan milliyetçiliğinde görülmeyen kapsayıcılık Türk milliyetçiliğinde vardır. Zaten nüfus yapısı da böyle bir kapsayıcılığı ihtiyaç hâline getirmiştir. Yunan milliyetçiliği için sorun sayılan Müslüman nüfus, savaşlar ve mübadele anlaşmaları ile ortadan kalkmıştır. Benzeri bir durum Türkiye’deki gayrimüslim nüfus içinde geçerli olmuş, neredeyse Türkiye’de gayrimüslim nüfus kalmamıştır. Ancak Türkiye’de Müslüman olan ama buna karşılık Türk olmayan nüfusun varlığını Cumhuriyet döneminde sorun sayan uygulamalar olmuştur.

***

Türkiye artık Cumhuriyet döneminin getirdiği, Batı/Yunan kültürünü halka zorla benimsetmek gibi akıl dışı uygulamalarını terk etmelidir. Ulus/millet kavramını tek parti döneminin takıntılı hâlinden arındırmalıdır. Ulus devlet yapısını İslâmî ilkelerle, demokrasi anlayışı ile daha çok ıslah etmelidir. Cumhuriyet döneminde “Türk millî kimliğinden” İslâmiyet’i arındırma çabasının yol açtığı kimlik sorunları, bu arındırma çabalarının terk edilmesi ile çözülebilir. Nevzuhur bir milliyetçilik ve laiklik uğruna İslâmiyet’e karşı hem de Türklük adına bir çeşit posta konulmaya çalışılması, millî kimliğin intiharıdır. Tek parti döneminde yapılanlar bu millî kimliğin intiharından başka bir şey değildir!

 

1-İoannis N. Grigoriadis, Kutsal Sentez, Koç Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2014. 

2-Modern Türk Siyasi Düşüncesinde: Milliyetçilik, Editör: Tanıl Bora-Murat Gültekingil, İstanbul 2009.

3-Yusuf Akçura, Üç Tarz-ı Siyaset, Ankara 1976.

4-Ziya Gökalp, Türkleşmek İslamlaşmak Muasırlaşmak, İstanbul 2021.