Milliyetçilik ve Millîlik

Milliyetçilik veya millîlik duygusu, bir noktada devletlerin yaşadıkları sorunlarda, kriz ve savaş zamanlarında ve devlet yapılanmasının sorgulandığı dönemlerde hem toplumun kendisinde hem de siyasîler yoluyla, devlet aracılığıyla toplumun parçalara ayrılması karşısında durarak bir tutkal görevi görür. Bundan dolayı bu kavramlar iyi veya kötü olarak yorumlanırken çok dikkat edilmelidir.

MİLLİYETÇİLİĞİN tanımı oldukça zordur. Birlik, bütünlük hâli olarak ifade edilebilecek olan milliyetçilik, farklı biçimlerde anılmakta ve her siyasî doktrin gibi farklı dinamikler çerçevesinde farklı yapılarla birleştirilebilmektedir. 

Genel anlamda örnek vermek gerekirse millet, etnik yapı, kültür, ırkçılık, halk, yurtseverlik gibi kavramlar listelenebilir. Çünkü tek bir milliyetçilik tanımı, tüm milliyetçilikleri açıklayamaz. Milliyetçilik, daha duygusal bir bağ çerçevesinde algılanmış ve bireylerin kendilerini bir bütüne bağlı hissetmelerine referans olmuş, sergilenen bir sadakat unsuru olarak kabul edilmiştir. 

Fakat farklı dinamiklerle milliyetçilik pratikliğini açıklayabilmek için zaman zaman farklı sınıflandırmalara başvurulmuştur. Bazı toplumlarda ortaya çıkan milliyetçilik iyi, liberal ve insanî olarak açıklanırken, bazı toplumlarda ortaya çıkan milliyetçilik kötü, antidemokratik olarak sunulmuştur. 

Ancak bu tür yaklaşımlar kendi içinde çelişkiler içermektedir. Barışçıl görünen milliyetçilik, belirli şartlar altında saldırgan, saldırgan görünen milliyetçilikler de belirli şartlarda insanî yanlar taşıyabilir.

Milliyetçilik, modern bir olgu olarak kabul edilip, ulus devletlerini meydana getiren ve devamlılığını sağlayan bir ideoloji ile belirli bir sosyal ve tarihsel konuma sahip olarak da bilinir. Sosyal ve tarihsel konuma dayanan milliyetçilik, kimi düşünürlere göre bir tahayyülken, bazı düşünürlere göre geleneğin eseridir. 

Milliyetçilik, bir milletin özerklik, birlik, kimlik kazanmasına ve bunları idame ettirmesine yönelik ideolojik bir harekettir de...

Milliyetçilik, son yıllarda birçok ülkede ve özellikle modern dünya diye tanımlanan coğrafyalarda en zorlayıcı kimlik miti olarak ivme kazanmaktadır. 

Zorlayıcı olmasının sebeplerinden biri, farklı kisveler hâlinde ortaya çıkmasından kaynaklıdır. Bu kisveler; aidiyeti, etnik yapıyı, ortak geçmişi, ideal birliğini vb. özellikleri öne çıkarabilir. Osmanlı’dan başlayarak Cumhuriyet dönemine de hâkim olan milliyetçilik ideolojisi, bu farklı kisvelerin farklı zamanlardaki görünümü olmuştur. 

Birlik ve özerkliğin sağlanmasındaki süreçlere bakıldığında Osmanlı’dan itibaren milliyetçiliğin üç aşamada yol aldığı görülür: 

Osmanlı son dönemi ve Millî Mücadele döneminde beka söylemine dayanan “şuur/ millî şuur”, Cumhuriyet’in erken döneminde “sınıfsız, etnik milliyetçilik; kararlı ve yer yer güç söylemine dayalı bir ideoloji” ve 1950 sonrası daha mutedil bir ifade kazanmaya çalışan dinle ilişkili bir milliyetçiliğin “milliyetçi-mukaddesatçı” bir ideoloji... 

Bu dönemdeki millî şuur, bir ideolojiden ziyade dışarıdan gelen saldırıyı karşılayacak bir savunma hattı olarak belirginleşmiştir

Osmanlı’da bilhassa azınlıkların politik milliyetçiliğinin öne çıkması ile “millî şuur” yaklaşımı hızla gelişmeye başlamıştır. Öncelikle kültürel bir pekiştirici olarak millî şuur; azınlıkların bağımsızlık hareketlerinde öne çıkan milliyetçilik ideolojisi karşısında hakları ve mağduriyetleri dillendirilmeyen Türk unsuruna yönelik gelişmiştir. Bu süreçte Osmanlı aydınlarında, “Türkçülük” denmese de millî bir bilincin geliştiği söylenebilir. 

Bu dönemdeki millî şuur, bir ideolojiden ziyade dışarıdan gelen saldırıyı karşılayacak bir savunma hattı olarak belirginleşmiştir. Sonrasında özellikle Balkan Savaşları sürecinde, İttihat ve Terakki iktidarının Türk milliyetçiliğini öne çıkarması ile milliyetçilik politik bir kimlik olmaya başlamıştır. Bu durum Cumhuriyet’in kuruluş sürecinde de aynı şekilde devam etmiş, kültürel milliyetçiliğin varlığını sürdürmesine engel teşkil etmemiştir. Zira Cumhuriyetin kuruluş sürecinde Ziya Gökalp’in kültürel milliyetçiliği benimsenmiştir. 

Milliyetçilik, yeni kurulan ulus-devletin temel yapı taşlarından birisi olarak görülmüş ve ulus inşâsından yeni rejimin dizaynına kadar da etkili olmuştur. Resmî ideolojinin milliyetçilik anlayışı, tarihî bir zemine dayanmakla birlikte şekillenişi ve biçim kazanması Millî Mücadele sonrasında olmuştur. Politik bir kimlik olarak milliyetçilik, Cumhuriyet’in kuruluş aşamasında ve sonrasında ulus-devletini oluşturan bir anlayıştır. Öncesinde çok uluslu bir yapı olan Osmanlı Devleti’nde “ayrıştırıcı” bir işlev gören milliyetçilik, yeni kurulan ulus-devlette “birleştirici” bir unsur hâline gelmiştir. Cumhuriyet’i var eden ideolojinin temel yapısı, milliyetçiliğin algılanışında daha genel aşamaların dışında farklı yönlendirmelere imkân sağlamıştır. 1924’e kadar olan dönemde milliyetçiliğin dinî milliyetçiliği öne çıkaracak bir şekilde, dinin ana unsur olduğu bir milliyetçilik olduğu, 1924 sonrasının ise etnik kökene dayalı siyasal bir milliyetçiliğin tezahür ettiği, dinden uzaklaştırma faaliyetlerinin hız kazandığı etnik söylemlerin önünün açıldığı bilinmektedir. 

Merkezi yönetme rağmen, 1924 sonrası döneme tekabül eden milliyetçilikte özellikle dinin ikamesi hâline getirilme çabaları devam etmiştir. Bu süreçte, salt İslâmcı ya da İslâmî hassasiyete sahip kesim, Millî Mücadele döneminde olduğu gibi Türk-Müslüman olgusu içerisinde yeni bir milliyetçilik çizgisi ile uzlaşma çabaları gelişmiştir. 

Cumhuriyet’in, kuruluş aşamasından sonra dinle arasına koyduğu mesafede, sistemin içerisinde kalmak ya da sahip olduklarını “muhafaza” etmeye dayalı bir İslâmcılığın ya da İslâmî hassasiyetin kendisini milliyetçilik safında hizalandırdığı süreç sonrasında Demokrat Parti döneminde yine dinin ana unsur olduğu bir milliyetçiliğin öne çıkmasını sağlamıştır. Bu bağlamda, bilhassa İslâmcı, muhafazakâr düşünürlerin milliyetçi tutuma karşı mesafeli duruşunun 1950’li yıllara gelindiğinde hangi nedenlerle milliyetçi çizgiye yaklaşmalarının birçok nedeni olsa da asıl nedenlerden birinin merkezi yönetimin din karşıtı icraatları karşısında dik bir duruş içindir. 

Yeni devlet modelinde ve gelinen noktada milliyetçiliğin kavramsal olarak yeniden tanımlanması, bir toplumun geçmişi ile bir bağ kurabilmesini zorunlu hâle getirmiştir. Millet ve buna bağlı olarak millî kimlik kavramları esas alınmıştır. Ardından kültürel kimlik kazanarak medeniyetlere açılan kapıların unsurları olabilmesi amaçlanmıştır. 

Zira millet kavramı, tarihî önem taşıyan bir toprak, ortak mitlerle zenginleştirilmiş bir tarihî bellek, kitlesel anlamda oluşturulan ve ortaya çıkan kamu kültürü, ortak bir ekonomik ideal ve ortak yasal görev ve sorumluluklar çerçevesinde bir araya gelmiş insan toplulukları şeklinde tanımlar üzerinde ağırlıklı durularak, bu doğrultuda milliyetçi ve millî söylemler geliştirilmiştir. 

Maksat, bir ortaklık duygusundan ve ortak idealler çerçevesinde birbirine tutunan gruplara vurgu yapılıp, millet kavramını milli bilinç ile eşdeğer tutabilmektir. 

Hedef, millî bilinci çok daha farklı temellere ihtiyaç duyacak ve bir kimlik hâline getirebilmek için farklı dinamikler etrafında şekillenebilmektir. 

Milliyetçilik ve millîlik milletle beraber gelişen ve yayılan bir olgu olup daima yan yana var olan ve geliştirilen kavramlardır

Millet olgusunun ve buna bağlı olarak millî kimlik kavramının temelleri değerlendirilecek olursa farklı yaklaşımlar da dikkat çekebilir.

Bunlar, özcü, modernist ve yapılanmacı olarak sınıflandırılmaktadır. Her üç özel tanımı kabullenen ve reddeden görüşler mevcuttur. Asıl anlaşılması gereken, milliyetçiliğin milletlerin kökünden gelen değerler üzere bir öğreti olduğu ve dinin bu öğretileri geliştirdiğidir. Millî bilinç bu iki kavramın bileşkesidir. 

Çünkü her iki kavram da doğal bir yapıya işaret eder. Milletler hiç değişmeyen sabitlerle değil unutulmayan bilinçlerle dengede kalır. Milliyetçilik ve millîlik milletle beraber gelişen ve yayılan bir olgu olup daima yan yana var olan ve geliştirilen kavramlardır. 

Zira her milletin tarihî kahramanları vardır ve onlar o toplumlar için oldukça değerlidir. Meselâ bizim Bilge Kağan’ımız gibi… Çünkü o kahramanlar milletlerin yükselen değerleridir. Bunun için ise önce dil ve sonra da bu dile dayalı olarak gelişen kültür ve inanç değerleri yer almaktadır. 

Bu nedenle geçmişten gelen geleneklerin, mitlerin, inançların, efsanelerin ve söylemlerin üzerinde yoğunlaşarak 1950’den sonra İslâmcı söylemlerle salt milliyetçi söylemler aynı kulvar üzerinde yürümeye başlamışlardır. Bu köklü ve asil yürüyüş, zaman zaman ivmesini kaybetse de her siyasî düşünce içerisinde kendince bir millet-ulus kavramının yerleşmesine imkân sağlamıştır. 

Günümüzün asıl sorunu ise, bu bilincin azalan hızı ve yüksek ivmeye sahip olan küresel yaşama tutkularıdır. Bunun içindir ki cesaretle millî bilinci pekiştirici kavramlar öğretilerini hayata geçirmek ve yeni nesli küresel cenderenin içerisinden bir nebze kurtarabilmektir. Bu, gelecekte özgür ve onurla bakan dik başlı bir yürüyüş olacaktır. Kimliğin inkârı, yaşamaya bir alt seviyeden başlamaktır. Çünkü bazılarının iddia ettiği gibi milliyetçilik ve millîlik, birkaç asırlık olay değildir. Milletler mi devletleri kurmuştur, devletler mi milletleri inşâ etmiştir; bu tartışmalar toplumsal düzeyde değil de akademik sahada tartışılabilir. Olması gereken millî bir karakterdir, her milletin bir kişiliği vardır ve din bu kişiliği değiştirmek için değil, onu daha onore edecek bir yaşama hazırlamak içindir. Bu bizim en büyük ortak paydamızdır. Şayet bunlardan yoksun isek, ki genelde yoksunuz, bundan dolayı bunları topluma kazandırmak için hızla işe koyulmak elzemdir. 

Birleştirici bir unsur olarak milliyetçilik ve millîlik genel olarak o toplumdaki insanların bireysel kabulüne dayalı bir yol izler

Sonuç olarak… Milliyetçilik veya millîlik duygusu bir noktada devletlerin yaşadıkları sorunlarda, kriz ve savaş zamanlarında ve devlet yapılanmasının sorgulandığı dönemlerde hem toplumun kendisinde hem de siyasîler yoluyla, devlet aracılığıyla toplumun parçalara ayrılması karşısında durarak bir tutkal görevi görür. Bundan dolayı bu kavramlar iyi veya kötü olarak yorumlanırken çok dikkat edilmelidir. 

Bireyin oldukça fazla önemsizleştirildiği, toplumun işleyen çarklarından sadece biri olduğu konumunda basit bir yaklaşım ile oluşan aidiyet duygusunun sömürülmesi ve milliyetçiliğin ana vurgusunun sadece etnik, dinî gibi konular olması, radikal düşüncelerin artmasına yol açabilir. 

Bu durum, diğerlerini ötekileştirmeyi ve itibarsızlaştırmayı beraberinde getirebilme riski taşıyacağından, bu kavramlar hem uluslararası boyutta hem de ülke içinde birtakım çatışmalara yol açabilir. Şu an Avrupa ülkelerinde olduğu gibi faşist uygulamalara dönüşen bir doktrine dönüşebilir. Şayet söylemler millî bir birlik beraberlik yönünde ama salt ırkçı söylemlerden uzak bir şekilde ifade edilirse, toplumlar üzerinde birleştirici bir etki yaratır. Birleştirici bir unsur olarak milliyetçilik ve millîlik genel olarak o toplumdaki insanların bireysel kabulüne dayalı bir yol izler. Sosyal bir bütünleşmeyi beraberinde getiren bu kabuller, millet olmanın temel gerekliliklerinden biridir. Ulus devletleri kendi yurttaşlarını vatandaşlık üzerinden tanımlar, ki bu hukukî bir tanımdır. Ancak bazı devletler, hukukî bir tanımlamanın ötesinde belirli bir kültür ve kimlikle de vatandaşlarını tanımlayarak yönetsel bir sürecin dışında, değerlere bağlı bir birlikteliği kazanmayı da hedeflemektedirler.