“LİBYA’DA bizim ne işimiz var?”
Hatırlarsanız,
böyle bir soruyu daha önce Suriye’yi de dâhil ederek Kemal Kılıçdaroğlu
sormuştu. Bir ara da, “Neden Doğu
Akdeniz’de biz yokuz?” diye bununla çelişen başka bir soru daha sormuştu.
Ana muhalefetin Genel Başkanı olmasına rağmen Kemal Bey’i pek ciddiye alan yok.
Fazla gaf yapmasından, olup olmadık açıklamalar sonrası geri adım atmasından,
söyledikleri pek itibara alınmıyor. Dış politika ile ilgili pek bir ufkunun
olmayışı da böyle meselelerde sözlerini etkisizleştiriyor.
Geçenlerde
darbeci Hafter’e ve onun destekçilerine karşı elde edilen zafer, Libya ile
Türkiye’yi daha da birbirine yaklaştırmış, hem ülkenin imar edilmesi, hem daha
yakın iş birliği yapılması adına bir heyet oraya gitmişti. CHP’li Faik Öztrak ise,
Libya’ya giden bu heyette bazı bakanların yer almasına anlam verememişti.
Yine
başka bir CHP’li isim Engin Altay, daha önce de, “Bu hükûmet dünyanın en doğru işini dahi yapsa, bu hükûmeti alkışlayacak
hâlimiz yok” demişti. Arkasından, “Milletin
bize verdiği görev bu kardeşim!” diyerek doğru-yanlış ne varsa her şeye
muhalefet edeceklerini açıkça ortaya koymuştu. (Engin Altay’ın “Libya petrollerini Erdoğan’a yedirtmeyiz”
dediği iddia edilse de, kendisi bunu yalanladığı için böyle bir sözün
söylendiğine inanmıyorum. Böyle haberlerin doğruluğunu kontrol etmeden yaymanın
ahlâkî bir problem olduğunu düşünüyorum.)
Ayasofya
tartışmalarında da İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı, Yunan kanallarına
açıklama yapmış ve böyle bir ihtiyacın bulunmadığını ifade etmişti. Başka bir
CHP’li isim, Sultan Ahmed Camiî’nin de müze olabileceğine değinmişti.
Bu
söylemler başta Yunanistan olmak üzere dışarıdakileri oldukça memnun etmiştir.
“Libya’da veya Suriye’de ne işimiz var?”
sorusuna cevap vermek anlamsız. Rusya’nın, BAE’nin ya da başka devletlerin oralarda
ne işlerinin olduğu sorulması gerekiyor daha çok. Libya ya da çevredeki
herhangi bir ülke, Türkiye’nin güvenliği için de, tarihî misyonu açısından da
önemli. Hiçbir menfaati olmasa bile insanî bir gerekçe ile de Türkiye herhangi
bir ülkede bulunabilir. Buna millî menfaatler de dikkate alınarak Devlet karar
verir.
Suriye’de
olmazsak, Libya’da olmazsak, Irak’ta olmazsak, yarın oralara leş kargaları gibi
üşüşen devletler gözlerini Türkiye’ye dikeceklerdir. Bundan dolayı oralarda
olmak bir menfaat icabı değil, ölüm-kalım mesabesinde bir varoluş
mücadelesidir.
Dal
içeride, kök dışarıda
Bu
yazıda asıl üzerinde durmak istediğimiz nokta, Türkiye’de iç siyâsî
dinamiklerin nasıl böyle gayr-i millî hâle gelebildiğine dikkat çekmektir.
Normalde
millî meseleler; hükûmetlerden, siyâsî hesaplardan bağımsız, daha üst düzey bir
bakış açısıyla hemen herkesin üzerinde anlaştığı, birlik ve beraberlik
duruşunun sergilendiği konular olması gerekmektedir.
Türkiye’de
böyle mi? Buna gönül rahatlığıyla “Evet” diyemiyoruz. Yukarıdaki örnekler,
bunun böyle olmadığını gösteriyor bize.
Muhalefet
partilerinden böyle gayr-i millî söylemler ortaya çıkmasında iki faktör etkili
olabilir: Bunlardan birisi, iktidar partisine karşı duyulan nefretin gözleri
kör etmesidir. “Bu iktidar ne yaparsa
yapsın, biz destek vermeyiz” söylemi, böyle bir körleşmenin ürünüdür. Yani siyâsî
iktidar Libya’ya asker göndermemiş olsa, yine bunların hoşuna gitmeyecek. Ne
yapılırsa yapılsın, hep karşı çıkacaklardır. Kin ve nefret insanın gözünü kör
edince, ne doğru ile yanlışı ayırt edebilir, ne de kendisi doğru olan bir
strateji üretebilir.
Gayr-i
millî söylemlerde diğer faktör, Türkiye’nin iç siyâsî dinamiklerine dışarıdan
sızan etkiler olma ihtimâlidir. FETÖ meselesinde olduğu gibi, düğmesi dışarıda
bazı oluşumların olması, iç bir muhalefet sergiliyormuş gibi görünerek aslında ipin
ucunu dışarıdan tutan Türkiye düşmanı odakların taleplerini yerine getirmeleri
ihtimâl dâhilindedir.
Özellikle
Deniz Baykal’ın bir komplo ile genel başkanlıktan indirilmesinden sonra CHP’nin
farklı bir çizgiye doğru kaydığı net şekilde görülebilir. Meselelere millî
duyarlılıkla yaklaşan insanlar ya pasifize edilmiş ya da partiden
uzaklaştırılmıştır. Böylelikle Türkiye aleyhine yapılabilecek her türlü
girişime içeriden destek vermeye CHP’nin hazır ve müsait olduğu izlenimi
oluşmuştur.
Gayr-i
millî söyleme sadece muhalefet cenahından değil, iktidar etrafında şekillenen
oluşumlardan da örnek verilebilir. Bu satırların yazarı, İstanbul Sözleşmesi ve
etrafında yapılan tartışmaların da gayr-i millî bir dinamikle beslendiğini
düşünmektedir. Kadına şiddete karşı mücadele olarak meşruiyet bulan, ancak
bunun ötesinde toplumsal birtakım tartışmalara zemin hazırlayan bu sözleşme,
kökü dışarıda bir tartışmanın yansımasıdır.
Doğruya
“Doğru”, yanlışa “Yanlış” diyecek nitelikli siyasete ülkemizin ihtiyacı vardır.
Siyasetimizi
iki konuda kritik ederek millî bir strateji hâline getirebiliriz. İlkin,
birbirimize karşı duyduğumuz kin ve nefretten bağımsız olarak siyaset yapmamız
gerekiyor. Şahsî meselelerimiz millî menfaatlerimizin önüne geçecek kadar
gözümüzü kör etmemeli. İkinci olarak, dışarıdan yapılacak operasyonlara karşı
uyanık olmamız gerekiyor. İlk etapta içeride bizi güçlendirecek gibi görünen
dış müdahaleler uzun vadede millî menfaatlerimize zarar verecektir.