
GÜNÜMÜZDE küreselleşme ve
teknolojik ilerlemelerin meydana getirdiği çeşitli siyâsî, ekonomik, kültürel
ve sosyal etkiler gerek ürünleri, gerek fikirleri ve gerekse yaşam tarzlarını
şekillendirmeye devam ediyor.
Benzer
ürünleri kullanan, benzer fikirlere ve yaşam tarzlarına sahip bir küresel
kültürün varlığı gün geçtikçe daha yoğun bir şekilde hissediliyor.
Bakıldığında, uluslararası etkileşimlerin artması, bir yönüyle farklı
kültürlerin birbirini tanıması ve anlamasına olanak sunarken, diğer yönüyle baskın
küresel kültür karşısında yerel değerlerin korunması açısından ise problemler
yaşanmasına neden olabiliyor. Özellikle son yıllarda artan küresel rekabetin ülke
ekonomilerini yerel bağlamda var olabilme konusunda oldukça zorladığını ifâde
etmek mümkün.
Küresel
karşısında yerel olanın korunması, toplumun öz değerlerinin geleceğe
taşınabilmesi açısından oldukça önemli. Bu değerlere bir anlamda genetik kodlar
olarak da bakılabilir. Topluma ait söz konusu genetik kodların zaman içerisinde
tamamen değişime uğraması, toplumun kendi kimliğinden koparak bir başka
kimliğin temsilcisi olması ve aynı zamanda bugüne kadar bir şekilde
ulaştırılmış bir emânetin de korunamaması anlamını taşıyor. Dolayısıyla
değişimin ve gelişimin kaçınılmaz olduğunu kabul etmekle birlikte, öz olanı
koruma disiplininden de kopmamak konusunda dikkatli olmak gerekiyor.
Diğer
taraftan, bugün artık yerel değerler yalnızca korunması gereken bir kültürel
varlık olmaktan ziyâde, ekonomiler açısından bir artı değer hâlini almış durumda.
Ülkeler sahip oldukları farklılıkları küresel pazarlarda bir rekabet unsuru
olarak konumlandırabiliyor. Çeşitli tarım ve gıda ürünlerinin yanı sıra el
sanatları ve maden ürünleri gibi çeşitli kategorilerdeki millî ürünler,
geçmişten bugüne ulaşan hazır bir marka olarak rakipleri karşısında tanınırlık,
kimlik ve algılanan kalite gibi açılardan ayrışabiliyorlar. İşte “coğrafî işâret”
olarak ifâde edilen bu olgunun günümüzde millî ürünlerin bir yandan korunurken
diğer yandan tanıtım ve pazarlanmasında millî ekonomilere stratejik bir rekabet
üstünlüğü sağladığı görülüyor.
Kavramsal
olarak kısaca değinmek gerekirse, coğrafî işâret, “temel olarak benzerlerinden
farklılaşmış ve bu farkı kaynaklandığı yöreye borçlu olan bir yöresel ürün”dür.
Diğer bir ifâdeyle, “belirgin bir niteliği, ünü veya diğer özellikleri
bakımından kökenin bulunduğu yöre, alan, bölge veya ülke ile özdeşleşmiş bir
ürünü gösteren işâret” olarak tanımlanabilir.
Coğrafî
işâretler, “menşe adı” ve “mahreç işâreti” olmak üzere ikiye ayrılırlar. Menşe
adı, “coğrafî sınırları belirlenmiş bir yöre, bölge veya istisnaî durumlarda
ülkeden kaynaklanan, tüm veya esas özelliklerini bu coğrafî alana özgü doğal ve
beşerî unsurlardan alan, üretimi, işlenmesi ve diğer işlemlerin tümü bu coğrafî
alanın sınırları içinde gerçekleşen ürünleri” tanımlarken; mahreç işâreti ise “coğrafî
sınırları belirlenmiş bir yöre, bölge veya ülkeden kaynaklanan, belirgin bir
niteliği, ünü veya diğer özellikleri bakımından bu coğrafî alan ile özdeşleşen,
üretimi, işlenmesi ve diğer işlemlerinden en az biri belirlenmiş coğrafî alanın
sınırları içinde yapılan ürünleri” ifade eder.
Menşe
adları ve mahreç işâreti arasındaki fark ise, menşe adı ürünün “sadece ait olduğu
coğrafî bölgede üretildiğini” belirtirken, mahreç işâreti ise “yöre dışında da
üretilebiliyor” durumdadır. Ülkemizde coğrafi işâretli ürünlere menşe adına Finike
portakalı, Malatya kayısısı; mahreç işâreti adına ise Antep baklavası, Hereke
ipek halısı örnek olarak verilebilir.[i]
Dünya
bazında yaklaşık 200 milyar dolarlık bir pazarı bulunan coğrafî işâretli
ürünler konusunda ülkemizde de çeşitli düzenlemeler ve denetimlerin arttırılmasıyla
birlikte son yıllarda belli bir ilerleme kaydedildiği söylenebilir. Hemen hemen
her ilimizde çeşitli kültürel öğeler barındıran birbirinden farklı ürünler
gerek ülkemiz, gerek Avrupa Birliği (AB) çerçevesinde tescil imkânına kavuşarak
küresel baskılar karşısında unutulmak ve yok olmak bir yana, kültürel
zenginliklerimiz olarak pazarda yerini almaya çalışmaktadır. Bugün itibariyle
Antep fıstık ezmesi, Edremit zeytinyağı, Erzurum su böreği, Tonya tereyağı,
Taşköprü sarımsağı, Gaziantep menengiç kahvesi gibi birçok ürün AB nezdinde
coğrafî işâretli olarak tescillenmiş durumdadır.[ii]
Aynı
zamanda ihracat potansiyeli yüksek olan bu ürünler, pazarda aslında bir marka
olarak yer alabilmenin avantajlarına da potansiyel olarak ulaşmış görünüyor.
Küresel
pazarlarda marka olabilmek ve markalarla yarışabilmek, günümüz rekabet
savaşlarında ayakta kalabilmenin ve dahi ilerlemenin artık olmazsa olmaz
koşullarından. “Bir işletme ile ürünlerini rakiplerinden ayırt etmeye yarayan
bir isim, sembol, renk, şekil ya da bunların birleşimi” olarak ifâde edilen
markalar, ürün çeşitliliğinin sürekli olarak arttığı, tüketici tercihlerinin
kaygan bir zeminde hareket ettiği uluslararası arenada gerek ürünün
benzerlerinden ayrışmasında, gerek tanıtımında, gerekse tüketici açısından
memnuniyet, sadâkat ve bağlılık gibi duyguların harekete geçirilmesinde önemli
bir faktör. Markanın üreticilere sağladığı yararlara bakıldığında ise, “ürünün
tanınması ve hatırlanması, ürüne bağlılık, yeni ürünlerin pazarda tutunmasında
kolaylık ve fiyat dışı avantaj” gibi yararların öne çıktığı görülüyor.[iii]
Bu
noktada, marka statüsüne ulaşmış bir ürünün aynı zamanda bir rekabet
üstünlüğüyle pazarda öne çıktığı da ifade edilebilir.
Sonuç
olarak, küresel rekabet ortamının, millî ürünlerimiz ve markalaşma konuları
birlikte ele alındığında, coğrafî işâret olgusunun gerek tarım ve gıda, gerek
geleneksel el sanatları ve gerekse doğal ve madensel ürünlerin mevcut potansiyelinin
değerlendirilmesinde öne çıkan bir strateji olduğu söylenebilir. Bu sayede, bir
taraftan millî ürünlerimizin varlığının devamı ile gelecek nesillere aktarımı
gerçekleştirilirken, diğer taraftan ortaya konulan katma değerle ülke
kalkınmasına önemli oranda bir destek sağlanması mümkün olabilir.