Millî bürokrasi için milât: 14 Mayıs

Millî devlet hâkimiyetini sağladığımızda, bu coğrafyada sosyolojik hâkimiyetimiz altındaki tüm alanlarda çok rahat etki oluşturulabilecek güçteyiz. Yeter ki bu irade olsun. Ve yeter ki “millî bürokrasi” kurulsun!

ARAPLAR şair, Farslar edip, Ermeniler zanaatkâr, Rumlar tacir, Yahudiler finansör, Romenler müzisyen, İngilizler siyasi, Çinliler entrika karakteriyle alanlarında çok mahirdirler. Peki, biz Türkler? Yöneticilik…

Öyle olmasaydı, Osmanlı İmparatorluğu bütün dünyaya nasıl hükmedebilirdi ki? Kanuni, Viyana kapılarına nasıl dayanabilir, Fatih İstanbul’u nasıl fethedebilir, Tayyip Erdoğan bütün dünyanın şaşkınlığı içerisinde nasıl Ayasofya’yı ibadete açabilir, nasıl NATO zirvesinde ABD’nin gözünün içine baka baka “Dünya beşten büyüktür” diyebilir, adından “dünya lideri” diye bahsettirirken o dünyanın medyasına “Erdoğan Osmanlı hayâli peşinde” diye nasıl dedirtebilirdi ki?

Bu liderlik vasfı ve yöneticilik ustalığı değil de nedir?

*

Yakın zamanda Karagöl’e gittim. “İki tur atıp, bitişiğindeki orman yoluna çıkayım” dedim. Kar var. Yol stabilize. Heyecan da var. “Kaldığımız yerden döneriz” dedik. İki çeker ama olsun. Vardık epey, çıktık. Sonra kaldık. Araba kıç attı. Yolun altı uçurum. Araba patinaj yapıyor, üstelik manevra yaptıkça iyice uçuruma yaklaşıyor.

Arka tekere takoz niyetine taş koydum. Freni çektim. “Hah, tamam” dedim, “Fren elimin altında”. Taş tekeri dışarıdan tutuyor. El frenine değil de tekerin altındaki taşa daha fazla güvendim. Hâlbuki fren o işi zaten görüyordu. İnsan işte, zâhire daha fazla itibar ediyor. Sonra birileri denk geldi, kurtardık. Sorun yok.Zâhire itibar etmeyin” diye canlı canlı yaşadığımı paylaştım. O nedenle siz siz olun, aman ha, “zâhire” itibar etmeyin! Yoksa 15 Temmuz’da halkın takozuna takılıp uçuruma yuvarlananlar, 14 Mayıs’ta da o virajı dönerler. Allah muhafaza! Aman ha!

“İyi gördük” sandıklarınıza, arabanın arka tekerinin arkasında, frenin gölgesinde takozluk yaparak “İşe yaradı” görüntüsü verenlere kapılmayın! Bu hâdise çok büyük ve umumi hayırlar verecektir, unutmayın. “Bir musibet bin nasihatten iyidir”.

*

Bir yandan acılarla yaşamaya başladık. Diğer taraftan Devlet’in bekası üzerine kurulan oyunları bertaraf etmek için uğraşır olduk. Ama bugünler geçer. Yani insanlar yaşadıkları musibete ve yaşamakta oldukları, yaşamaya başladıkları hayata alışırlar. Zaman “En büyük ilaçtır” derler ya zaman için. Allah bundan çok hayırlı netice nasip edecek. Bence kendimizi ona hazırlamalıyız. Düşen de biziz, kalkan da, kaldıran da. O hâlde her ne olacaksa bizi ilgilendiriyor. Bu tarihî bir olay, herkes üzerine düşecek göreve hazır olmalı, teyakkuzda beklemeli.
Eğer Lût kavmi helak olmasaydı, biz İbrahim milletinden olamazdık. Eğer Nuh tufanı olmasaydı insanlık ikinci kez var olamazdı. Eğer Birinci Dünya Savaşı’nda bitmeseydik ne Kurtuluş Savaşı olurdu, ne Cumhuriyet. Diyeceğim şu ki, bugünleri atlatacağız, takozları geride bırakacağız.

Bakıyoruz ekranlara. Koca koca profesörler...Ne bileyim, ne diyeyim?” diye diye sabah akşam papağan misali ötüyorlar. İnanın, kendilerine hayırları yok. Var mı “millî” kimlikleri? Ecnebi düşüncenin nasıl olsun ki millî kimliği? Olsa olsa “çakması” oluyor. O da hemen sırıtıyor. Hepsi ayrı telden çalıyor. Bilim dünyasında görev yapanların böyle olaylar karşısında ortak akıl yerine birbirine rakip olacak şekilde tahliller yapması çok garip. Velhasıl, tavandan tabana bir insan sorunumuz var. Hepsi bir yana, biz olanı değil, olanlardan ders alıp olmayanı, olacak olanı konuşmaya gayret edelim. Olanlar göz önünde zaten...

*

Ah benim güzel ülkem! Olası bir düşman saldırısı ihtimâline karşı hazır mı? Bir yanda Ege’de it dalaşı, diğer yanda Rum oyunu, öteki yanda ABD ve İngiltere’nin seçimler üzerinde gölgesi… Yetmedi, FETÖ ve PKK’nın 14 Mayıs gecesi hayâl ettikleri dönüş bileti rezervasyonu yapması… Altı artı bir masanın üzerindeki gayr-i millî örtü… Kendi deyimleri ile “kumar masası”ndan çıkarmaya çalıştıkları cumhurbaşkanı ile Türkiye’yi yönetme hayâlleri… Hepsi birden geliyor.

İmam-ı Şafi'ye ne sormuşlar, ne cevap vermişti?

-Fitne zamanı hakkı tutanları nasıl anlarız?

Demiş ki, “Düşman okunu takip ediniz, o sizi hak ehline götürür”. Siz siz olun, nerede ne zaman olursa olsun, istikametiniz hak ehli olsun. Alnı secdeye değenlerden korkmayın.

Bak sevgili kardeşim, dedik ya, “dünya lideri” o! Ukrayna tahılı, Rus gübresi için Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan olmasa dünya aç kalıyordu aç!

*

Bir zamanlar Türk Hariciyesi sadece Ermeni sorunu üzerinde yoğunlaşmıştı. 150 sene boyunca sadece “1915 Olayları” diyecek kadar mesafe kat etti. Ne zamanki gözünü bant gibi kapatan bu belâdan kurtuldu, hemen hemen bütün dünyada var oldu. İçeride terör bitti. Covid-19 ile büyüdük de büyüdük. Şimdi depreme ve beraberindeki geçici şeylere yani en fazla bir yıl sürecek sürece takılmayalım. Bu büyük millet, asfalt yamacısı yol mühendisi karayolcu değil ki...

Bakın tarihimize, biz güzergâh plânlayıcılarıyız güzergâh! Heyecanımızı burada tutalım. Herkes her şeyi biliyor. Her şeyin sırası var. Sultan Abdülhamid ne demişti? “Bu millet kaç kez ölümden döndü de yine yüzünü güneşe döndü.” Mesele bundan ibaret sevgili dostlar!


Türkiye topraklarında 300 yıldır süren zulüm ve bu zulmü doğuran yönetim sistemi, son yirmi yılda sadece yaşanılabilir hâle getirilmiştir. Türk milleti geri dönüşü de, ileri yürüyüşü de sevmez. Tutucudur. Mutaassıptır. Bir hâlden kolay çıkmaz, tek kişi kalsa bile inat eder. Bir başka hâle kolay girmez. Geçişler zor olmuştur. Bu topraklar -hele ki İslâm’ın bayraktarı ve kılıcı olan Türklerin hayatı- afetsiz ve savaşsız olmayacak. Devlet-millet el ele bu topraklarda yaşama kültürünü geliştirmeliyiz.

14 Mayıs geleceğe açılan penceredir. Ya ışığı tam göreceğiz ya da karanlığa geri döneceğiz. Bugünlere kolay gelmedik. 20 yılda yapılanları heba etmek isteyen varsa buyursun!

Bak kardeşim, halkı ayakları üstünde duracak şekilde güçlendirmeliyiz! Boş iş ve hevesler uğruna ömür tüketmelerini engelleyip, onları din ve devlet uğrunda bir mücadelenin istikameti içine sokmalıyız. Deprem çok büyük bir fırsat; bizi kapitalizmin “katiline âşık” sendromundan kurtaracaktır. Yapılacak şey, kapitalizme uygun yenilenme değil, “Devlet ebed müddet” ilkesine uygun yapısal değişikliktir.

Herkes bildiğini arz eder. Mutlaka başka öneriler de vardır. Ancak bazı hususlar sadece mevzuatla, akıllı adamların dirayetleriyle, çözülecek bütçe gerektirmeyen devrimlerdir. Unutmayalım ki, “Her zorluktan sonra bir kolaylık vardır” ve dolayısıyla bu zorluklar bizi güçlendirerek yeni yüzyıla hazırlayacaktır. Yeter ki elimizden geleni yapalım.

*

Biz büyük bir milletimiz. Atalarımız bu dünyaya adaleti getiren asalete sahiptir. Osmanlı’yı iyi anlamak ve iyi tanımak gerekir ki Cumhuriyet’le uzanan yolculuğumuzun çıkışını taçlandıralım. Bunun yolunun tarihten ders alarak, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı Abdülhamid’in yalnızlığına bırakmamaktan geçer. Unutmayın, yarın “Keşke” yok!

Abdülhamid’in ardından “Keşke” diyenleri görmedik mi? Ama geri dönüşü olmadı. Gerçekten bu güce sahip bir milletimizin, bu güce sahip bir devletimizin olduğu aşikârdır. Millî devlet hâkimiyetini sağladığımızda, bu coğrafyada sosyolojik hâkimiyetimiz altındaki tüm alanlarda çok rahat etki oluşturulabilecek güçteyiz. Yeter ki bu irade olsun. Ve yeter ki “millî bürokrasi” kurulsun!

O “millî bürokrasi” kimler mi? Sen, ben, o, siz, biz! Hepimizin işi gücü, sorumluluğu var. İyi niyetle, gayretle, samimiyetle çalışıyoruz. Allah ahirimizi ve akıbetimizi hayretsin. Bazen yasal vazife hakkaniyete, bazen hakkaniyet yasal vazifeye ters düşüyor. (Allah’ım korusun.) Rabbim bizi gayretsiz, ferasetsiz, basiretsiz, yardımsız komasın. Bizim ihtiyacımız, temelde bakış açısı, istikamet ve yaklaşım biçimidir. Eğer mefkûremiz belli, net ve hedef olursa, etrafımızdaki her şey başkalaşır. Olaylara ve şahıslara bakacak olanların vazifeleri başkadır, olayların ve şahısların arkasındaki dünyanın kahramanlarının işleri başkadır.

Büyük Türkiye için tek yol, millî devletin emrinde millî bürokrasidir. Bürokraside bu anlayış dışında hiçbir anlayışın varlığına izin verilmemeli, küresel uzantıları olan siyaset ve bürokrasi arasında denge politikalarından vazgeçilmelidir. “Mîsak-ı Millî”, Türkiye Yüzyılı’nda yeniden varoluş ve yükseliş stratejisidir. Türk devlet aklı, son Osmanlı Meclisi’nde “kurtuluş ve yükseliş şartı” olarak “Mîsak-ı Millî”yi koşmuştur.

*

Osmanlı’nın Kanuni sonrası kaybetmesinin ana nedeni, millî bürokrasinin yok edilmesidir. Kısaca, Osmanlı’nın çöküşünün temeli, devletteki küresel uzantıların işgali neticesinde Türk devlet aklının etkinliğinin yok edilmesinden kaynaklanmaktadır. Aslında içimizdeki devşirilmiş hainlerle savaşmayı bıraktığımız gün, onlar kazanmaya başlamışlardır. İkinci Viyana Kuşatması’ndan sonra etkin hâle gelen bu içerideki devşirilmiş kirli akla karşı Türk devlet aklı milletin sinesine saklanmış, devletin içindeki millî bürokratik ve siyâsî unsurlarsa mandacı işgaline karşı mücadelesinde bir “denge politikası” uygulamaya başlamıştır. Biz, devletimizin içinin tamamen Türk devlet aklı gereğince millî unsurlardan oluşmasına çalışmak zorundayız. Denge politikası uygulama dönemi geçmiştir.

Vatan yoksa millet olmaz. Devlet yoksa vatan olmaz. Âlemde şer, Oğuz’da er tükenmez. Teröre harcadığımız para trilyon dolar… Savunma sanayiinden yerlilik yüzünden artırdığımız para, tek başına deprem bölgesinin imarına yeter. Para-bina-insan hesabı yapmamalıyız. Bizim hesap vatandır. Bizim hesap bayraktır. Bizim hesap devlettir. İnsan biterse, devşiririz…

*

Her şekle girebilen bu küresel aklın tecavüzüne uğramış gayr-i millî bürokrasiden kurtulmak zorundayız. Milletin varoluş ve direniş noktaları, devletin içindeki kirli aklın temsilcileri tarafından yok edilmektedir. Devlet üzerinden teslimiyetçi akıl körüklenmektedir. Millî devletimiz toparlandığında ve devlet, milletin devleti olduğunda millî bürokrasi için mazeret kalmayacaktır.

Devlet, milletin olmalıdır. Türk devlet aklıyla yönetilmelidir. Tüm “denge siyaseti” yalanlarına rağmen millî bürokrasi kurulacaktır Evvel-Allah. Dünyanın üçüncü büyük ekonomisi olacağız. İnanın, olacağız! “Hayâl” denilenlerin 20 yılda nasıl gerçekleştiğine şahit değil miyiz? “Açılamaz” denilen Ayasofya Camiî’ni ibadete hangi irade açmışsa, o iradenin yolundan yürümek gerekmez mi? Kuşkusuz zahmeti var. Ama zahmetsiz zamanımız mı var?

İçinizi ferah tutun. Devletin sahibi hepimiziz. Devlet biziz. Devlet bizim. Sakin, umutlu, dirayetli olalım.

14 Mayıs, Türk milleti için yeni Ergenekon kapılarının açılış tarihidir. Gelin, bu tarihi yeniden yazalım!

Söz konusu vatansa, gerisi teferruat değil mi?