Milletçe yaralarımızı sarmaya muktediriz!

Acımızın dilinden anlayamayanlar, varsın, kederimizden menfaat devşirmeye teşne olsunlar, biz milletçe yaralarımızı sarmaya muktediriz!

RAKAMSAL verileri, bilimsel açıklamaları, imanlı ve vicdanlı ruhları sarsan bilançosu ile “asrın felâketi” olarak nitelendirilen, şiddeti insanlık tarihinde ilk olan Kahramanmaraş merkezli depremlerin yası hepimizce ve tüm dünyaca malûm.

Coğrafî bir depremin sarsıntısını yaşayan insanımızın ıstırabını içimizin en derininde hissederken, ne çok alana, ne çok cana el uzatılması gerektiğini, vefatlara, yaşayanlara, tahliye edilmesi gerekenlere, kimsesiz kalan canlara, yıkılan binalara, iaşa-ibata teminine, ısınma, elektrik, iş makinesi tedariklerine, sağlıktan sosyal yardımlaşmaya varan tüm başlıklarda insanların organize edilmesine kadar tüm ihtiyaçlara güçlü bir elin hem iradî, hem fiilî enerjisine ne çok ihtiyaç olduğunun farkına vardık. Devletimizin azamî gayret ile her alanda varlığını hissettirme çabasının şahidi olurken, milletimizin, askerimizin, polisimizin, jandarmamızın, AFAD’ın, sivil toplum örgütlerinin, canhıraş varını paylaşan insanımız ve vicdanı henüz sükût etmemiş dünya insanlarının şefkatten mülhem yardımlaşma çabasını Rabbimizin inayetinden saydık.

Akılları dumura uğratan depremin vuku bulduğu andan itibaren telâfi ve tedavi için düşünce ve duygularımızı vakfetme gayretinde olurken, inancımızın içinden tevekkül ve teslimiyetin nişanesi vicdanî bir gayret yeşerttik. Vatan ve millet sevdamızdan yardımlaşmanın en hasını neşet ettiren, kederin içinden sevinci, sevincin içinden umudu doğuran, “Yanmışsam(k) küllerim(iz)den yapılan bir hisar vardır” ilhamıyla beton ve demir yığınına dönmüş enkazdan kurtarılan canları görünce, her şeye rağmen yaşatan Rabbimizin büyüklüğüne hamd-ü senalar ettik. Vefatlarımız için, “Mezarlardan bile yükselen bir bahar vardır” inancıyla Fatihalar döküldü dudaklarımızdan.

Görünürde, istisnaî şiddette ve istisnaî tekrarla gelişen bu yer hareketine Rabbimizin izni ile güç yetirme gayretimizi kuşanırken, ilkin insanına, sonra vatanına ihaneti meslek edinmiş olanların haince provokasyonlarıyla sarsılacağımızı ummazdık. Ama oldu. Ruhumuzdaki depremin şiddetini hesap edemez olduk. Acı ruhumuzu kuşatmışken, olup bitenleri duyup görünce incindik, inceldik… Ve bildik ki, insanca duyguları körelenlerle aynı manzaraya bakıyor olmamız, aynı ıstırabı taşıyoruz anlamına gelmiyormuş. Batı/lın plânına maşa olanların baktığında gördüğü vicdanı olan, imanı olan için zinhar aynı şey değilmiş. Ve yine anladık ki bu deprem, insanların vicdanını resmedebileceği, imanının tezahürünü hayata yansıtabileceği bir imtihanmış. Sap ile saman böyle zamanlarda harmanlanır, iyilik ve kötülük orijinal hâlleriyle çırılçıplak açıkta kalırmış.

***

Aslında bu yazıya, “Acımız büyük, kaybımız çok” diye başlamak diliyordu kalbim. Sonra hazin bir titreyişle “Hikmetinden sual olunmaz Rabbim!” diye mırıldanınca dilim, “Hakkınızda hayırlı olduğu hâlde bir şeyden hoşlanmamış olabilirsiniz. Sizin için kötü olduğu hâlde bir şeyden hoşlanmış da olabilirsiniz. Yalnız Allah bilir, siz bilmezsiniz” ayet-i celilesi gelince hatırıma, korktum, daha beter bir acıyla, daha büyük kayıplarla sınanmaktan vatanımız, devletimiz, milletimiz ve şahsım adına imtina ettim.

Evet, takvimler mevsimin kışına, Şubat’ın ayazına ve on şehrin kederini izleyen, duyan, gören, bilen her insanın, her kurumun, her ülkenin kaderine iz düşüreceği bir imtihan içinde olduğumuza inanıyoruz. Devletçe ve milletçe ruhî sarsıntılarımızın telâfisi için birbirimize kenetlenmenin ehemmiyetini taptaze bir yeşerişle hissedenlerle gayret kesilirken, tüm dünyaya insan olmayı, insan kalmayı hatırlatan bir manzumeyi acıdan mülhem satırlarla tarihe geçiriyoruz. Bu elim tablonun içinden ışık olup, renk olup fışkıran bir gücü resim olarak tüm dünyaya sunuyoruz.

İbretler manzumesi bir vakıanın ertesinde yastayız şimdi. “En hissiz insanın yüreğindeki sabrı sınayan, en elim imtihanın içinden geçiyoruz milletçe” diyesim var. Fakat kurduğum bu cümleye inancım yarım. Kederin kalın bir örtü gibi üzerimize örtüldüğü şu acılı günlerimizde hissizliğin bile bir makam olabileceğini düşünür oldum. Öyle ya, “Hissetmese de akledebilir, akledebiliyorsa insandır” diyesim var çünkü. Peki, 6 Şubat’ta, mevsimin ayaza kestiği vakitte, uykunun en derininde, vatan sınırlarımız içinde 10 ülkeye denk gelecek büyüklükteki 10 ilimizde, binlerce vefatın toprakla buluştuğu, milyonlarca yuvanın tarumar olduğu, bilimsel verilerin dünya genelindeki istatistiklerle kıyaslandığında yaşanan sarsıntının insanı dehşete düşürdüğü, vicdanları çatlatan bir afetin içinde “his yoksulu sırtlan kümesi” canavarlar hangi makamdadır?

Peki, ya mürailiği “insancıllık, demokrasi ve barış” yaftalarıyla maskeleyenler için ne düşünmeliyiz? Dün gazete manşetlerinden savaş tellallığı yapan, güç yetiremeyeceğinin ayırdına vardıklarından ve acziyetlerinden hâsıl olan korkuyu güç olarak takdim edip aba altından soba gösteren, mertçe yüzleşmeyip sosyal ve ekonomik terörle vatan sınırlarımızı tehdit eden, milletimizi bölüp parçalamayı hedefleyen Haçlı ülkelerinin duyarlılık gösterisine ne demeli? Fırsat kollayan, yetemediği yerde içimizdeki maşaları kâh parti, kâh medya, kâh sosyal medya fenomeni, kâh sivil toplum örgütü unvanı ile kederin en koyu deminde, acının zirvesinde kışkırtıcılığa terfi ettiren insan görünümlü savaş tacirlerini hangi insanî değerle adlandırmalıyız? “Hain” demenin bile az kaldığı bir hissiyatın cenderesinden nasıl çıkar, onların hakkındaki ispatlı tespitlerimizle haklarından nasıl gelebiliriz?

İnancımızla inşallah!

İnsanlık var oldu olalı, kıyamete kadar hüküm sürecek iyilerin ve kötülerin mücadelesinin içinde bir çağın insanlarıyız hepimiz. Öyleyse üzerimize düşeni Vahy-i İlâhî’de tavsiye edildiği gibi çözebiliriz. Önce Rabbimizin inşirah müjdesi olarak, “Demek ki zorlukla beraber bir kolaylık vardır. Evet, doğrusu her güçlüğün yanında bir kolaylık var” ayetlerinden güç alır, sonra bu muştunun iki kere zikredilmesinden hareketle Peygamberimizin, “Müjdeler olsun, size kolaylık geldi! Artık bir güçlük iki kolaylığa asla galip gelemez!” tesellisine tutunabiliriz. Ki bunu başaran kalplerle “çağın afeti” olarak nitelendirilen depremin yaralarını saran da bizleriz.

Varsın, kötüler ve kötülük kendini aşikâr ededursun, biz onların soyunu kendi dillerinden kendi insanlarına yaptıkları serzenişten biliriz: “Utan ey çağ! Soylu insan yetiştiremez oldun.”

Bize düşen, devletçe, milletçe, insanca bir diriliş menkıbesini kaleme almaktır. Bize düşen, “Ne yapsalar boş! Göklerden gelen bir karar vardır/ Gün batsa ne olur, geceyi onaran bir mimar vardır” diyebilmektir.

Acımızın dilinden anlayamayanlar, varsın, kederimizden menfaat devşirmeye teşne olsunlar, biz milletçe yaralarımızı sarmaya muktediriz! 

Kederimizle yoğrulurken, zorlukların üstesinden gelebiliriz. Devletimizin gücü, tonlarca enkazı tırnaklarıyla kazan, nesi varsa paylaşmaya amâde olan insanımızın gayreti bunun ispatıdır. Varsın, içimiz yansın, imanlı yüreklerimizde Rabbimizin izni ile yangınımız kadar taze filizler yeşertebiliriz. Kimse gamlanmasın, biz birbirimize yeteriz!

Devletimiz daim olsun! Türkiye’mizin başı sağ olsun! Vefat eden canlara Rabbimizden rahmet, kalan canlara sabır ve metanet diliyoruz.