
İKİ önemli kavram; “millet”
ve “vekiller”…
Peki,
size göre hangisi daha önemli? Tabiî ki millet, değil mi? Çünkü millet asıl,
vekil ise -adı üzerinde- vekil işte! Yâni millet adına iş görmek için yine
millet tarafından görevlendirilen ve yetkilendirilen kişi demek.
Başka
bir deyişle, millet esas, asl, usûl; vekil ise fürû, fürûat, teferruattır. Bir
teşbih metaforuyla söyleyecek olursak, millet bir ağacın kökleri ise, vekil ya
da vekiller de o ağacın dalları, kolları demektir. Takdir edilir ki, kök
olmadan dallar da olmaz, kollar da.
Her
ne kadar asıl olan vekil olandan daha kıymetli ve daha değerli ise de,
nihâyetinde vekiller de yasal ve anayasal olarak iş başına gelmiş ve millet,
seçimlerde kendilerine oy vererek Meclis’te kendilerini temsil etme vazifesiyle
onları görevlendirmiştir.
Ancak
bu temsil etme vazifesi, milletin hak ve hukukunu korumak, adâleti tesis ve
ikâme etmek, aynı zamanda da milletin işlerini en iyi şekilde deruhte etmek şartıyla
kayıtlı ve sınırlıdır. Zâten vekiller de bunun için seçilmiş ve Meclis’te de
bunun için yemin etmiş değiller midir?
Onun
için milletin vekilleri hiçbir zaman unutmasınlar ki, bu “Gazi Meclis”in adı “Türkiye
Büyük ‘Millet’ Meclisi”dir, “Vekiller Meclisi” değil.
Millete
hizmet etmek için seçilen ve hiçbir baskı altında kalmadan bunu hür
irâdeleriyle kabûl etmiş olan ve seçim sürecinde de “Size en iyi hizmeti biz
yapacağız” iddiasıyla hareket eden, bu iddialı sözlerle kendilerini
bağlayarak milletten oy, ruhsat ve vekâlet isteyen bu hizmetkârlar (Sayın Vekiller)
-ki Sayın Cumhurbaşkanı’nın “Biz milletin efendisi olmaya değil, hizmetkârlığına
talibiz” sözünü de göz ardı etmeden- gerçekten sözlerinde duruyorlar mı,
durmuyorlar mı, buna bakmak gerekir. İşte gerçek soru ve sorun budur! Bunun
mutlaka test edilmesi gerekir.
Mâmâfih
bütün bunlara rağmen asıl olan sizseniz, açıktan ya da zımnen kendinizi asıl ve
asil olarak görüyorsanız, bu yetmezmiş gibi kendinizi milletten daha üstün ve
daha değerli buluyorsanız, o zaman seçimler neden yapılıyor ve seçim sürecinde
neden milletten oy istiyorsunuz ki? Başka bir yol bulup pekâlâ iktidar gücünü
ele geçirebilirsiniz ama bunun adına da “demokrasi” denilmez herhâlde,
değil mi?
Nasıl
ki bir esnafın velinimeti müşterileri ise, müşteriler olmadan esnaflığın hiçbir
kıymet-i harbiyesi yoksa, demokrasi ve vekiller açısından da durum böyledir.
Yâni vekillerin velinimeti millettir, milletin bizâtihi kendisidir. Dolayısıyla
“millet” olmadan vekillerin de, demokrasinin de, meclisin de hiçbir
kıymet-i harbiyesi yoktur, olamaz da.
Hâl
böyleyken, seçimden önce değil de neden seçimden ve seçildikten sonra milleti “adam”
yerine koymuyor ve ulaşılmaz oluyorsunuz?
Neden
seçimlerden önce milletin ayağına kadar gidip saatlerce onları dinlerken,
seçimlerden sonra, seçilip işiniz bittikten sonra vatandaşa beş dakika dahi
zaman ayırmayı çok görüyorsunuz?
Neden
millete tepeden bakıyorsunuz? Neden millete kibirli yaklaşıyorsunuz? Neden
olduğunuz gibi görünmüyor, göründüğünüz gibi olmuyorsunuz?
Neden
millete hakaret ediyor, küfrediyor, aşağılıyor, yumruk sallıyor, tokat atıyorsunuz?
(İstisnaları tenzih ederim.)
Neden
milletvekilliği dokunulmazlığını, iktidar ve muhalefet gücünü, mâkâm ve statü
gücünü millete karşı kullanıyorsunuz?
Seçildikten
ve işiniz bittikten sonra neden milleti maraba yerine koyuyor ve vatandaşa köle
muamelesi yapıyorsunuz?
Neden
milletvekili, bakan vesaire olunca daha çok zenginleşiyor ve eşlerinizi
boşayarak en güzel kızları alıyorsunuz? (Her ne hikmetse en güzel kızlar da sizinle
evleniyor. Her iki cenahtaki istisnaları tenzih ederim.) (Soruları çoğaltmak
elbette mümkündür.)
Peki,
neden? Neden? Neden?
Hani
siz millete hizmet edecektiniz ve milletin hizmetkârı olacaktınız? Siz
seçimlerden önce böyle söylemiyor muydunuz? Bunu da kendi özgür irâdenizle yapmıyor
muydunuz? “Böyle söyleyin” diye size hiç kimse dayatmada bulunmadı,
tehdit etmedi veya baskı altına almadı (bilâkis “vekil” olabilmek için
akla gelmedik işleri siz yapıyorsunuz).
Sözlerinizle
kendi kendinizi bağlıyorsunuz fakat her ne hikmetse sözlerinde durmayan yine siz
oluyorsunuz (çoğunlukla).
Peki,
neden böyle yapıyorsunuz? Neden böyle oluyor? Sizin bu durumunuzu nasıl izah etmek
lâzım? Bunu böyle yapanlara ne diyelim? Haydi bakalım, yaptıklarınızın adını
siz koyun!
Ama belki son söz olarak millete şu söylenebilir: “Neye müstahaksanız öyle yönetilirsiniz” ya da “Böyle bir kumaştan ancak böyle bir elbise çıkar”…