
YEREL seçimlerden sonra neredeyse ittifakla muhalefetin
cumhurbaşkanı adayı ilân edilmişti İBB Başkanı. Kendisi de buna o kadar iknâ
olmuştu ki hem kabineyle, hem de Erdoğan’la bir parti başkanıymış edasıyla
didişmekten geri durmadı aylarca.
Sonra yavaş yavaş sular durulmaya başladı o cenahta.
Zira karşısına, kendi partisinden bir aday adayı daha çıkarıldı: Mansur Yavaş…
Ancak Kılıçdaroğlu, “Herkes işini yapsın” diyerek İmamoğlu ve Yavaş’ın
cumhurbaşkanı adayı olmalarının önünü kesti. Ne var ki, ikili arasında yaşanan
anket savaşları, parti genel başkanının itirazına rağmen hâlâ kıyasıya devam
ediyor. Oysa CHP Genel Başkanı, tekil birinci şahıs zamiri kullanarak kameralar
önünde kurduğu iktidar hayâlleriyle çoktan kendi adaylığını açıklamıştı bile.
İttifak -şimdilik- dört resmî, bir gayr-i resmî
ortakla yoluna devam ediyor gibi görünse de AK Parti’den ayrılanların da bu
ittifaka destek verecekleri neredeyse kesin görünüyor. Bu da demek oluyor ki,
ya bütün ortakları tatmin edecek tek adayla girilecek 2023 yarışına ya da ayrı
adaylarla seçimi ikinci tura taşıyıp daha sonra Erdoğan’ın karşısındaki adaya
yüklenilecek.
Hangi yöntemin seçileceğine de ittifak ortakları karar
verecek hâliyle. Yani ya anlaşarak ya da anlaşamayarak girecekler seçime…
Son günlerdeki gelişmeler, henüz bir ortak aday
üzerinde anlaşılamadığını net olarak gösteriyor bize. Ancak çok daha net olan
bir durum var ki, o da henüz adaylık konusunun açık açık konuşulmadığı…
Kılıçdaroğlu, “Ben seçildiğimde…” diye başlayan cümleler
kurarken, önce Akşener, İmamoğlu’nu “lider” ilân etti, sonra da yardımcısı
“Bize sordunuz mu?” diye azarladı Kemal Bey’i. Son olarak, katıldığı bir
televizyon programında Meral Hanım’ın, “Ben cumhurbaşkanı adayı değilim,
başbakan adayıyım” diye patlattı bombayı. Hep Akşener’den habersiz konuşan
Kılıçdaroğlu iken, bu kez Akşener attı golü. “Herkesin kendi fikri olabilir”
diyerek geçiştirdi CHP Genel Başkanı bu hamleyi.
Ancak, “Bizim istediğimiz, seçtiğimiz cumhurbaşkanı,
parlamenter sisteme geçisin taşlarını döşeyecek” diyen Akşener’in başbakanlık
talebi, seçilecek cumhurbaşkanını siyasetin dışına itmekten başka bir anlam
taşımıyor. Yani, “Kim cumhurbaşkanı olursa olsun, ülkeyi ben yönetmek
istiyorum” diyor.
Akşener’in o programda söylediği ve Kılıçdaroğlu’nu
tekrar düşünmeye sevk edecek diğer bir husus daha var: “Ne Sayın İmamoğlu’nun,
ne Sayın Mansur Yavaş’ın, ne Sayın Kılıçdaroğlu’nun, ne de sayın nokta nokta herhangi
bir arkadaşın adaylığına yönelik bir itirazım yok, ‘Bravo, olsunlar’ gibi bir
durumum da yok. Kiminle alabileceksek girebiliriz” derken, öncelikle
Kılıçdaroğlu’na, “Adaylık konusunda ısrarcı olma, seçilebilecek bir aday
gösterelim” mesajı verdi Akşener. Böylece genel başkanlarından veto yemiş
belediye başkanlarının bir kez daha önünü açmaya gayret etmiş oldu.
Evet, İyi Parti, ittifak ruhuna aykırı şahsî
beyanlarla suçladığı CHP’yi aynı yolla cezalandırmayı seçmiş görünüyor.
Kılıçdaroğlu ise, “Hedef odaklı beraberlik sonuç alacak” diyerek her türlü
anlaşmazlığı sineye çekeceğinin, hedefin iktidarı yıkmak olduğunun, bu yolda
ideolojik ve siyâsî ayrılıkları sorun etmeyeceğinin mesajını veriyor.
Burada Meral Hanım’a söyleyecek bir çift sözüm var…
Parlamenter sisteme dönüş, ancak bir anayasa
değişikliği ile olabilir. Bunun iki yolu vardır: Ya 400 vekil “Evet” oyu verir ve
değiştirirsiniz ya da en az 360 vekilin “Evet” oyu ile halkoyuna sunarsınız.
Olmaz ya, haydi 360’ı buldunuz ve halkoyuna gittiniz, oradan da istediğiniz
sonucu aldınız diyelim; ya Meclis kendini fesheder ve yeni sistemle yeni seçime
gidilir ya da normal seçim takvimi uygulanıp 2028’de yeni sisteme dönülür. Her
iki hâlde de başbakan olmak için Meclis’te birinci parti olmak gerekir.
Acaba Meral Akşener, kendi ifadesiyle yüzde 16 oyu olan partisini hangi rüyasında birinci parti konumunda gördü, merak ediyorum. O şişirilmiş oy oranlarıyla, parlamenter sistemde koalisyona bile giremeyebilir!