ÜLKEMİZDEKİ sözde muhaliflere,
gerçekte ise millet düşmanlarına göre “ülkemizin hâli perişan, battı batacak; ekonomimiz
yerlerde sürünüyor, işsizlik arttı, dolar aldı başını gitti, dünyada dostumuz
kalmadı, herkes bize düşman; bunun sorumlusu elbette Tayyip Erdoğan’dır ve onun
Cumhurbaşkanlığı yönetim sistemidir”…
Bunlar
vatandaşın maruz bulunduğu ekonomik sıkıntıyı kullanarak ve tahrik ederek
akıllarınca halkı sokağa döküp devrim yapacak, Erdoğan’ı devireceklerdir.
Şimdi
ABD Başkanlık Seçimi’nin sonucunu, Biden’in kazanmasını bekliyorlar. Biden,
malûm, tam bir Erdoğan ve Türkiye düşmanıdır! Başkan olunca bu hainlere destek
vererek Cumhurbaşkanımızı “devirteceğini” alenen açıklamıştır.
Bu
insanlar kendilerini akıllı, başkalarını ahmak sanıyorlar. Ekonomide bir sıkıntı olduğu belli, ama bunun
sebepleri de belli. Vatandaş bunu biliyor. Onun için kendi bir avuç yandaşının
dışında bunların sokağa dökebilecekleri kimse yok. Yeni bir Gezi Olayı onların
ham hayâlidir. Vatandaşlarımız ve de Devletimiz artık bu oyuna gelmeyecek
bilinçtedir.
Ekonomik
kriz, pandemi dolayısıyla dünyanın meselesidir. Bu afete karşı Türkiye
Cumhuriyeti Devleti, ülkesini en iyi yöneten devletlerin başlarında geliyor. Salgının
tahribatı diğer, özellikle de Batı ülkelerine kıyasla çok daha aşağı
seviyelerde bulunuyor. Ekonomiye etkisi bakımından da ülkemiz çok daha iyi
durumdadır. Bu yıl içinde ülkelerin maruz kaldığı ekonomik küçülme bir yıl
öncesine göre ABD’de yüzde 32, AB’de yüzde 15, İngiltere’de yüzde 20,
Japonya’da yüzde 28 ve diğerlerinde de benzer oranlarda iken, Türkiye’de ise
ilk çeyrekte yüzde 4 buçuk büyüme, ikinci çeyrekte yüzde 9,9 küçülme, üçüncü
çeyrekte yüzde 0,9 büyüme gerçekleşmiştir.
İhracatımız
devam ediyor; Eylül ayı ihracatı 16,13 milyar dolarla Eylül ayları rekoru
kırmıştır. Azerbaycan’ı da sayarsak, Devletimiz beş cephede savaş hâlinde
olmasına rağmen işçisinin, memurunun, emeklisinin maaşlarını, sağlık
giderlerini ve hattâ emeklilerin bayram ikramiyelerini de hiç aksatmadan
ödediği gibi, bir de özel sektörün çıkarmak istediği işçilerin ücretlerini
ödeyerek onları sokağa attırmıyor.
Doların
yükselişine gelince…
Bunda
ABD’nin özel bir katkısı var mıdır bilmiyorum, ama istese Merkez Bankası,
faizleri yükseltmek sûretiyle doların ateşini düşürebilir. Fakat bu takdirde
sanayi üretiminin yavaşlaması söz konusu olacağından, Cumhurbaşkanımız buna
sıcak bakmıyor.
Hülâsa,
bütün olumsuzluklara rağmen ülke ekonomisi kontrol altındadır, alkışlanmalıdır.
Aslında içerideki felâket tellallarının yaygarasının aksine, Dünya Bankası gibi
dışarıdaki kurumlar, Türkiye’nin başarısını alkışlıyorlar.
***
Bu
efendilerin bir iddiası da, “Dış siyâsette
Suriye, Irak, Doğu Akdeniz, Adalar Denizi ve Azerbaycan-Ermenistan Savaşı
özelinde herkes Türkiye’nin karşısındadır; yanlış politikalar yüzünden ülkemiz
hiç olmadığı kadar yalnız kalmıştır” şeklinde...
Bütün
bu meselelerde Türkiye’nin tamamen değilse de büyük ölçüde yalnız kaldığı
doğrudur. Ama acaba, bu yalnızlığın sebebi Türkiye’nin yanlış siyâseti ve
acizliğinden mi, yoksa tam aksine doğru politikaları ve kudretli oluşundan
mıdır?
İşin
bu tarafına hiç dokunulmuyor, varsa yoksa “Ülke iyi yönetilmiyor” nakaratı…
Şimdi
söz konusu bu dış sorunlara insaf ile tek tek bir bakalım…
Irak’la
olan sorunumuzun sebebi, PKK’yı kökten bitirme kararlılığının icabı olarak, bu
terör örgütünün Kuzey Irak’taki yuvalarına operasyon yapılmasıdır. Bu operasyon
sayesinde 30-35 yıldan beri ilk defa ülkede PKK terörü gündemden çıkarılmış,
örgütün tamamen bitirilmesi yolunda büyük mesafe alınmıştır, alınmaktadır. Bu
sonuç, Devletimizin terör örgütü karşısında savunma konseptinden taarruz
konseptine geçmiş olmasının ürünüdür.
Buna
kimler, neden karşı çıkıyorlar? ABD, Almanya, Fransa gibi bu terör örgütünü
kurduran, besleyen ve destekleyen, Türkiye’nin başının dertten kurtulmasını
istemeyen bu emperyalist devletler karşı çıkıyor diye yahut bu işgalci
emperyalistlere karşı hiç sesi çıkmayan Mısır, BAE gibi devletlerden çıkan
çatlak sesler yüzünden Türkiye bu operasyonları yapmamalı mıydı? Yoksa Türkiye,
Suriye sınırımızın hemen önünde bir PKK devletinin kurdurulmasına, oradan sınır
illerimize yapılmakta olan saldırılarla vatandaşlarımızın öldürülmesine,
İdlip’te milyonlarca Suriyelinin sınırlarımıza dayanmasına rızâ mı
göstermeliydi?
Devletimizin
bu son derece haklı ve yerinde olan siyâsetini eleştirenler, bu harekâtlar
sayesinde ülkemizde sağlanan güven ortamını hiç görmek ve ondan bahsetmek
istemiyorlar.
Suriye
meselesinde yapılan, sadece ülkemizin güvenliğini savunmak ve sağlamaktan ibâret
olmuştur. Keşke Devletimizin gücü yetmiş olsaydı da, uzaklardan gelip de bu
topraklara çöreklenen emperyalist güçlere karşı Suriye’nin esâsen bize ait olan
topraklarını sınırlarımızın içine katabilmiş olsaydı!
Doğu
Akdeniz ve Libya konularında, evet, bölge ve bölge dışı bir sürü devlet
Türkiye’mizin karşısında yer almıştır. Burada Türkiye’nin siyâsetinin yanlış
olan tarafı nedir? Yalnız kalmış olmamak için Devletimizin yapması gereken şey,
bütün haklarından vazgeçmesinden başka ne olabilirdi? Gerek Akdeniz ve Ege’de,
gerekse Libya’da Devletimizin tutumu yüzde yüz milletlerarası hukuka uygun
iken, düşmanlar hukuk falan dinlemiyor, saldırıyorlar. Bu haksız durum
karşısında Devletimiz canını dişine takmış hâlde hakkını canhıraş müdafaa
ediyor, sonuna kadar da müdafaa edeceğini dünyaya ilân ediyor.
Türkiye’nin
karşısında birtakım devletlerin birleşmiş olmasının birisi açık, diğeri zımni
iki tane sebebi vardır: Açık olanı, Devletimizin haklarını müdafaa edip onlara
yedirmemesi, zımnî olanı da Türkiye’nin gözle görünen şekilde güçlenip
kudretlenmesinden duydukları endişe ve korkudur.
Şimdiye
değin hiç olmadığı kadar milletçe zor günler geçiriyoruz. Bu zor günleri
başarıyla geçirebilmek için milletçe yumruk gibi sımsıkı bir dayanışma
içerisinde sonuna kadar direnmeliyiz. Bunu bugün yapamıyorsak, ne zaman
yapacağız?
Ama
biz biliyoruz ki, milletimize karşı intikam dâvâsı güden Taşnak ve Pontus
kalıntıları ve rûhuyla yahut midesiyle düşmanlarımıza satılmış olan içimizdeki
yabancılar, “iktidarı eleştiri” maskesinin arkasında Devletimize saldırmaya
devam edeceklerdir. Bunlara diyeceğimiz, “İt
ürür, kervan yürür”dür.