BİR tanesinin
kahvesi bitmiş, bu yüzden uyanamıyormuş. Aynı zamanda çikolatası da bitmiş.
Biter tabiî. Zaten bittermiş.
Öbürünün
söyledikleri daha vahim!
“Kumandanın
pili bitmiş, basmıyor” diyor.
Aksilik
bu ya, köpeğinin maması da tükenmiş.
Bir
şımarıklık ki sormayın.
Yalnız,
aman diyeyim, kumandanlar duymasın.
Böyle
hassas konularda tevriyeydi, cinastı, çok dikkat etmek gerekir.
Zaten
hepi topu üç beş cümlelik metinleri daha bir titiz ele almayan, yanlış yere
dokunabilir.
Hayatın
bin türlü numarası var. “Şükür, sonuncu da bitti” dersiniz, bin birincisi
gelir.
Bizim
de buzdolabı maymaladı. Aralıksız çalışıyor fakat soğutmuyor.
Tam
da arefe günü! Ertesi gün, kurban kesilecek. Buzdolabı olmazsa yandık.
O
şımarıklar gibi bir telefonla hâlletmek mümkün ama hayat reklâm dünyasındaki
gibi değil.
Bana
gelenler hiç gitmedi. Dolap derdi üç gün sürdü.
Servis
çağırmak kolay, kâğıt üstünde…
Fakat
hangi kâğıt olduğunu bilmek gerekiyor. Bilmek de yetmez, bir de onu bulmak
lâzım.
Herkesin
bayram telâşına düştüğü vakitte, hizmet sektörü pek bir nazlanıyor.
Sonunda
başardık. Usta geldi, baktı…
Motor
bitmiş. Değişmesi gerekiyormuş. Çalışıp da işini yapmamasından belliydi.
Değiştirttik,
yine olmadı. Her şey bitmekteyken, çilemiz devam etmekteymiş.
Tekrar
telefona sarıldık. Telefon üstüne telefon…
Gelen
eleman baktı, “fan fin fon” gibi bir şeyler söyledi.
Bazılarının
konuşmasını anlamak zor oluyor, bilirsiniz.
Üçüncü
tekrarda çözdüm.
“Fan
bozulmuş” diyormuş.
O
da yenilendi ama işe yaramadı.
Bayram
günü -hatıra binaen- bir mağazayı açtırdık da yenisini aldık, rahatladık,
şükürler olsun.
Düşmanınıza
bedduâ edecekseniz, ya evinde tadilat gelsin aklınıza yahut Kurban Bayramı’nda
buzdolabının bozulması…
Yeter
de artar bile!
*
Gelen
servis elemanının fan ile ilgili söylediklerini fan fin fon diye anlamak,
yalnızca içinde bulunduğum yoğun sise benzer gerginlikten olmasa gerek.
Tamam,
ben gerginim ama onun da telâffuzu pek anlaşılır değildi.
Bir
de gündemde fon konusu yoğun şekilde ele alınmaktayken, takdir edersiniz ki
normal sayılır.
Eleman
“Mersin” dese, ben “Merzifon” anlayacağım.
Mikroplardan
bahsetse, “mikrofon”…
Bizdeki
basın kuruluşlarından bazıları, yabancılar tarafından fonlanmaktaymış.
Zihnim
takılmış “fon”a...
Arkadaş,
biz de bunları adam bilirdik. Oturup çay içmişliğimiz de vardır bazılarıyla.
Meğer işler bambaşkaymış, vaziyet bildiğimiz gibi değilmiş.
Parayı
veren düdüğü çalmaktaymış.
Bunu
açık seçik konuşuyor, yazıyorlar.
Aslında
konunun vahametine bakılırsa, açık seçik değil, açık saçık ifadeler bunlar.
Ciddiyetle
bakınca, düpedüz müstehcen!
Az
daha gitsek, köşeyi dönünce, karşımıza çıkanın, alenen müstekreh olduğunu
görürüz.
Kim
kimin düdüğünü öttürüyor?
Kim
kimin borazanı?
Öten
kim, öttüren kim; gizlemeden, utanmadan, sakınmadan, ufak bir çekinceye
düşmeden dillerde dolaşıyor hepsi.
Ayıptır
yahu!
Hatta
günahtır!
Artık
termosifon, megafon, gramofon, şifonyer demeye çekineceğiz.
Aynı
şekilde, “fonda çalan müzikten bahsetmek” bile sakıncalı gelecek bize.
Fontların
fonksiyonelliğinden hiç söz edemeyiz.
*
Konuya
uygun bir şarkı ile ara verelim…
Güfte
Nedim, beste Ârif Sami Toker… Nihavent mâkâmında.
“Erişti
nev-bahar eyyâmı, açıldı gül-i gülşen
Çerağan vakti
geldi lâlezârın dîdesi rûşen
Çemenler döndü
rûy-i yâre, reng-i lâle vü gülden
Çerağan vakti
geldi lâlezârın dîdesi rûşen…”
*
Gâvurun
başı bir vakit önce söylemişti zaten.
Muhalefeti
destekleyeceklerini alenen beyan etmişti.
Kırk
türlü numara denediler, olmadı.
İstedikleri
kişileri sandıktan çıkarmanın yolunu aramaya karar vermişler.
Ne
sıfatlara sahipse o istedikleri kişiler, hangi özellikleri varsa artık, onları
beğenivermişler.
Ya
da sonradan değil, daha baştan, en baştan beğenmekteymişler.
Sahi,
nedir onların marifetleri?
Bizi
düşman statüsüne dâhil edenlerin hoşuna gidecek ne numaraları var?
Düşmanın
ekmeğine yağ sürme, bal sürme becerisi nereden geliyor?
Açıkça
düşmana çalışmak anlamına gelmez mi bu tablo?
Peki,
bu vaziyeti halka nasıl anlatacaklar?
Millet
bu numarayı yutar mı?
Şeytanla
kol kola girmeyi kendilerine yakıştıranların yüzleri de kızarmıyor,
farkındayız.
Yine
de suret-i haktan görünmeyi başarıyorlar ya, kendilerini temize çıkarmakta pek
mahirler ya, ben ona şaşıyorum.
*
Başta
sözünü ettiğimiz pili bitmiş kumandanlar şimdi içeride.
Ve
fonlanan, desteklenenler, günün birinde iktidar olurlarsa, onları salıvermeyi
düşünüyorlar.
Çünkü
masummuşlar.
Boş
yere hapiste yatıyorlarmış.
Tekrar
yargılama numarasıyla serbest bırakacaklarmış.
Darbe
yaptı bunlar darbe!
Ardında
bekleyen de işgal plânıydı!
Yığınaklar
yapılmış, plânlar çizilmişti!
Kimin
nereye çökeceği, kimin nereyi ele geçireceği, kimin başbakan olacağı belliydi!
İlk
yirmi dört saat içinde öldürülecekler de, hapse tıkılacaklar da tek tek
listelenmişti!
Sadece
ufak bir hesap hatası yapmışlardı…
Milleti
tanımıyorlardı!
Ateş
edildiği sırada yere yatmayı beceremez sanıyorlardı.
“Tankları
görünce herkes kaçıp saklanır” denilmişti onlara. Hepsi de inanmıştı.
Onları
masum görenler de darbecidir, işgalcidir, foncudur. Aynı zamanda fan fin
foncudur!
Eğer
millet bu ayrımı yapamayacak durumdaysa, örtün yorganı, ben ölem…