TAKVİM, bir görüşe göre “vakit”
kelimesinden ortaya çıkarak “vakitlendirme” ya da “vaktin/zamanın gün, hafta,
ay ve yıl olarak düzenlenmesi” demektir. Diğer görüşe göre ise takvim, “kıvam”
kelimesinden türemiştir ve “düzeltme, düzenleme, yoluna koyma” demektir.
Milât/milâd ile mevlit/mevlid (ya da mevlüt) kelimesi aynı kökten gelir ve “doğuş”
demektir. Hazreti İsa’nın doğumu için “Milât”, Hazreti Muhammed’in doğumu için
ise “Mevlid” kullanılmaktır. Oysa her iki kelimeyi oluşturan harfler de, anlam
da aynıdır. Ancak bu iki ayrı kullanım da kabul görüp dile yerleşmiştir.
Bu iki Resulün doğum günleri hakkında da bağlılarının arasında ihtilaf
ortaya çıkmıştır. Katolik Hıristiyanlar Hazreti İsa’nın doğum günü olarak 24
Aralık’ı, Ortodoks Hıristiyanlar ise 7 Ocak gününü kabul etmiştir. Buna
karşılık Sünnî Müslümanlar Hazreti Muhammed’in doğum günü olarak 12
Rebiülevvel’i, Şiî Müslümanlar ise 17 Rebiülevvel’i kabul etmişlerdir.
Binlerce yıl öncesine ait olan bu doğum günleri hakkında ortaya çıkan beş
on günlük zaman farkını ise doğal karşılamak icap eder. Dönemin şartları içinde
bu doğum günlerinin gün, ay ve hafta olarak yazıyla kaydedilmiş olması veya o
kaydın günümüze ulaşması mümkün olmamıştır.
Türklerin İslâmiyet öncesi dönemlerinde kullandıkları takvim, “on iki
hayvanlı takvim” diye bilinir; “Târîh-i Türki”, “Târîh-i Türkistan”, “Târîh-i
Khita ve Uygur” ve “Sâl-i Türkân” da denilen bu takvimde, başlangıçta ay yılı
temel alınırken, Göktürklerden sonra güneş yılının temel alındığı sanılmaktadır. Bir
yıl, 365 gün 5 saat olarak hesaplanmıştır. Yine bilinmeyen bir zamanda 21 Mart
günü, bu on iki hayvanlı takvim için yılbaşı olarak kabul edilip uygulanmıştır.
Türk boylarının İslâmiyet’e intikal etmeleriyle birlikte, yavaş yavaş on iki hayvanlı
takvimin yerini Hicrî takvim almıştır.
Genel olarak Arabistan yarımadasında Samî toplulukların kullandığı takvim,
kamer/ay takvimiydi. Ay’ın Dünya etrafındaki dönüşüne göre düzenlenmiştir bu
takvim. Başlangıcı hakkında bir bilgi yoktur. Hazreti Muhammed’in 622’de Medîne’ye
hicreti, Hazreti Ömer döneminde (Hicret’in 17’nci yılında) yılbaşı sayılarak
resmileşmiştir.
Ramazan ayı, Ramazan Bayramı, Kurban Bayramı ve Hac zamanı bu takvime göre
tayin edildiğinden, bütün Müslümanlar gibi Türkler tarafından da alınıp
kullanılmıştır.
Ancak Ay takviminin Milât takvimine göre bir yılının on bir gün daha kısa
olması, yılbaşının her yıl on bir güne erken başlaması sonucunu doğurmuştur. Bu
da zaman içinde vergi toplama ve maaş ödeme gibi birtakım malî sorunlara yol
açmıştır. Bu sorunları çözmek için Büyük Selçuklu hükümdarı Melikşah zamanında
(1072-1092) hazırlanıp onun lakaplarından olan Celaleddin’in kısaltılmış hâli
ile anılmak üzere “Celalî takvimi” kullanılmaya başlanmıştır. Osmanlı döneminde
doğal olarak Hicrî takvim her zaman kullanılmıştır. Buna karşılık, Celalî takvimi
yerine neden Rumî takvime ihtiyaç duydukları hakkında yeterli bilgi yoktur.
Avrupa ile uluslararası ve ticarî işlerde uyum sağlanabilmesi amacıyla
Başdefterdar Hasan Paşa’nın önerisiyle 1677 yılında, “Rumî takvim” adı verilen
yeni bir sistem geliştirildi. Sadece ekonomik işlerin yürütülmesinde
kullanıldığından “malî takvim” de denildi. Hem Hicret’e, hem de Güneş yılına
dayandığından “Hicrî Şemsî takvim” adlarıyla da anılan bu takvim, 1677 yılından
itibaren kısmen, 1840 yılından itibaren ise resmen kullanılmaya başlanmıştır.
14 Şubat 1327 (27 Şubat 1912) tarihinde çıkarılan “Usul-ı Muhasebe-i
Umumiye Kanun-ı Muvakkatı” ile bütçe yılı, Mart başı olarak kabul edilmiştir.
21 Şubat 1917 Çarşamba günü (Hicrî 28 Rebîu’l-âhir 1335-Rumî 8 Şubat 1332)
125 sayılı “Muamelât-ı Devlette Takvîm-i Garbi’nin Kabulü Hakkında Kanun” ile
Hicrî takvim yine kullanılmak koşuluyla devletin resmî işlemlerinde Takvîm-i
Garbi’nin kullanılması kabul edilir. 16 Şubat 1332 günü “1 Mart 1333” olarak
ilân edilip tarihten 13 gün silinerek Jülyen takvimine göre yürüyen Rumî yıl
ile Gregoryen takvime göre yürüyen Milâdî yıl arasındaki gün farkı ortadan
kaldırılmaya çalışılmıştır.
Milâdî takvime geçişin hikâyesi
Kanunun birinci maddesi gereği, takvimin başlangıcı Hicret olarak kaldığı
için uluslararası takvim sistemine tamamen uymak yine mümkün olmamıştır. Ancak
bu kanun, Milâdî takvime geçiş konusunda çıkarılan ilk kanun olması bakımından
önemlidir. Tek parti döneminde yapılan işlerin tamamının daha önce hiçbir
başlangıcı olmadığı, acayip ve harika bir irade tarafından geliştirildikleri
tezinin zayıf örneklerinden birisi de işte Milât takvimine bu geçiş hikâyesidir.
Görüldüğü gibi bu geçişin başlangıcı, 1912 ile 1917 yıllarında yapılan yasal
düzenlemeler ile gerçekleşmiştir. Böylece 21 Şubat 1917 tarihinden sonra
Takvîm-i Garbi ile kısmen Batılıların takvimi yani Milât takvimi kullanılmaya
başlanmıştı.
26 Aralık 1925 tarihli ve 698 sayılı “Takvimde Tarih Mebdeinin Tebdili Hakkında
Kanun” ile yılbaşı “1 Ocak” olacak şekilde resmen Milâdî takvime geçilmiştir.
Bu kanunla Hicrî 1342 Ocak ayının ilk günü, 1 Ocak 1926 olarak değiştirilmiş,
takvimin başlangıcı olarak da Hazreti İsa’nın doğumu esas alınmıştır. Buna
karşılık, Türkiye’de yılbaşı gününün tatil edilmesi 1935 yılında olmuştur.
Ayrıca 2739 sayılı Kanun ile 1 Haziran 1935’e kadar Perşembe günü saat 13:00’dan
Cumartesi günü saat 09:00’a dek süren hafta sonu tatilinin Cumartesi günü saat
13:00’dan Pazartesi günü saat 09:00’a dek sürmesi kabul edilmiştir.
Resmî hafta sonu tatili için Pazar’ın yanında Cumartesi gününün bütünüyle
tatil kapsamına alınması ise 1 Temmuz 1974’de yani CHP-MSP koalisyon hükûmeti
zamanında ve 14932 sayılı “Resmî Gazete”de yayınlanan 7/8518 ve 7/8519 sayılı
kanun niteliğindeki Bakanlar Kurulu kararları ile olmuştur.
Takvim hakkında bir değişiklik de 10 Ocak 1945’te, bazı ay adlarının
değiştirilmesiyle yapılmıştır. Buna göre “Teşrinievvel, Teşrinisani,
Kânunuevvel, Kânunusani” isimleri “Ekim, Kasım, Aralık ve Ocak” biçiminde
Türkçeleştirilmiştir.
1925’te Milâdî takvim sisteminin kabul edilmesi üzerine, Rumî takvim terk
edildiği hâlde 1 Mart’ta başlayan bütçe yılı uygulaması 1983’e kadar devam
etmiş, 1983’ten sonra malî yılbaşı da 1 Ocak’a alınmıştır.
Günümüz dünyasında en yaygın olan takvim, Milât takvimidir. Osmanlılar
“Takvim-i Efrenci” (Firenk/Fransız) diye adlandırmıştır bu takvimi. Hazreti
İsa’nın doğumunu başlangıç ve Dünya’nın Güneş etrafındaki dönüş süresini “bir
yıl” olarak kabul eden takvimdir. Bu takvimi Mısırlılar geliştirmişlerdir.
Yunan ve Romalılar ilerletmiş, İyon ve Yunanlar kanalıyla da Batı’ya
aktarılmıştır. Takvim, “Jülyen Takvimi” adıyla Milât öncesi 46 yılında, Roma’nın
kuruluşunun 708’inci yıldönümünde Roma İmparatoru Jullius Cesar ve 1582
yılında da Papa Sekizinci Gregorius tarafından düzenlendiğinden “Gregoryen
takvimi” adıyla günümüzdeki şeklini almıştır.
Yılbaşı kültürleri
Ne Hicret takvimi İslâmiyet’in, ne de Milât takvimi Hıristiyanlığın
şartıdır. Ancak Müslümanların geleneğinde Hicret takvimi yerleştiği gibi, Hıristiyanların
geleneğinde de Milât takvimi yerleşmiştir. Günümüzde Milât takvimini yılbaşı
kutlamalarının vazgeçilmezi sayılan geyikli Noel babalarından ayrı düşünmek
mümkün değildir. Geyikli Noel babalarının yalnızca bir aksesuar unsuru olarak
yer almadığı açıktır. Paganlıkla malul hâle gelen Hıristiyan kültürü içinde
onun ayrı bir yeri vardır.
Kendileri de Hıristiyan olmalarına rağmen Rusların yılbaşı kutlamalarında
Noel babaların yerini Ayaz babalar almıştır. Katolik Hıristiyan dünyasından
gelen bu anlayışı Ruslar bile kendilerine uydurma ihtiyacı duymuşlardır. Buna
karşılık Müslüman Türklerin, tek parti döneminin totaliter uygulamaları ile
yerleştirilen yılbaşı kutlamaları ve tatilini hiçbir değişiklik ihtiyacı
duymadan almaları, insan aklına karşı bir savaş açmak gibidir.
Pagan Hıristiyan kültürünü eksiksiz bir şekilde her şeyi ile aldıktan sonra
Müslümanlık adına elde ne kalmıştır?
Müslüman Türkler, totaliter idarenin zorlaması ile Hıristiyan Batı
kültürünün alıcısı durumuna düşürülmüştür. Aslında bu düşkünlük, Mondros
Mütarekesi’nden sonraki işgallerle başlamış ve totaliter CHP idaresiyle
yerleşmiştir. Bin yılı aşan bir süreden beri Müslüman Türkler için bir çeşit
hafta sonu bayramı olan Cuma günü tatil olmaktan çıkarılıp, Hıristiyanların ve
Yahudilerin hafta sonu bayramları resmileştirilmiştir.
Ayrıca Tehcir ve Mübadele’nin bir sonucu olarak Türkiye’de Hıristiyan nüfus
neredeyse kalmadığı gibi, sayıları oldukça az olan Yahudilerin de İsrail’e göç
etmelerinin ardından, onların hafta sonu bayramları Müslüman Türklere
kalmıştır.
CHP idaresi İslâmî geleneklere karşı Oryantalizmin keşif kolu gibi
çalışmış, Hıristiyan/Yahudi kültürünün yerleştirilmesinde ise ancak işgal
dönemlerinde örnekleri bulunabilecek zorbalıklarla yüz yıldan beri bu kültürü
yerleştirmeye çalışmıştır.
Yoksa Müslümanların ne Hazreti İsa, ne de Hazreti Musa ile bir sorunları
olmuştur. Her Müslüman toplumda görülen “İsa” ve “Musa” adları da bunun
örnekleridir. Buna rağmen Hıristiyan ve Yahudiler bu kültürel işlerini
aksırıncaya tıksırıncaya kadar yaşayabilirler. Ancak günümüzde
Hıristiyanlık/Yahudilik kültürü olarak karşımıza çıkan pagan işleri, bu iki Resulün
telkinlerinden elbette çok farklıdır. Eğlence ve kumar gibi işret âlemleriyle
telkin edilen Batı kültürünün yılbaşı törenleriyle Müslüman mahallesinde alıcı
bulması, tarihte benzeri görülmemiş bir sonuçtur. Mesele, bir takvim meselesi
değildir. Onu çoktan aşmış ve Türkiye üzerindeki kültür emperyalizminin en
önemli örneklerinden biri hâline gelmiştir. Bu yüzden Antalya’nın Kaş ilçesinde
Noel babalarının heykelini bile dikmişlerdir.
Kaynakça
İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü,
1997:343.
Neşet Çağatay, Eski Çağlardan Bu Yana
Zaman Ölçümü ve Takvim. Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1953,
C. 22, s. 105-138. 1953:105-138.