Milât: Doğuş

Günümüzde Hıristiyanlık/Yahudilik kültürü olarak karşımıza çıkan pagan işleri, bu iki Resulün telkinlerinden elbette çok farklıdır. Eğlence ve kumar gibi işret âlemleriyle telkin edilen Batı kültürünün yılbaşı törenleriyle Müslüman mahallesinde alıcı bulması, tarihte benzeri görülmemiş bir sonuçtur. Mesele, bir takvim meselesi değildir. Onu çoktan aşmış ve Türkiye üzerindeki kültür emperyalizminin en önemli örneklerinden biri hâline gelmiştir.

TAKVİM, bir görüşe göre “vakit” kelimesinden ortaya çıkarak “vakitlendirme” ya da “vaktin/zamanın gün, hafta, ay ve yıl olarak düzenlenmesi” demektir. Diğer görüşe göre ise takvim, “kıvam” kelimesinden türemiştir ve “düzeltme, düzenleme, yoluna koyma” demektir.

Milât/milâd ile mevlit/mevlid (ya da mevlüt) kelimesi aynı kökten gelir ve “doğuş” demektir. Hazreti İsa’nın doğumu için “Milât”, Hazreti Muhammed’in doğumu için ise “Mevlid” kullanılmaktır. Oysa her iki kelimeyi oluşturan harfler de, anlam da aynıdır. Ancak bu iki ayrı kullanım da kabul görüp dile yerleşmiştir.

Bu iki Resulün doğum günleri hakkında da bağlılarının arasında ihtilaf ortaya çıkmıştır. Katolik Hıristiyanlar Hazreti İsa’nın doğum günü olarak 24 Aralık’ı, Ortodoks Hıristiyanlar ise 7 Ocak gününü kabul etmiştir. Buna karşılık Sünnî Müslümanlar Hazreti Muhammed’in doğum günü olarak 12 Rebiülevvel’i, Şiî Müslümanlar ise 17 Rebiülevvel’i kabul etmişlerdir.

Binlerce yıl öncesine ait olan bu doğum günleri hakkında ortaya çıkan beş on günlük zaman farkını ise doğal karşılamak icap eder. Dönemin şartları içinde bu doğum günlerinin gün, ay ve hafta olarak yazıyla kaydedilmiş olması veya o kaydın günümüze ulaşması mümkün olmamıştır.

Türklerin İslâmiyet öncesi dönemlerinde kullandıkları takvim, “on iki hayvanlı takvim” diye bilinir; “Târîh-i Türki”, “Târîh-i Türkistan”, “Târîh-i Khita ve Uygur” ve “Sâl-i Türkân” da denilen bu takvimde, başlangıçta ay yılı temel alınırken, Göktürklerden sonra güneş yılının temel alındığı sanılmaktadır. Bir yıl, 365 gün 5 saat olarak hesaplanmıştır. Yine bilinmeyen bir zamanda 21 Mart günü, bu on iki hayvanlı takvim için yılbaşı olarak kabul edilip uygulanmıştır. Türk boylarının İslâmiyet’e intikal etmeleriyle birlikte, yavaş yavaş on iki hayvanlı takvimin yerini Hicrî takvim almıştır.

Genel olarak Arabistan yarımadasında Samî toplulukların kullandığı takvim, kamer/ay takvimiydi. Ay’ın Dünya etrafındaki dönüşüne göre düzenlenmiştir bu takvim. Başlangıcı hakkında bir bilgi yoktur. Hazreti Muhammed’in 622’de Medîne’ye hicreti, Hazreti Ömer döneminde (Hicret’in 17’nci yılında) yılbaşı sayılarak resmileşmiştir.

Ramazan ayı, Ramazan Bayramı, Kurban Bayramı ve Hac zamanı bu takvime göre tayin edildiğinden, bütün Müslümanlar gibi Türkler tarafından da alınıp kullanılmıştır.

Ancak Ay takviminin Milât takvimine göre bir yılının on bir gün daha kısa olması, yılbaşının her yıl on bir güne erken başlaması sonucunu doğurmuştur. Bu da zaman içinde vergi toplama ve maaş ödeme gibi birtakım malî sorunlara yol açmıştır. Bu sorunları çözmek için Büyük Selçuklu hükümdarı Melikşah zamanında (1072-1092) hazırlanıp onun lakaplarından olan Celaleddin’in kısaltılmış hâli ile anılmak üzere “Celalî takvimi” kullanılmaya başlanmıştır. Osmanlı döneminde doğal olarak Hicrî takvim her zaman kullanılmıştır. Buna karşılık, Celalî takvimi yerine neden Rumî takvime ihtiyaç duydukları hakkında yeterli bilgi yoktur.

Avrupa ile uluslararası ve ticarî işlerde uyum sağlanabilmesi amacıyla Başdefterdar Hasan Paşa’nın önerisiyle 1677 yılında, “Rumî takvim” adı verilen yeni bir sistem geliştirildi. Sadece ekonomik işlerin yürütülmesinde kullanıldığından “malî takvim” de denildi. Hem Hicret’e, hem de Güneş yılına dayandığından “Hicrî Şemsî takvim” adlarıyla da anılan bu takvim, 1677 yılından itibaren kısmen, 1840 yılından itibaren ise resmen kullanılmaya başlanmıştır.

14 Şubat 1327 (27 Şubat 1912) tarihinde çıkarılan “Usul-ı Muhasebe-i Umumiye Kanun-ı Muvakkatı” ile bütçe yılı, Mart başı olarak kabul edilmiştir.

21 Şubat 1917 Çarşamba günü (Hicrî 28 Rebîu’l-âhir 1335-Rumî 8 Şubat 1332) 125 sayılı “Muamelât-ı Devlette Takvîm-i Garbi’nin Kabulü Hakkında Kanun” ile Hicrî takvim yine kullanılmak koşuluyla devletin resmî işlemlerinde Takvîm-i Garbi’nin kullanılması kabul edilir. 16 Şubat 1332 günü “1 Mart 1333” olarak ilân edilip tarihten 13 gün silinerek Jülyen takvimine göre yürüyen Rumî yıl ile Gregoryen takvime göre yürüyen Milâdî yıl arasındaki gün farkı ortadan kaldırılmaya çalışılmıştır.

Milâdî takvime geçişin hikâyesi

Kanunun birinci maddesi gereği, takvimin başlangıcı Hicret olarak kaldığı için uluslararası takvim sistemine tamamen uymak yine mümkün olmamıştır. Ancak bu kanun, Milâdî takvime geçiş konusunda çıkarılan ilk kanun olması bakımından önemlidir. Tek parti döneminde yapılan işlerin tamamının daha önce hiçbir başlangıcı olmadığı, acayip ve harika bir irade tarafından geliştirildikleri tezinin zayıf örneklerinden birisi de işte Milât takvimine bu geçiş hikâyesidir. Görüldüğü gibi bu geçişin başlangıcı, 1912 ile 1917 yıllarında yapılan yasal düzenlemeler ile gerçekleşmiştir. Böylece 21 Şubat 1917 tarihinden sonra Takvîm-i Garbi ile kısmen Batılıların takvimi yani Milât takvimi kullanılmaya başlanmıştı.

26 Aralık 1925 tarihli ve 698 sayılı “Takvimde Tarih Mebdeinin Tebdili Hakkında Kanun” ile yılbaşı “1 Ocak” olacak şekilde resmen Milâdî takvime geçilmiştir. Bu kanunla Hicrî 1342 Ocak ayının ilk günü, 1 Ocak 1926 olarak değiştirilmiş, takvimin başlangıcı olarak da Hazreti İsa’nın doğumu esas alınmıştır. Buna karşılık, Türkiye’de yılbaşı gününün tatil edilmesi 1935 yılında olmuştur.

Ayrıca 2739 sayılı Kanun ile 1 Haziran 1935’e kadar Perşembe günü saat 13:00’dan Cumartesi günü saat 09:00’a dek süren hafta sonu tatilinin Cumartesi günü saat 13:00’dan Pazartesi günü saat 09:00’a dek sürmesi kabul edilmiştir.

Resmî hafta sonu tatili için Pazar’ın yanında Cumartesi gününün bütünüyle tatil kapsamına alınması ise 1 Temmuz 1974’de yani CHP-MSP koalisyon hükûmeti zamanında ve 14932 sayılı “Resmî Gazete”de yayınlanan 7/8518 ve 7/8519 sayılı kanun niteliğindeki Bakanlar Kurulu kararları ile olmuştur.

Takvim hakkında bir değişiklik de 10 Ocak 1945’te, bazı ay adlarının değiştirilmesiyle yapılmıştır. Buna göre “Teşrinievvel, Teşrinisani, Kânunuevvel, Kânunusani” isimleri “Ekim, Kasım, Aralık ve Ocak” biçiminde Türkçeleştirilmiştir.

1925’te Milâdî takvim sisteminin kabul edilmesi üzerine, Rumî takvim terk edildiği hâlde 1 Mart’ta başlayan bütçe yılı uygulaması 1983’e kadar devam etmiş, 1983’ten sonra malî yılbaşı da 1 Ocak’a alınmıştır.

Günümüz dünyasında en yaygın olan takvim, Milât takvimidir. Osmanlılar “Takvim-i Efrenci” (Firenk/Fransız) diye adlandırmıştır bu takvimi. Hazreti İsa’nın doğumunu başlangıç ve Dünya’nın Güneş etrafındaki dönüş süresini “bir yıl” olarak kabul eden takvimdir. Bu takvimi Mısırlılar geliştirmişlerdir. Yunan ve Romalılar ilerletmiş, İyon ve Yunanlar kanalıyla da Batı’ya aktarılmıştır. Takvim, “Jülyen Takvimi” adıyla Milât öncesi 46 yılında, Roma’nın kuruluşunun 708’inci yıldönümünde Roma İmparatoru Jullius Cesar ve 1582 yılında da Papa Sekizinci Gregorius tarafından düzenlendiğinden “Gregoryen takvimi” adıyla günümüzdeki şeklini almıştır.

Yılbaşı kültürleri

Ne Hicret takvimi İslâmiyet’in, ne de Milât takvimi Hıristiyanlığın şartıdır. Ancak Müslümanların geleneğinde Hicret takvimi yerleştiği gibi, Hıristiyanların geleneğinde de Milât takvimi yerleşmiştir. Günümüzde Milât takvimini yılbaşı kutlamalarının vazgeçilmezi sayılan geyikli Noel babalarından ayrı düşünmek mümkün değildir. Geyikli Noel babalarının yalnızca bir aksesuar unsuru olarak yer almadığı açıktır. Paganlıkla malul hâle gelen Hıristiyan kültürü içinde onun ayrı bir yeri vardır.

Kendileri de Hıristiyan olmalarına rağmen Rusların yılbaşı kutlamalarında Noel babaların yerini Ayaz babalar almıştır. Katolik Hıristiyan dünyasından gelen bu anlayışı Ruslar bile kendilerine uydurma ihtiyacı duymuşlardır. Buna karşılık Müslüman Türklerin, tek parti döneminin totaliter uygulamaları ile yerleştirilen yılbaşı kutlamaları ve tatilini hiçbir değişiklik ihtiyacı duymadan almaları, insan aklına karşı bir savaş açmak gibidir.

Pagan Hıristiyan kültürünü eksiksiz bir şekilde her şeyi ile aldıktan sonra Müslümanlık adına elde ne kalmıştır?

Müslüman Türkler, totaliter idarenin zorlaması ile Hıristiyan Batı kültürünün alıcısı durumuna düşürülmüştür. Aslında bu düşkünlük, Mondros Mütarekesi’nden sonraki işgallerle başlamış ve totaliter CHP idaresiyle yerleşmiştir. Bin yılı aşan bir süreden beri Müslüman Türkler için bir çeşit hafta sonu bayramı olan Cuma günü tatil olmaktan çıkarılıp, Hıristiyanların ve Yahudilerin hafta sonu bayramları resmileştirilmiştir.

Ayrıca Tehcir ve Mübadele’nin bir sonucu olarak Türkiye’de Hıristiyan nüfus neredeyse kalmadığı gibi, sayıları oldukça az olan Yahudilerin de İsrail’e göç etmelerinin ardından, onların hafta sonu bayramları Müslüman Türklere kalmıştır.

CHP idaresi İslâmî geleneklere karşı Oryantalizmin keşif kolu gibi çalışmış, Hıristiyan/Yahudi kültürünün yerleştirilmesinde ise ancak işgal dönemlerinde örnekleri bulunabilecek zorbalıklarla yüz yıldan beri bu kültürü yerleştirmeye çalışmıştır.

Yoksa Müslümanların ne Hazreti İsa, ne de Hazreti Musa ile bir sorunları olmuştur. Her Müslüman toplumda görülen “İsa” ve “Musa” adları da bunun örnekleridir. Buna rağmen Hıristiyan ve Yahudiler bu kültürel işlerini aksırıncaya tıksırıncaya kadar yaşayabilirler. Ancak günümüzde Hıristiyanlık/Yahudilik kültürü olarak karşımıza çıkan pagan işleri, bu iki Resulün telkinlerinden elbette çok farklıdır.  Eğlence ve kumar gibi işret âlemleriyle telkin edilen Batı kültürünün yılbaşı törenleriyle Müslüman mahallesinde alıcı bulması, tarihte benzeri görülmemiş bir sonuçtur. Mesele, bir takvim meselesi değildir. Onu çoktan aşmış ve Türkiye üzerindeki kültür emperyalizminin en önemli örneklerinden biri hâline gelmiştir. Bu yüzden Antalya’nın Kaş ilçesinde Noel babalarının heykelini bile dikmişlerdir.

 

Kaynakça

İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, 1997:343.

Neşet Çağatay, Eski Çağlardan Bu Yana Zaman Ölçümü ve Takvim. Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1953, C. 22, s. 105-138. 1953:105-138.