Mihaniki hayatlar

Bilimsel ya da teorik, hiçbir dayanaksız bilgi (burada dayanaktan kasıt, Allah’ın Kelâmı ve Peygamber Efendimizin söz ve davranışlarıdır), insana ait düzenlerde şaşmaz bir gerçeklik vaat etmez. Yarın yalanlanmayacağından emin olamadığımız hiçbir bilgi, bugün yüzde yüz bir itaatle karşılanamaz. Şayet bu böyle yapılırsa, gücü ve yetkiyi ister ailede, ister toplumlarda, her kim elinde tutuyorsa, bu, etki alanındaki insanlar için bir zulme dönüşecektir.

BİLMEK, idrak etmek ve yapmak, ne büyük fiiller! Yanılma payı üst seviyede olan insan için ne büyük iddialar! Hem bilimin ve bilim adamlarının kanaatlerinin bile belli bir zaman sonra yalanlanabildiği, tam zıddında bir gerçekliğin de aynı ihtirasla kabul görebildiği bir düzende, insan, kendi bilgi ve görgüsüne nasıl da sadık!

Bu, üzerine düşünme gayreti bile gösterilmeyen bilgeliklerin, insan hayatında tetiklediği fay hatlarına bakmak gerek. Pek tabiî, İlâhî düzende insanoğluna bildirilmiş ve karşılığında iman edilmesi emredilmiş gerçeklikleri bu yanılgı kümesinin tamamen dışında bırakarak, sadece insanın kendinden referans aldığı -varsaydığı- bilgi öbekleri üzerinden yol alacağım. Aksi mümkün olamazdı zaten ama bunu belirtmeden geçmek de başka yanılgıları doğurabilirdi. Nemelazım, niyeti açık etmek gerek…

Defaatle söylediğim üzere, İlâhî bilgi, aklın üstünde bir kudrettir ama akla yatkındır. Çünkü Yaradan aklı böyle yaratmış, yarattığı mahlûka gereken donanımı da nakşetmiştir. İman da akıl dışı olmamakla birlikte, aklın yetkinlik alanında değildir. Ama akıl, hiçbir surette imanı yalanlamaz. Bunu ancak üstün bir şeytanî gayret neticesinde akla iftira atarak gerçekleştirir.

Fakat İlâhî bilginin ve Allah’ın kullarına bildirdiği tüm gerçekliklerin dışında kalan ne kadar bilgi birikimi varsa hepsi ihtimâllidir.

En basitinden, tıbbın birkaç zaman önce sağlığa zararlı olarak yaftaladığı bir besini bir başka deney ve araştırma sonucunda “Zararlı değil” demekle bile kalmayıp insana fayda veren bir kıymete eriştirmesi, aklın kusurlu ve bilginin de değişebilir olduğuna kanıttır. Bilginin değişebilirliği de ona şeksiz bir imanla bakmamak gerektiği realitesini gözler önüne serer.

Bütün bilimsel kanaatler için yanılma payı vardır ve var olacaktır. Buna rağmen, insan bilimsel metotlarla elde etmediği, yalnızca kendi öngörüsünden, duygusundan ya da bilgeliğinden öne sürdüğü ve gerçeklik olarak addettiği bütün birikimleri mihaniki bir temayülle nasıl bu kadar “yüce”leyebiliyor? Akla zarar!

Her toplumun, her memleketin, her sülâlenin, her ailenin ve daha da önemlisi her ferdin, İlâhî öğretiden ve dahi yanılabilen bir bilimsel metottan bile referans almadan var ettiği yaşam biçemleri, dünyayı darmadağınık bir vaziyete eriştiriyor. Herkes kendince bir doğruyu, üzerinde hiç düşünmeden, olagelen bir alışkanlıkla sürdürmeye, diretmeye devam ediyor. Bu direniş ki, pekâlâ yanlış fikirlerin büyük yaralar açtığı toplumlarda bir hastalık teşhisi olarak düşünülebilir.

Bunlar bazen ideolojik fikirlerdeki derin yanlışlıklar olarak karşımıza çıkıyor, bazen yönetim biçimleri olarak büyük insan topluluklarına aksi yön verebiliyor, bazen de bir aile içinde süregelen çarpık düzen olarak varlığını sürdürebiliyor. Başta yapılması gereken analiz “Yanılıyor olabilirim” tümcesiyken, olayın büyük zararlar meydana getirdiği son evresinde bile ele alınmayabiliyor. Hâlbuki insanın ve insana yön veren tüm düzenlerde yetki sahiplerinin daha en baştan şiar edinmesi gereken parola, yanılma ihtimâlinin ne derece yüksek olduğunu kabullenmek üzere olmalıdır.

Ancak bu hâliyle insan, kendine ve çevresine en az zararla yaşayabilir. Sıfır zarar ihtimâlinin üstünde durma gereği duymuyorum; çünkü insanın Allah’a dayanmayan bütün bilgileri, en yüksek ilmî yöntemlerle bile elde edilmiş olsa, yanılma payı ve zarar potansiyeli yüksek birikimlerdir.

Buna ek olarak, insanın kendi gayret ve çalışmasıyla eriştiğini zannettiği bütün bilgiler de İlâhî bilginin kapsamı içinde ve o bilginin sahibi olan Zat’ın izin verdiği ölçüdedir. Ama ulaşılan bilgiler içinde hangisinin gerçek, hangisinin yanılgı olduğu, yine insanın kendi tarafından tartılıp sağlaması yapılabilecek bir yetkinlik değildir.

Bu, sorunun teşhis boyutu. Ama çözüm içinde en akılcı yol, insanın bilimsel metotlarda ve içsel algılarda yanılma payının yüksek olduğunu bilmesinden geçiyor. Yoksa ne toplumlara yön veren seviyede, ne de insanın insana birebir etkisinde hakkaniyetli bir davranış şekline erişmek mümkün görünüyor. İnsanın düşünmek, okumak ve anlamamaya gayret etmek üzere yaratıldığı gerçeği, hatalı fikirlerini doğruya evirecek bir gayret mecburiyetinde olduğu hakikatini de fısıldamaktadır.

Bilimsel ya da teorik, hiçbir dayanaksız bilgi (burada dayanaktan kasıt, Allah’ın Kelâmı ve Peygamber Efendimizin söz ve davranışlarıdır), insana ait düzenlerde şaşmaz bir gerçeklik vaat etmez. Yarın yalanlanmayacağından emin olamadığımız hiçbir bilgi, bugün yüzde yüz bir itaatle karşılanamaz. Şayet bu böyle yapılırsa, gücü ve yetkiyi ister ailede, ister toplumlarda, her kim elinde tutuyorsa, bu, etki alanındaki insanlar için bir zulme dönüşecektir.

Herkesin “Doğrudur” diye paraf attığı şahsî fikirleri, o fikirlerin eyleme dönüşünden etkilenenlerce mercek altına alınmalı, fikrin sahibi ve etkilenenler birlik olup daha doğru bilgiye gayret etmelidir. Mihaniki hayatlar, fay kırıkları meydana getirir. Üzerinde düşünülmemiş, tartışılmamış ve farklı görüşlere yer verilmemiş bütün şahsî kanaatler, hem insanın kendinde, hem de çevresinde deprem etkisi meydana getirirler.