
BİLMEK, idrak etmek ve
yapmak, ne büyük fiiller! Yanılma payı üst seviyede olan insan için ne büyük
iddialar! Hem bilimin ve bilim adamlarının kanaatlerinin bile belli bir zaman
sonra yalanlanabildiği, tam zıddında bir gerçekliğin de aynı ihtirasla kabul
görebildiği bir düzende, insan, kendi bilgi ve görgüsüne nasıl da sadık!
Bu,
üzerine düşünme gayreti bile gösterilmeyen bilgeliklerin, insan hayatında
tetiklediği fay hatlarına bakmak gerek. Pek tabiî, İlâhî düzende insanoğluna
bildirilmiş ve karşılığında iman edilmesi emredilmiş gerçeklikleri bu yanılgı
kümesinin tamamen dışında bırakarak, sadece insanın kendinden referans aldığı
-varsaydığı- bilgi öbekleri üzerinden yol alacağım. Aksi mümkün olamazdı zaten
ama bunu belirtmeden geçmek de başka yanılgıları doğurabilirdi. Nemelazım,
niyeti açık etmek gerek…
Defaatle
söylediğim üzere, İlâhî bilgi, aklın üstünde bir kudrettir ama akla yatkındır.
Çünkü Yaradan aklı böyle yaratmış, yarattığı mahlûka gereken donanımı da
nakşetmiştir. İman da akıl dışı olmamakla birlikte, aklın yetkinlik alanında
değildir. Ama akıl, hiçbir surette imanı yalanlamaz. Bunu ancak üstün bir şeytanî
gayret neticesinde akla iftira atarak gerçekleştirir.
Fakat
İlâhî bilginin ve Allah’ın kullarına bildirdiği tüm gerçekliklerin dışında kalan
ne kadar bilgi birikimi varsa hepsi ihtimâllidir.
En
basitinden, tıbbın birkaç zaman önce sağlığa zararlı olarak yaftaladığı bir
besini bir başka deney ve araştırma sonucunda “Zararlı değil” demekle bile
kalmayıp insana fayda veren bir kıymete eriştirmesi, aklın kusurlu ve bilginin
de değişebilir olduğuna kanıttır. Bilginin değişebilirliği de ona şeksiz bir
imanla bakmamak gerektiği realitesini gözler önüne serer.
Bütün
bilimsel kanaatler için yanılma payı vardır ve var olacaktır. Buna rağmen,
insan bilimsel metotlarla elde etmediği, yalnızca kendi öngörüsünden,
duygusundan ya da bilgeliğinden öne sürdüğü ve gerçeklik olarak addettiği bütün
birikimleri mihaniki bir temayülle nasıl bu kadar “yüce”leyebiliyor? Akla
zarar!
Her
toplumun, her memleketin, her sülâlenin, her ailenin ve daha da önemlisi her
ferdin, İlâhî öğretiden ve dahi yanılabilen bir bilimsel metottan bile referans
almadan var ettiği yaşam biçemleri, dünyayı darmadağınık bir vaziyete
eriştiriyor. Herkes kendince bir doğruyu, üzerinde hiç düşünmeden, olagelen bir
alışkanlıkla sürdürmeye, diretmeye devam ediyor. Bu direniş ki, pekâlâ yanlış
fikirlerin büyük yaralar açtığı toplumlarda bir hastalık teşhisi olarak
düşünülebilir.
Bunlar
bazen ideolojik fikirlerdeki derin yanlışlıklar olarak karşımıza çıkıyor, bazen
yönetim biçimleri olarak büyük insan topluluklarına aksi yön verebiliyor, bazen
de bir aile içinde süregelen çarpık düzen olarak varlığını sürdürebiliyor. Başta
yapılması gereken analiz “Yanılıyor olabilirim” tümcesiyken, olayın büyük
zararlar meydana getirdiği son evresinde bile ele alınmayabiliyor. Hâlbuki
insanın ve insana yön veren tüm düzenlerde yetki sahiplerinin daha en baştan
şiar edinmesi gereken parola, yanılma ihtimâlinin ne derece yüksek olduğunu
kabullenmek üzere olmalıdır.
Ancak
bu hâliyle insan, kendine ve çevresine en az zararla yaşayabilir. Sıfır zarar
ihtimâlinin üstünde durma gereği duymuyorum; çünkü insanın Allah’a dayanmayan
bütün bilgileri, en yüksek ilmî yöntemlerle bile elde edilmiş olsa, yanılma
payı ve zarar potansiyeli yüksek birikimlerdir.
Buna
ek olarak, insanın kendi gayret ve çalışmasıyla eriştiğini zannettiği bütün bilgiler
de İlâhî bilginin kapsamı içinde ve o bilginin sahibi olan Zat’ın izin verdiği
ölçüdedir. Ama ulaşılan bilgiler içinde hangisinin gerçek, hangisinin yanılgı
olduğu, yine insanın kendi tarafından tartılıp sağlaması yapılabilecek bir
yetkinlik değildir.
Bu,
sorunun teşhis boyutu. Ama çözüm içinde en akılcı yol, insanın bilimsel
metotlarda ve içsel algılarda yanılma payının yüksek olduğunu bilmesinden
geçiyor. Yoksa ne toplumlara yön veren seviyede, ne de insanın insana birebir
etkisinde hakkaniyetli bir davranış şekline erişmek mümkün görünüyor. İnsanın
düşünmek, okumak ve anlamamaya gayret etmek üzere yaratıldığı gerçeği, hatalı
fikirlerini doğruya evirecek bir gayret mecburiyetinde olduğu hakikatini de
fısıldamaktadır.
Bilimsel
ya da teorik, hiçbir dayanaksız bilgi (burada dayanaktan kasıt, Allah’ın Kelâmı
ve Peygamber Efendimizin söz ve davranışlarıdır), insana ait düzenlerde şaşmaz
bir gerçeklik vaat etmez. Yarın yalanlanmayacağından emin olamadığımız hiçbir
bilgi, bugün yüzde yüz bir itaatle karşılanamaz. Şayet bu böyle yapılırsa, gücü
ve yetkiyi ister ailede, ister toplumlarda, her kim elinde tutuyorsa, bu, etki
alanındaki insanlar için bir zulme dönüşecektir.
Herkesin
“Doğrudur” diye paraf attığı şahsî fikirleri, o fikirlerin eyleme dönüşünden etkilenenlerce
mercek altına alınmalı, fikrin sahibi ve etkilenenler birlik olup daha doğru
bilgiye gayret etmelidir. Mihaniki hayatlar, fay kırıkları meydana getirir.
Üzerinde düşünülmemiş, tartışılmamış ve farklı görüşlere yer verilmemiş bütün
şahsî kanaatler, hem insanın kendinde, hem de çevresinde deprem etkisi meydana
getirirler.