Mideleri geniş ama kafaları dar be!

Böyle saçma sapan, Anayasa’ya aykırı, kanuna aykırı, ahlâka aykırı sözler sarf edenlerden bunun hesabı sorulmayacak mı? Darbe beklentisi içinde olduğunu alenen belli etmek, darbeye çanak tutmak, aşkını sevdâsını yana yana açığa çıkarmak, gizliden birtakım tezgâhlar kurmak, dümenler çevirmek, vesaireye “vs” eklemek cezasız mı kalacak? Yok mudur bunun bir bedeli?

“YİNE de şahlanıyor aman, kolbaşının kır atı…”

Allah rahmet eylesin, Hasan Mutlucan ne güzel söylerdi bu muhteşem eseri. Ve diğer kahramanlık türkülerini…

80 Darbesi sabahında radyolar, televizyonlar, milleti onun Dâvudî sesiyle güne uyandırmıştı. Bu yüzden, sesi darbe ile özdeş hâle getirildi. Öyle görüldü. Darbe sanatçısı muamelesi görüyordu her yerde.

Bu durumdan fazlasıyla rahatsız olduğunu anlatmaya çalışsa da o damga, kâğıda vurulan mührün çıkartılması nasıl imkânsızsa, hayatı boyunca öylece kaldı. Bir türlü çıkmadı.

“Kendi sesimle kendimi uyandırmaktan bıktım artık” demişti bir gün. (Şair burada demek istiyor ki, “İkide bir darbe olmamalı arkadaş!”.)

Ne yazık ki, bu memlekette çok darbe oldu aziz dostlar, pek çok…

Onca darbeye rağmen, istenen netice alınamamış olduğundan ve Allah’ın izniyle hiçbir zaman da alınamayacağından; ancak, onların bu durumu kavrayacak altyapıları bulunmadığından, bugünlerde yine bazılarının bir tarafları kaşınmaya başladı.

İstiyorlar ki, kolbaşının kır atı yine şahlansın, bir daha şahlansın… Olmadı, hep şahlansın.

Lan olm, kolbaşı mı kaldı ortada?

Ortayı bırak, kenarda köşede bile yok.

Babasını geç, dedesi “kolbaşı” olan birini bile bulamazsın artık bu devirde.

*

Niye bu kadar fazla darbe seviciliğine kapılmış durumdalar?

Nereden geliyor bu darbe aşkı?

Normal yoldan gelemeyeceklerini bildiklerinden, tek yol o görünüyor gözlerine ve gönüllerine. İktidar hırsıyla ve aşkıyla yanan taraflarına, böylece bir fiske su serperek serinletmiş oluyorlar.

Ayrıca hepsinin geçmişinde “Tek yol devrim” sloganının bıraktığı tortu bulunuyor ki doğal olarak genlerine işlemiş.

Kolay mı?

Ömür geçiyor…

Gençliğini -birtakım hayâller peşinde- geride bırakıyorsun…

Saçın ağarıyor…

Kesmeyip üç gün uzatsan sakalın da ağardığını göreceksin… Sen zaten biliyorsun da, başkaları da görecek.

Onca yıl yürüdüğün yolda aldığın mesafeyi merak edip bir bakıyorsun ki… Aboo, topu topu bir arpa boyu yol gitmişsin!

Artık, deve tellal, pire berber olsa ne yazar, olmasa ne?

Bir masal âleminde miyiz arkadaş? Neyin nesidir bu? Yeter ulen! Artıkın bize de sıra gelsin!

Şu göbeğini kaşıyan denyolara, şu bidon kafalılara kalırsa, mümkünü yok, bize iktidar şansı vermezler.

Hepimize birer ömür daha ilâve edilse bile, o günleri göremeyiz.”

Deme mâkâmındalar.

(Doğrusu bu tespiti yapmak bile belli bir birikim gerektirir. Fark edenlere tebriklerimizi şettirelim.)

Tespit tamam olup, en azından zihinlerde yerini bulduktan sonra, gelinecek mâkâm neresidir?

“O hâlde, darbeden başka çâre mi var?” mâkâmı...

Demokratik değilmiş de, halkın desteğinden yoksunmuş da, bilmem ne…

Arkadaş, ne diyorum sana, başka çâre yok! Did yu anlırsen mi?

Kimin umurunda demokratiklik yahut halkın desteği vesaire…

Hem, dünyanın neredeyse yarısı bu şekilde oturmuyor mu iktidar koltuğuna?

Ha, sorarım sana!

Sorayım mı?

*

Bunların mideleri geniş ama kafaları dar be!

Kimlere ümit bağlamadılar bu yüzden, kimlere kimlere bel bağlamadılar?

Ne işe yaradı?

Hiç! Sıfıra sıfır, elde var sıfır…

Böl, topla, çarp, çıkar…

Netîce?

Eldeki sıfırın üstüne susam serpsen tutmaz.

Yahu insan, bir tepe olsun aşar da yola çıktığı yeri göremeyecek bir noktaya gelir. Yok! Bunlarda o kadarcık ilerleme dahi kayda geçmedi.

Ulaştıkları yerden geriye bakınca, “Aha şuradan yola çıkmıştık!” diye elle gösterebilecek durumdalar.

İç acıtır tabiî bu vaziyet, içler acıtır.

O acı neler yaptırmaz ki insanoğluna?

Kendi bileğinin gücüyle, nişancılığının marifetiyle bir şeyi beceremeyenler, Kerimoğlu’nun defterini dürmeyi başkasına, meselâ Kör Arap’a havâle ederler. Tarihte de hep böyle olmuştur.

“Oynülen de Kör Arabım sen oyna

Senden başka yiğit (!) kalmadı…”

Hile ile hurdayı taktik bellemiş olan Kör Arap vazîfesini yapar, ötekiler murâdına erer.

Sandıkla gelinemeyen yere silah gölgesinde gelinir.

Ne var ki, Kör Arap bazen başarılı olamaz. Kör Arapların binlercesi, on binlercesi bir araya gelir ve her ne yapsalar hedefi tutturamazlar.

“Şimdi profesör doktur olacağıma bir albay olsaydım keşke”ler, “Ben başbakan olucam”lar, “Temmuz’da Türkiye’deyiz”ler, “Yatakta basıp şafakta asacaklar”lar, “Yakında görüşeceğiz”ler, “Bütün kirli gazetelere el koyacağız”lar ve daha niceleri… Hepsi birden mavra hâline dönüşüveriyor; üstelik bir gecede!

“Darbe olsa tankın üstüne ilk ben çıkarım” vaadi, darbe gecesi tankların kenara çekilip yol vermesiyle neye evriliyor kısa bir süre sonra?

“Tank mı vardı? Nerede tank? Tank getirselerdi de çıksaydık üstüne…”

“Allah akıl fikir versin, izan insaf versin!” diyeceğim de kullanmayı bilmedikten sonra, ne fayda?

Yine akıllanmıyorlar, ıslah olmuyorlar, kafalarına dank etmiyor, dunk etmiyor.

Aradan birkaç yıl geçince, yine aynı türden beklentilere giriyor kaşınan yerleri.

Döndük mü başa?

Yine darbe söylentisi, darbe beklentisi içinde olanlar sormaz mı birbirine; alâmetlerin belirmesi nasıldı? Hangi durumda darbe oluyordu?

“Sağ kulağın çınlayınca şöyle oluyordu da sol avucun kaşınınca böyle oluyordu” derler. Darbe ne zaman oluyordu? Sol gözün seyirmesi, bacanağın geğirmesi, sağ topuğunun burkulması mıydı, hangisi?

Komik gibi geliyor ama aslında ne kadar acı! Dünyanın en acı biberi denilen “Carolina Reaper”, yanına çırak girer ancak.

*

Evet, durum budur!

Bir de buğdaydır.

Durum buğdayının bulguru güzel olur.

Amma velâkin…

Onlar boş hayâller peşinde diye, “O adamlar var ya o adamlar, hepsi de kötü adamlar” diye, “Vaktiyle biz darbeyi önledik” diye birbirimize anlatıp duracak, tarihle övünüp kalacak mıyız?

Rehâvete bilet mi alacağız? Oturduğumuz yerde oturacak mıyız?

Yapılacak bir şey yok mu? Olmalı değil mi?

Hiç değilse böyle saçma sapan, Anayasa’ya aykırı, kanuna aykırı, ahlâka aykırı sözler sarf edenlerden bunun hesabı sorulmayacak mı?

Darbe beklentisi içinde olduğunu alenen belli etmek, darbeye çanak tutmak, aşkını sevdâsını yana yana açığa çıkarmak, gizliden birtakım tezgâhlar kurmak, dümenler çevirmek, vesaireye “vs” eklemek cezasız mı kalacak?

Yok mudur bunun bir bedeli?

“Herkes sevdiğini almış çekilmiş, benim neyim eksik, ben de isterim” der gibi avara kasnak takılanlara ne yapmalı, ne demeli?

“Ben de alım bir dene…

Aman bir dene…

Hele bir dene…

Yandım bir dene…

Anam bir dene…”

Diyerek türkü mü söyleyelim? Türküden anlamaz ki onlar.

Anlayacakları dili bilmek ya da bilinmiyorsa bulmak lâzım, vesselâm...