“YİNE de şahlanıyor aman, kolbaşının kır atı…”
Allah
rahmet eylesin, Hasan Mutlucan ne güzel söylerdi bu muhteşem eseri. Ve diğer
kahramanlık türkülerini…
80
Darbesi sabahında radyolar, televizyonlar, milleti onun Dâvudî sesiyle güne
uyandırmıştı. Bu yüzden, sesi darbe ile özdeş hâle getirildi. Öyle görüldü.
Darbe sanatçısı muamelesi görüyordu her yerde.
Bu
durumdan fazlasıyla rahatsız olduğunu anlatmaya çalışsa da o damga, kâğıda
vurulan mührün çıkartılması nasıl imkânsızsa, hayatı boyunca öylece kaldı. Bir
türlü çıkmadı.
“Kendi sesimle
kendimi uyandırmaktan bıktım artık” demişti bir gün. (Şair burada demek
istiyor ki, “İkide bir darbe olmamalı arkadaş!”.)
Ne
yazık ki, bu memlekette çok darbe oldu aziz dostlar, pek çok…
Onca
darbeye rağmen, istenen netice alınamamış olduğundan ve Allah’ın izniyle hiçbir
zaman da alınamayacağından; ancak, onların bu durumu kavrayacak altyapıları
bulunmadığından, bugünlerde yine bazılarının bir tarafları kaşınmaya başladı.
İstiyorlar
ki, kolbaşının kır atı yine şahlansın, bir daha şahlansın… Olmadı, hep
şahlansın.
Lan
olm, kolbaşı mı kaldı ortada?
Ortayı
bırak, kenarda köşede bile yok.
Babasını
geç, dedesi “kolbaşı” olan birini bile bulamazsın artık bu devirde.
*
Niye
bu kadar fazla darbe seviciliğine kapılmış durumdalar?
Nereden
geliyor bu darbe aşkı?
Normal
yoldan gelemeyeceklerini bildiklerinden, tek yol o görünüyor gözlerine ve
gönüllerine. İktidar hırsıyla ve aşkıyla yanan taraflarına, böylece bir fiske
su serperek serinletmiş oluyorlar.
Ayrıca
hepsinin geçmişinde “Tek yol devrim”
sloganının bıraktığı tortu bulunuyor ki doğal olarak genlerine işlemiş.
Kolay
mı?
“Ömür geçiyor…
Gençliğini -birtakım
hayâller peşinde- geride bırakıyorsun…
Saçın ağarıyor…
Kesmeyip üç gün
uzatsan sakalın da ağardığını göreceksin… Sen zaten biliyorsun da, başkaları da
görecek.
Onca yıl yürüdüğün
yolda aldığın mesafeyi merak edip bir bakıyorsun ki… Aboo, topu topu bir arpa
boyu yol gitmişsin!
Artık, deve
tellal, pire berber olsa ne yazar, olmasa ne?
Bir masal âleminde
miyiz arkadaş? Neyin nesidir bu? Yeter ulen! Artıkın bize de sıra gelsin!
Şu göbeğini
kaşıyan denyolara, şu bidon kafalılara kalırsa, mümkünü yok, bize iktidar şansı
vermezler.
Hepimize birer
ömür daha ilâve edilse bile, o günleri göremeyiz.”
Deme
mâkâmındalar.
(Doğrusu
bu tespiti yapmak bile belli bir birikim gerektirir. Fark edenlere
tebriklerimizi şettirelim.)
Tespit
tamam olup, en azından zihinlerde yerini bulduktan sonra, gelinecek mâkâm
neresidir?
“O hâlde, darbeden
başka çâre mi var?”
mâkâmı...
Demokratik
değilmiş de, halkın desteğinden yoksunmuş da, bilmem ne…
Arkadaş,
ne diyorum sana, başka çâre yok! Did yu anlırsen mi?
Kimin
umurunda demokratiklik yahut halkın desteği vesaire…
Hem,
dünyanın neredeyse yarısı bu şekilde oturmuyor mu iktidar koltuğuna?
Ha,
sorarım sana!
Sorayım
mı?
*
Bunların
mideleri geniş ama kafaları dar be!
Kimlere
ümit bağlamadılar bu yüzden, kimlere kimlere bel bağlamadılar?
Ne
işe yaradı?
Hiç!
Sıfıra sıfır, elde var sıfır…
Böl,
topla, çarp, çıkar…
Netîce?
Eldeki
sıfırın üstüne susam serpsen tutmaz.
Yahu
insan, bir tepe olsun aşar da yola çıktığı yeri göremeyecek bir noktaya gelir.
Yok! Bunlarda o kadarcık ilerleme dahi kayda geçmedi.
Ulaştıkları
yerden geriye bakınca, “Aha şuradan yola
çıkmıştık!” diye elle gösterebilecek durumdalar.
İç
acıtır tabiî bu vaziyet, içler acıtır.
O
acı neler yaptırmaz ki insanoğluna?
Kendi
bileğinin gücüyle, nişancılığının marifetiyle bir şeyi beceremeyenler,
Kerimoğlu’nun defterini dürmeyi başkasına, meselâ Kör Arap’a havâle ederler.
Tarihte de hep böyle olmuştur.
“Oynülen de Kör
Arabım sen oyna
Senden başka yiğit
(!) kalmadı…”
Hile
ile hurdayı taktik bellemiş olan Kör Arap vazîfesini yapar, ötekiler murâdına
erer.
Sandıkla
gelinemeyen yere silah gölgesinde gelinir.
Ne
var ki, Kör Arap bazen başarılı olamaz. Kör Arapların binlercesi, on binlercesi
bir araya gelir ve her ne yapsalar hedefi tutturamazlar.
“Şimdi profesör
doktur olacağıma bir albay olsaydım keşke”ler, “Ben başbakan olucam”lar, “Temmuz’da
Türkiye’deyiz”ler, “Yatakta basıp
şafakta asacaklar”lar, “Yakında
görüşeceğiz”ler, “Bütün kirli
gazetelere el koyacağız”lar ve daha niceleri… Hepsi birden mavra hâline dönüşüveriyor;
üstelik bir gecede!
“Darbe olsa tankın
üstüne ilk ben çıkarım” vaadi, darbe gecesi tankların kenara çekilip yol
vermesiyle neye evriliyor kısa bir süre sonra?
“Tank mı vardı?
Nerede tank? Tank getirselerdi de çıksaydık üstüne…”
“Allah
akıl fikir versin, izan insaf versin!” diyeceğim de kullanmayı bilmedikten
sonra, ne fayda?
Yine
akıllanmıyorlar, ıslah olmuyorlar, kafalarına dank etmiyor, dunk etmiyor.
Aradan
birkaç yıl geçince, yine aynı türden beklentilere giriyor kaşınan yerleri.
Döndük
mü başa?
Yine
darbe söylentisi, darbe beklentisi içinde olanlar sormaz mı birbirine; alâmetlerin
belirmesi nasıldı? Hangi durumda darbe oluyordu?
“Sağ kulağın
çınlayınca şöyle oluyordu da sol avucun kaşınınca böyle oluyordu” derler. Darbe ne
zaman oluyordu? Sol gözün seyirmesi, bacanağın geğirmesi, sağ topuğunun
burkulması mıydı, hangisi?
Komik
gibi geliyor ama aslında ne kadar acı! Dünyanın en acı biberi denilen “Carolina
Reaper”, yanına çırak girer ancak.
*
Evet,
durum budur!
Bir
de buğdaydır.
Durum
buğdayının bulguru güzel olur.
Amma
velâkin…
Onlar
boş hayâller peşinde diye, “O adamlar var ya o adamlar, hepsi de kötü adamlar”
diye, “Vaktiyle biz darbeyi önledik” diye birbirimize anlatıp duracak, tarihle
övünüp kalacak mıyız?
Rehâvete
bilet mi alacağız? Oturduğumuz yerde oturacak mıyız?
Yapılacak
bir şey yok mu? Olmalı değil mi?
Hiç
değilse böyle saçma sapan, Anayasa’ya aykırı, kanuna aykırı, ahlâka aykırı
sözler sarf edenlerden bunun hesabı sorulmayacak mı?
Darbe
beklentisi içinde olduğunu alenen belli etmek, darbeye çanak tutmak, aşkını
sevdâsını yana yana açığa çıkarmak, gizliden birtakım tezgâhlar kurmak,
dümenler çevirmek, vesaireye “vs” eklemek cezasız mı kalacak?
Yok
mudur bunun bir bedeli?
“Herkes sevdiğini
almış çekilmiş, benim neyim eksik, ben de isterim” der gibi avara
kasnak takılanlara ne yapmalı, ne demeli?
“Ben de alım bir
dene…
Aman bir dene…
Hele bir dene…
Yandım bir dene…
Anam bir dene…”
Diyerek
türkü mü söyleyelim? Türküden anlamaz ki onlar.
Anlayacakları
dili bilmek ya da bilinmiyorsa bulmak lâzım, vesselâm...