Miço, aklını başına topla!

Hiç Yunanlı kaptan tanımadım. Fakat birkaç uyarıda bulunsak, fena olmaz. Dikkat edin, güvertede gezer iken kunduranız kaymasın! Sabunlu suyla silindikten sonra bir süre güverteye çıkmayın! Akşam serinliğinde çıkacak olursanız, üstünüze hafif bir şeyler alın ki üşütmeyin! Bunları dostça tavsiyeler kabul edin… Ne de olsa komşuyuz.

SICAK yaz akşamlarında, yemekten sonra ailecek dışarı çıkarken, ince birer hırka alınırdı. Ne olur ne olmaz, serinlik çıkar, üşütüp hasta olunmasın. Yaz ortasında üşütmek de pek tuhaftır doğrusu.

Eskilerin tavsiyesi vardır. “Yazın ceketsiz, kışın azıksız çıkma” derler yola çıkacak olana.

(Kış için ceket tavsiye etmenin anlamı yok zaten. Ceket ne ki, üstüne bir de paltoyu kendiliğinden alır, giyer ve sımsıkı sarınır herkes.)

Bu eski alışkanlık azaldı sanki. Etrafa bakınca, hırka veya yelek alana rastlamak zor.

Gündüzler gibi yaz akşamları da sıcak artık. “Küresel ısınma” dedikleri, tiril tiril hırkaları naftalinden ayırmamaya kararlı.

Hele bu sene, daha bir sıcak!

Doğu Akdeniz’de sular ısındı. Ege ise aslında Akdeniz ve hiç serinlemedi.

*

Ege nasıl Akdeniz’dir, bir iki satır açalım…

Mustafa Kemal, “Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri!” dediğinde, eliyle Anadolu’nun batısını gösteriyordu ve o tarafa doğru ilerleyen ordu, düşmanı İzmir’den denize doğru silkeledi.

Mustafa Kemal, coğrafya bilmiyor muydu?

Yönünü mü şaşırmıştı?

Dili mi sürçmüştü?

Yanlış kelime mi kullanmıştı?

Hiçbiri!

Doğrusu, orası Akdeniz’dir ve “Ege”, Yunan hikâyesinden ibarettir.

*

Akdeniz sıcak gerçekten. Hem suları, hem kıyıları…

Epey vakittir Libya’dayız. Meşru yönetimle beraber darbecilere karşı mücadele ediyoruz.

Lübnan kaynıyor. Beyrut bitti sayılır.

Zararın boyutları tahmin edilirken, ilkin üç milyar dolar telâffuz edildi. Ardından beş milyar dolardan bahsedildi. Şimdi on beş milyar dolarlık bir zarardan söz ediliyor.

O şehir ki, bir zamanlar “Doğu’nun Paris’i” derlerdi. Böyle tanımlanan birkaç şehir daha vardı ve en çok Beyrut’a yakışıyordu bu tanım.

(Her ne kadar bendeniz bir şehri övmek için Paris’e benzetmekten zerre kadar hoşlanmasam da yapacak bir şey yok. Milletin dilinde bir Paris’tir gidiyor. )

Patlama sırasında açılan çukur, orta hâlli bir minare boyundan fazla.

Resmî açıklamalara bakarsak, sebebi bilinmiyor.

Fail söz konusu edilince de meçhul gibi davranıyor herkes.

Evvelce kim tehdit ettiyse, netîceden kim kârlı çıktıysa, en büyük şüpheyi o çeker.

Papua Yeni Gine mi desek, Eski Gine mi?

*

Kafkasya da sımsıcak…

Ermenistan’ın Azerbaycan’a saldırmasını aslında bize yapılmış saymak gerektiğini biliyoruz.

Ortak tatbikat boşuna yapılmıyor. Anlamı büyük!

Irak’ın ve Suriye’nin kuzeyindeki operasyonlarımız devam ediyor.

Askerimiz başka sıcak yerlerde de varlığını şerefle ve şanla sürdürüyor mâlûm…

Velhasıl, sıcak her tarafta artış hâlinde.

*

Geçtiğimiz aylarda “pandemi” ile “entübe”yi öğrenmiştik.

Şimdi bir kelime daha katıldı hepimizin dağarcığına: “Navteks”…

“Buralarda arama yapacağım, ilişmeyin” anlamına geliyor.

Türkiye’nin navteks ilân etmesi, Yunanistan’ı telâşlandırdı. Hemen Mısır ve İtalya ile masaya oturup birtakım anlaşmalar yapmaya kalktılar.

Burnumuzun dibinde bir ada var: Meis...

Yunanistan bu adaya yaslanarak, Akdeniz üzerinde hak iddia etmeye çalışıyor. Ancak bütün uluslararası uygulamalar ve deniz hukuku kuralları, adaların anakara gibi karasularına sahip olamayacağını söylüyor.

Meis üzerinden bizim kıta sahanlığımız üzerinde hak iddia eden Yunanistan, aynı tezleri Mısır ve İtalya ile yaptığı anlaşmalarda aklına getirmedi.

Bir adanın Türkiye’ye karşı farklı, başka ülkelere karşı farklı özellikleri olmasını iddia eden Yunanistan, epeyce gülünç duruma düştü.

İtalya ile “İyonya Denizi” dedikleri üzerinden anlaşma yaptılar ve orada Münhasır Ekonomik Bölge iddiası geçerli olmadı. Adaların kıta sahanlığı uygulaması olamayacağını da kabullendiler.

Meis adasında iddia ettikleri gibi Korfu adasında da hak iddia etseydiler, İtalya ile papaz olacaklardı. “Bir adada kıta sahanlığı var, birinde yok” demiş oldular. Bu da bizim için güzel bir parodi sayılır. Seyreder, güleriz.

Kıta sahanlığı ya vardır, ya yoktur.
“Bir ülkeye karşı var, diğerine karşı yok” dersen, kimse seni ada yerine koymaz Miço.

*

Saçma sapan haritalar uydurmuşlar, onu gösteriyorlar.

Kafaya göre çizim yapılarak denizlerde hak iddia edilecekse, biz de onların Meis için yaptıklarını Gökçeada için çizer, bütün Akdeniz’e sahip çıkarız. Böyle mantık olur mu?

Akdeniz’de en uzun kara sınırına sahip ülkenin Türkiye olduğunu da hatırlatalım.

Yunanistan’ın iddia ettiği tezleri kabullenecek olursak, balıkçı teknelerimiz beş dakika açılınca Yunan sularına girmiş sayılacak.

Kıyıdan bir vatandaş oltasını atsa, karşı taraftan Yunanlının biri çıkıp “Bizim balıkları tutamazsın” diyecek.

Kafa güzel olunca, böyle iddialar ileri sürebiliyorlar. Keşke ayık kafayla karşımıza çıksalar!

Yalnızca bu değil tabiî… Bir de sıcakların çok artmış olması, önemli bir etken gibi duruyor.

Adalara keyiflerine göre anakara muamelesi talep etmek, sağlıklı bir durum değil.

Bugünlerde Akdeniz’de çalışma yapan Oruç Reis gemimiz, donanmamıza ait gemiler ve SİHA’lar tarafından korunuyor. (Hem yerli, hem de millîdir SİHA’larımız abiler!)

Yunanistan da savaş gemilerini gönderdi, burun buruna birbirlerini seyrediyorlar.

Denizdeki seyir, “ilerleme” anlamında kullanılır ama burada söz konusu olan, çıplak gözle veya dürbünle yapılan seyretme şeklinde.

İyi seyirler kaptan!

*

Bizim kaptanlar her zaman tedbirlidir, tanıdığım kaptanlardan dolayı iyi bilirim. Aynı şeyi Yunanlı kaptanlar için söyleyemem. Bilmiyorum. Hiç Yunanlı kaptan tanımadım.

Fakat birkaç uyarıda bulunsak, fena olmaz.

Dikkat edin, güvertede gezer iken kunduranız kaymasın!

Sabunlu suyla silindikten sonra bir süre güverteye çıkmayın!

Akşam serinliğinde çıkacak olursanız, üstünüze hafif bir şeyler alın ki üşütmeyin! Bunları dostça tavsiyeler kabul edin…

Ne de olsa komşuyuz. Bakarsınız, yarın kül lâzım olur, kapımızı çalarsınız. Ya da biz elimizde ufak bir kürekle gelir, sizden kül almak isteriz.