SICAK yaz akşamlarında, yemekten sonra ailecek dışarı
çıkarken, ince birer hırka alınırdı. Ne olur ne olmaz, serinlik çıkar, üşütüp
hasta olunmasın. Yaz ortasında üşütmek de pek tuhaftır doğrusu.
Eskilerin tavsiyesi vardır. “Yazın ceketsiz, kışın
azıksız çıkma” derler yola çıkacak olana.
(Kış için ceket tavsiye etmenin anlamı yok zaten.
Ceket ne ki, üstüne bir de paltoyu kendiliğinden alır, giyer ve sımsıkı sarınır
herkes.)
Bu eski alışkanlık azaldı sanki. Etrafa bakınca, hırka
veya yelek alana rastlamak zor.
Gündüzler gibi yaz akşamları da sıcak artık. “Küresel
ısınma” dedikleri, tiril tiril hırkaları naftalinden ayırmamaya kararlı.
Hele bu sene, daha bir sıcak!
Doğu Akdeniz’de sular ısındı. Ege ise aslında Akdeniz
ve hiç serinlemedi.
*
Ege nasıl Akdeniz’dir, bir iki satır açalım…
Mustafa Kemal, “Ordular,
ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri!” dediğinde, eliyle Anadolu’nun batısını
gösteriyordu ve o tarafa doğru ilerleyen ordu, düşmanı İzmir’den denize doğru
silkeledi.
Mustafa Kemal, coğrafya bilmiyor muydu?
Yönünü mü şaşırmıştı?
Dili mi sürçmüştü?
Yanlış kelime mi kullanmıştı?
Hiçbiri!
Doğrusu, orası Akdeniz’dir ve “Ege”, Yunan
hikâyesinden ibarettir.
*
Akdeniz sıcak gerçekten. Hem suları, hem kıyıları…
Epey vakittir Libya’dayız. Meşru yönetimle beraber
darbecilere karşı mücadele ediyoruz.
Lübnan kaynıyor. Beyrut bitti sayılır.
Zararın boyutları tahmin edilirken, ilkin üç milyar
dolar telâffuz edildi. Ardından beş milyar dolardan bahsedildi. Şimdi on beş
milyar dolarlık bir zarardan söz ediliyor.
O şehir ki, bir zamanlar “Doğu’nun Paris’i” derlerdi.
Böyle tanımlanan birkaç şehir daha vardı ve en çok Beyrut’a yakışıyordu bu
tanım.
(Her ne kadar bendeniz bir şehri övmek için Paris’e
benzetmekten zerre kadar hoşlanmasam da yapacak bir şey yok. Milletin dilinde bir
Paris’tir gidiyor. )
Patlama sırasında açılan çukur, orta hâlli bir minare
boyundan fazla.
Resmî açıklamalara bakarsak, sebebi bilinmiyor.
Fail söz konusu edilince de meçhul gibi davranıyor
herkes.
Evvelce kim tehdit ettiyse, netîceden kim kârlı
çıktıysa, en büyük şüpheyi o çeker.
Papua Yeni Gine mi desek, Eski Gine mi?
*
Kafkasya da sımsıcak…
Ermenistan’ın Azerbaycan’a saldırmasını aslında bize
yapılmış saymak gerektiğini biliyoruz.
Ortak tatbikat boşuna yapılmıyor. Anlamı büyük!
Irak’ın ve Suriye’nin kuzeyindeki operasyonlarımız
devam ediyor.
Askerimiz başka sıcak yerlerde de varlığını şerefle ve
şanla sürdürüyor mâlûm…
Velhasıl, sıcak her tarafta artış hâlinde.
*
Geçtiğimiz aylarda “pandemi” ile “entübe”yi
öğrenmiştik.
Şimdi bir kelime daha katıldı hepimizin dağarcığına: “Navteks”…
“Buralarda arama yapacağım, ilişmeyin” anlamına
geliyor.
Türkiye’nin navteks ilân etmesi, Yunanistan’ı
telâşlandırdı. Hemen Mısır ve İtalya ile masaya oturup birtakım anlaşmalar
yapmaya kalktılar.
Burnumuzun dibinde bir ada var: Meis...
Yunanistan bu adaya yaslanarak, Akdeniz üzerinde hak
iddia etmeye çalışıyor. Ancak bütün uluslararası uygulamalar ve deniz hukuku kuralları,
adaların anakara gibi karasularına sahip olamayacağını söylüyor.
Meis üzerinden bizim kıta sahanlığımız üzerinde hak
iddia eden Yunanistan, aynı tezleri Mısır ve İtalya ile yaptığı anlaşmalarda
aklına getirmedi.
Bir adanın Türkiye’ye karşı farklı, başka ülkelere
karşı farklı özellikleri olmasını iddia eden Yunanistan, epeyce gülünç duruma
düştü.
İtalya ile “İyonya Denizi” dedikleri üzerinden anlaşma
yaptılar ve orada Münhasır Ekonomik Bölge iddiası geçerli olmadı. Adaların kıta
sahanlığı uygulaması olamayacağını da kabullendiler.
Meis adasında iddia ettikleri gibi Korfu adasında da
hak iddia etseydiler, İtalya ile papaz olacaklardı. “Bir adada kıta sahanlığı var, birinde yok” demiş oldular. Bu da
bizim için güzel bir parodi sayılır. Seyreder, güleriz.
Kıta sahanlığı ya vardır, ya yoktur.
“Bir ülkeye karşı var, diğerine karşı yok” dersen, kimse seni ada yerine koymaz
Miço.
*
Saçma sapan haritalar uydurmuşlar, onu gösteriyorlar.
Kafaya göre çizim yapılarak denizlerde hak iddia
edilecekse, biz de onların Meis için yaptıklarını Gökçeada için çizer, bütün
Akdeniz’e sahip çıkarız. Böyle mantık olur mu?
Akdeniz’de en uzun kara sınırına sahip ülkenin Türkiye
olduğunu da hatırlatalım.
Yunanistan’ın iddia ettiği tezleri kabullenecek
olursak, balıkçı teknelerimiz beş dakika açılınca Yunan sularına girmiş
sayılacak.
Kıyıdan bir vatandaş oltasını atsa, karşı taraftan
Yunanlının biri çıkıp “Bizim balıkları
tutamazsın” diyecek.
Kafa güzel olunca, böyle iddialar ileri
sürebiliyorlar. Keşke ayık kafayla karşımıza çıksalar!
Yalnızca bu değil tabiî… Bir de sıcakların çok artmış
olması, önemli bir etken gibi duruyor.
Adalara keyiflerine göre anakara muamelesi talep
etmek, sağlıklı bir durum değil.
Bugünlerde Akdeniz’de çalışma yapan Oruç Reis gemimiz,
donanmamıza ait gemiler ve SİHA’lar tarafından korunuyor. (Hem yerli, hem de
millîdir SİHA’larımız abiler!)
Yunanistan da savaş gemilerini gönderdi, burun buruna
birbirlerini seyrediyorlar.
Denizdeki seyir, “ilerleme” anlamında kullanılır ama
burada söz konusu olan, çıplak gözle veya dürbünle yapılan seyretme şeklinde.
İyi seyirler kaptan!
*
Bizim kaptanlar her zaman tedbirlidir, tanıdığım
kaptanlardan dolayı iyi bilirim. Aynı şeyi Yunanlı kaptanlar için söyleyemem.
Bilmiyorum. Hiç Yunanlı kaptan tanımadım.
Fakat birkaç uyarıda bulunsak, fena olmaz.
Dikkat edin, güvertede gezer iken kunduranız kaymasın!
Sabunlu suyla silindikten sonra bir süre güverteye
çıkmayın!
Akşam serinliğinde çıkacak olursanız, üstünüze hafif
bir şeyler alın ki üşütmeyin! Bunları dostça tavsiyeler kabul edin…
Ne de olsa komşuyuz. Bakarsınız, yarın kül lâzım olur,
kapımızı çalarsınız. Ya da biz elimizde ufak bir kürekle gelir, sizden kül
almak isteriz.