Mezara kadar dost olanlar

Saf saf dizilmiş meleklere, apaçık kitap olan şerefli Kur’ân’a, tozdurup savuran rüzgâra, yağmur yüklü buluta, Tûr’a, emin belde Mekke’ye, gökyüzüne, Süreyya yıldızına, kaleme, yazıya, kıyamet gününe, hakikati yayanlara, bâtılı haktan ayıranlara, iyiliği emredip kötülükten sakındıranlara, karanlığıyla her şeyi örten geceye, açılıp ağardığı zaman gündüze, güneşe, aya, dişiye, erkeğe, babaya, çocuğa, çifte, teke, nefse, ilhama, incire, zeytine, harıl harıl koşan atlara ve asra yemin eden Yüceler Yücesine vefasızlık etme sakın!

ÇOCUKLUĞUMUZDA bir günlük bir gazetenin logosunun hemen altında, “Dünya her sabah yeniden kurulur” diye yazardı. Uyandığımız her sabah, hayatımızı gözden geçirmemiz gerekmez mi? Kendimizi yenilemek, iyinin, doğrunun ve güzelin takipçisi olmak değil midir insanı yücelten? Ölmeden evvel ölmenin sırrına varmak için kendimizi hesaba çekmeye, yüreklerimizi yoklamaya ne dersiniz?

Yaratanımızı ve yaratılış gayemizi ne kadar idrak ediyoruz acaba? Dünyaya ne için gönderildiğimizi, nereden gelip nereye gittiğimizi sorguluyor muyuz? Havanın, suyun, toprağın kıymetini biliyor muyuz? Yağmur damlasından taze haberler alıyor muyuz? Bize sunulan sayısız nimete vefa ve şükran gösterebiliyor muyuz? Kendimize, kentimize, ailemize karşı olan sorumluluklarımızı yerine getiriyor muyuz? Anne babamıza hiç asi olduk mu? Kardeşlerimizle, akrabalarımızla aramız nasıl? İnsanların kalbini kırdık mı? Komşularımız bizden ne kadar memnun? Dilimize yalan bulaşıyor mu? Kazancımıza haram katıyor muyuz? Girdiğimiz kabın rengini mi alıyoruz yoksa? Neden her yerde kendi imzamızı kullanmıyoruz?

Kendine yapılan iyilikleri unutma! Önce seni yoktan var edene verdiğin söz gelsin aklına. Sonra dalga dalga yükselsin vefanın bayrağı. Gönlünü uyanık tut! Kanatların hazır olsun uçmak için.

Saf saf dizilmiş meleklere, apaçık kitap olan şerefli Kur’ân’a, tozdurup savuran rüzgâra, yağmur yüklü buluta, Tûr’a, emin belde Mekke’ye, gökyüzüne, Süreyya yıldızına, kaleme, yazıya, kıyamet gününe, hakikati yayanlara, bâtılı haktan ayıranlara, iyiliği emredip kötülükten sakındıranlara, karanlığıyla her şeyi örten geceye, açılıp ağardığı zaman gündüze, güneşe, aya, dişiye, erkeğe, babaya, çocuğa, çifte, teke, nefse, ilhama, incire, zeytine, harıl harıl koşan atlara ve asra yemin eden Yüceler Yücesine vefasızlık etme sakın! Ezelde verdiğin andı hatırla ve sözünü tut! Vefasız kulun kula vefası mı olur?

Her sabah kalktığımızda, her akşam olup yatağımıza uzandığımızda kendi kendimize söz veriyor muyuz? Bezm-i Elest meclisinde verdiğimiz söze sâdık mıyız? “Kâlû: Belâ”daki ahdimiz aklımızda  mı? Nelere mi söz vereceğiz? Bana sorma, kendine sor! Yine de ilk aklımıza gelenleri sıralayalım isterseniz:

Zulme seyirci kalmayacağım. Haksızın yanında durmayacağım. Haine arka çıkmayacağım. Şan, şeref, makam, mevki ve şöhret peşinde koşmayacağım. Yüzümün rengini hiç değiştirmeyeceğim. Ne iki yüzüm olacak, ne de çatal dilim. Sevdiğimi Allah için seveceğim. Bir kimseyi sevmiyorsam, bu da Allah için olacak. Haram arazilerde dolaşmayacağım. Hiç kimseyi Hakk’tan üstün tutmayacağım. “Bugün Allah için ne yaptın?” sorusu hep gündemimde olacak. Yer yarılsa, gök çökse, asrın ikonlarına tapmayacağım. Unutacağım bana yapılan kötülükleri ama unutmayacağım gördüğüm iyilikleri. Soldurmayacağım vefa çiçeğini. Onun için her gün tazeliyorum ahdimi.

İşte benim kendimle yapacağım sözleşmenin ana maddeleri! Siz de kendiniz için bir sözleşme hazırlayabilirsiniz.

Dost meclislerinde adın hayırla anılsın istiyorsan, “vefasızlar” listesine adını yazdırma. Yazdırma ki, sızlamasın vefa. Savaşta şehit olan eri bir gün döner diye her gün sofraya fazladan bir tabakla kaşık getiren yiğit Anadolu kadını gibi olmaya çalış. Hasta olan eşini her gün aksatmadan ziyaret eden adama “Eşin seni tanımıyor? Neden her gün gelmeye devam ediyorsun?” diye soran görevliye “Ben onu tanıyorum ya” cevabını veren adam gibi ol. Tek başına da kalsan, “Bana vefasızlık yakışmaz” diyerek son nefesine kadar Peygamber’in kabrini bekleyen Fahreddin Paşa’nın ve askerinin göz yaşartan vefasını hatırla. Çok uzağa gitme, tuz hakkını, ekmek hakkını iyi bil! Vefa gösterdikçe yüceleceğin çıkmasın aklından. Vefalı olursan düşmanın bile gıpta eder sana ve bağrını açar dostların.

Dostluklar sevgi üzerine kurulmaz mı? Sevgiyle kurulmayan, vefayla örülmeyen dostluğa dostluk mu denir? Gerçek dost, menfaati ayaklarının altına alan, dünyayı tekmeleyecek kadar gözü tok olan kimse değil midir? Acıyı acıyla tedavi etmesini, sevgiyi sevgiyle çoğaltmasını bilmeyenin dostluğu mu olur? Atalar, “Dostluk pazara kadar değil, mezara kadardır” sözüyle ölümüne sevmeyi bize öğütlemiyorlar mı? Anadolu’da insanlar “Seni seviyorum” yerine “Kurban olurum” derler. Arkadaş ve dost için seçilen ifade ne kadar nazik, ne kadar ibret vericidir: “Ahretliğim, ahretlik...”

Gerçekten de pazara kadar olan dostluklar pazarda biter ama mezara kadar olan dostluklar orada da devam eder. Mezara kadar dost olanlar, Hazreti Peygamber’in sancağı altında buluşmaktan, ahiret yurdunda peygamberlerin bile imrenecekleri köşklere kavuşmaktan başka ne umabilirler ki?

Yalnızca inandıkları yüce idealler için birbirini seven, sevdiği uğruna gözünü kırpmadan canını veren insanlar sarabilir kardeşlerinin yaralarını. Sevgi sözde değil, özde olmaz mı? Sevginin ılık nefesi yürekleri sarmaz mı? Sevgiyi yeşertmek için Yûnuslar çoğalmaz mı?

Açın yüreklerinizi ardına kadar. Alınları ak, yüzleri aydan aydınlık, sözleri baldan tatlı gerçek dostlara, dostluklara toplumumuzun ne kadar da çok ihtiyacı var. Fuzulî gibi, “Dost bî-perva felek bî-rahm, devran bî-sükûn/ Dert çoh hemdert yoh düşman kavî tali’ zebûn” diye feryâd etmek istemiyorsak, vefayı elden ve gönülden bırakmayalım, güzel insanlar biriktirelim ömrümüzce.