“KIŞIN en karanlık günlerinde öğrendim ki, içimde bitmek bilmeyen bir yaz mevsimi var.” Albert Camus söylemiş bu sözü, ne güzel!
İnsanların ve bütün canlıların gönlünde bunun gibi bahara ve yaza erme iştiyakı vardır. Yaza eşik ve geçiş görevi yapan ilkbahar ve hatta sonbaharı da buna dâhil edebiliriz. Bu mevsimleri yaza dâhil etmişler zaten. “Geçiş mevsimleri” demişler. 6 Mayıs tarihinde Hızır ve İlyas’ın (aleyhisselâm) buluştukları Hıdrellez ile başlayıp 186 gün devam eden Hızır günleridir yaz. Anadolu’da Hıdrellez’e “yaz kapısı” da denmektedir. Diğer zaman dilimi de kışın yaşanan Kasım günleridir. Ve hatta “Mayıs yedisi olmadan yaz gelmez” diyen büyüklerimiz, bu başlangıç zamanını daha da pekiştirmişlerdir.
Hiçbir şey mevsimi gelmeden gelişip serpilmez. Bu mevsimlerin en baskını yaz olsa gerek. Güneşin en cömert olduğu bir mevsimdir çünkü yaz. Yazın güneş, canlılara daha başka güler; bulutlar ve gölge daha bir geridedir. Güneşin parlamasıyla parlaklığını boca etmesi, çevgan ve cevelana daha çok yol vermektedir. Hatta “Samanı güneş parlarken yapabilirsin” gibi çokça uygulamayı da bu bağlamda örneklendirebiliriz.
Her şeyin yerli yerinde olması kıymeti haizdir. “Yaprak, ağaçtan düşünce rüzgârın oyuncağı olur” sözünü boşuna dememişler. “Her şey zıddı ile kaimdir” de demişler. Bundandır, yaz mevsimi daha çok kış mevsimiyle birlikte anılır. Sinerjiyi, farkındalığı, değer bilmeyi daha ziyade zıtlıklar yaşatır da ondan. Yazı ve kışı tek başına yaşayanların alternatifsizlikleri, seçimsizlikleri zor bir durum olsa gerek. Ayrıca mevsimler arasında hep bir alışveriş, hep bir etkileşim vardır. Birbirlerinin kapı komşularıdır sonuçta. Belki de yazı kış hazırlıyordur da haberimiz yoktur. Meselâ sebzeleri, meyveleri yaz hazırlasa da hasadı güz nasiplendirir. “Değirmen bile iki taştan, muhabbet bile iki baştan” değil mi sonuçta? Bu boyutuyla iyi ve güzel olan çokluklar ve zıtlıklar hayatın tuzu biberidir. Tabiî ki her şeyin fazlası zararlıdır. Atalarımız buna da dikkat çekmişler, “Eşek öldüren güneşlerden korunmak gerek” diyerek bizleri uyarmışlardır.
Edebiyatımızda, diğer mevsimlerin olduğu kadar yaz mevsiminin de belleği doludur. Mevsimler konusunda her yazarın, her şairin bir yazısı, bir şiiri yok gibidir. Gülten Akın, “Sevdiğim yaz geldi yine/ karıncalar ve sineklerle çıktık yeryüzüne/ barbunla lüferle marulla zeytinle/ uzaklarda kaldı nisanları basan sis, bun, yağmur/ Karadeniz’de bir mavi, çocuklar sevinsin diye/ şairler sevinsin diye sevdiğim, yaz geldi yine” diyerek ne güzel söylemiş.
Yahya Kemal, “Rü’yâ gibi bir yazdı/ Yarattın hevesinle/ Her ânını, her rengini, her şi’rini hazdan/ Hâlâ doludur bahçeler en tatlı sesinle/ Bir gün, bir uzak hatıra özlersen o yazdan” der. Edip Cansever’in “Yaz Mutluluğu” şiirinin ilk bölümü şu şekildedir: “Sen bir karanfilsin, delisin/ İçlisin de, bükersin hemen boynunu/ Mendilimin içindeki kirazdır/ Mendilimin içi kiraz/ Bilmem ki ne desem, yaz mutluluğu.”
Yaz mevsimi ile ilgili sözler, şiirler öyle çok ki. En başta tarımla, tabiatla iç içe olan atalarımızın tespitleri, sözleri kulaklara birer küpe gibidir. “Yazın ağzını havaya açan, kışın göğe bakar” sözü, ne kadar yalın ve halkça bir söyleyiş değil mi? Aydın’da, “Yazın emeksiz, kışın gömleksiz yola çıkma” derler. Bu sözle aynı anlama gelen farklı deyişler yöre yöre değişmektedir. Hepsi de aynı şeyi söylemektedirler. Meselâ Sandıklı’da “Yaz işi, kış düşü boldur” derler. “Yaz yorgunluğu kış rahatlığı içindir” diyen Kırşehir insanımızın bu tespiti de ne kadar benzer ve aynı istikameti gösteriyor, değil mi? Bütün bunlarda yaz mevsimi, kışın güçlüklerine karşı bir sağaltı oluşturmaktadır.
Bir dut ağacı gibi, silkelendikçe yeniden meyveye duran gibidir yaz. Bereketlidir. Cömerttir. Önü bahar, sonu kış olsa da uzun günlere ayandır yaz. Yazla beraber dünyamız bir lezzet, bir misk-i amber cenneti misâli taam edilmektedir. Bülbül ve gül arz-ı endam etmektedir. Guguk kuşları çoktan ötmeye başlamışlardır. Yaz, diğer mevsimlerle beraber nostalji ve romantizmin ruh zirvesidir. Yaz, bahar gönlümüze mola; güle bülbüller daim kona, sıcak ve şua doya doya, civil civil elvan elvan doğa…
Her mevsimin olduğu gibi yazın da değeri daha çok müdavimleriyle kıymeti haizdir. Yerli yerinde olmayan tabiat, çevre ve dünya; orada olanların yaşam değerlerini düşürmeye, hatta yitirmelerine sebep olacaktır. Mikail meleğe marazlar çıkmadan işlerini tam olarak yapabilmeli. İçimizdeki atları her daim koşturabilelim. “Gök çadırımız, güneş bayrağımız” diyen Oğuz Kağan atamız, asırlar öncesinden bu gerçeği haykırmış, bu sırrı vermiştir bizlere. Bu bakış doğayı, dünyayı ululamak, panteizm gözlükleriyle bakmak değildir elbet. Bilakis çevremizi, dünyamızı korumak, kollamak ve gelecek nesillere zarar vermeden teslim etmek çabasını gütmektir. Diğer mevsimlerle beraber yazın da sunulan bütün güzellikler, şükrün mücessem örnekleriyle doludur.
İnsan ve bütün diğer canlılar, ölüm dışında, canlı ve diri olsun istenir. Nefesi gül koksun, içlerinde her dem bahçeler taşısınlar. Üzerimizde Haziran’ı, Temmuz’u ve Ağustos’u taşıyan hep bir elbise bulunsun. (Âmin.)