KASIRGALARI meşhurdur
ABD’nin. Her birine isimler verirler…
Sandy
kasırgası vurmuştu ülkeyi. Yüzlerce insan can verirken, şehirler mahvolmuştu.
Ajanslar,
kasırganın vurduğu bölgelerden görüntüler servis ediyordu.
Bir
sahne hâlâ gözlerimin önünde: Adamın biri, bisiklet sürüyordu…
“Kasırga sırasında
ne bisikleti?”
demeyin, adam gerçekten bisiklet sürüyordu.
Ama
sürdüğü bisiklet, onu gezdirmiyor, elektrik üretmesini sağlıyordu.
Sokakta
sandviçlerini yiyip kahvelerini içen insanların radyo dinlemek ve telefonlarını
şarj etmek için ihtiyaç duydukları elektriği, bir adam, bisikletin dinamosuna
bağlanan kablolarla üretmeye çalışıyordu. Başarıyordu da…
O
günden sonra hâfızama “Akü Adam” ismiyle yerleşen o Amerikan vatandaşının, benim
için “ABD neden süper güç?”
sorularına verilen cevaplardan biri olduğunu düşünürüm hep…
***
Salgın
sürecinde ABD’deki sağlık hizmetlerinin ne denli pahalı olduğundan ve ABD’ye
göre Türkiye’deki ücretsiz hizmetlerin sağladığı konfordan bahsediyoruz.
Elbette
ülkesiyle bu fakir gurur duyuyor. Ancak ABD’deki sağlık hizmetlerinin
pahalılığının ABD’de ne kadar konuşulduğunu merak etmiyor muyuz?
Her
ABD vatandaşı, doğar doğmaz devletin liberal anlayışı içerisinde buluyor
kendisini.
Bu
liberal anlayış sadece devlet yönetimiyle ilgili değil, ülkenin sosyolojisiyle
ilgili… Hani hep anlatılır ya ailenin belli bir yaşa erdiğinde çocuğuna hangi
gözle baktığı, konuya buradan bakalım en basitinden…
Ülkemizdeki
devlet algısı ile ABD’deki devlet algısı bir değil. Osmanlı Devleti’ni taklit
etmesiyle övündüğümüz ABD’nin sağlamlığının birincil kuvvesi, “sivil toplum
anlayışı”…
Sivil
toplum kuruluşlarının gücünden beslenen devlet, vatandaşına da adres olarak bu
kuruluşları gösteriyor. Hattâ göstermiyor, o toplumun insanı nereye gideceğini
biliyor.
Osmanlı’nın
bir vakıf medeniyeti kurduğunu hatırlayıp da ülkemizdeki sivil toplum
kuruluşlarının hâllerine bakınca ne derin hüzne kapıldığınızı biliyorum.
“Devleti
beslemek” ile “devletten beslenmek” tamlamalarının arasında oluş bakımından
müthiş bir uçurum var!
Türkiye’de
1970’li yıllarda sivil toplumu ideolojiler, 2000’li yıllardan sonra ise FETÖ ve
FETÖ tipi oluşumlar yiyip bitirdi.
Neyse,
ABD üzerine gelecek çözümlemesi yapmaya niyet etmiştim, devam edeyim…
***
Dünya
ülkelerinin ticârî ilişkileri sırasında aralarında dolaştırdıkları en öncelikli
para, ABD doları…
Bu
parayı basabilecek tek ülke ABD…
ABD’nin
bu parayı basarken hangi karşılıkları doğru ve dürüst şekilde ayırıp göstererek
bastığını kontrol edecek mekanizma var, ama ABD’de…
Âdeta
dünyanın ticârî araçlarından biri hâline getirilmiş ABD dolarının tek
komisyoncusu ABD…
Ve
ABD, bunu yaparken diğer paraların komisyonculuğunu da yaptığı diğer işlemlerle
sağlayabiliyor. Yani kendi paranızın komisyonculuğunu dahi ABD’ye tamamen kaptırmanız
mümkün.
Bu
durum, ABD’ye şu imkânı kazandırıyor: Dolar, sadece satarken değil, alırken de
kâr ettiren para…
USOIL
petrollerinin yüzde eksi 280’lere varan zarara girdiği günlerde, dünyada
piyasası artan şey ABD dolarıydı. Nitekim ülkemizde de bu etki fazlasıyla
hissediliyor.
ABD’yi,
eşya satmak zorunda olan Çin ya da petrol-doğalgaz satmak zorunda olan Rusya
ile bu yüzden karıştırmamamız gerekiyor.
Bu
ifade, onun büyüklüğüne boyun eğmek değil, realitesine göre pozisyon almakla
ilgili…
Ve
bu gerçeklik, onun toplumuna bir güven aşılıyor.
Bir
soru: 11 Eylül saldırılarında kaç ABD vatandaşının hayatını kaybettiğini
hatırlayanımız var mıdır?
Dikkat
ediniz, 11 Eylül saldırılarında 2 bin 700 ABD vatandaşı can verdi!
Bu
saldırı, tüm ABD kamuoyu tarafından bir terör saldırısı olarak kabul edildi ve
sivil toplum kuruluşlarının her biri, Beyaz Saray ve Kongre binalarına yığınlar
şeklinde giderek devletlerine bağlılıklarını ve desteklerini sundu. Belki
Kongre binasının avlusundaki büyük kalabalıkla kılınan namazı hatırlayanınız
çıkacaktır bu satırları okurken…
***
Her
süreçte olduğu gibi salgın nedeniyle de ABD vatandaşının yönetime bakışı
değişebilir ama devletine bakışı değişmez.
Zira
ekonomisiyle, eğitimiyle, ordusuyla, yatırımlarıyla, harcamalarıyla ve
sunduklarıyla ABD, ne Çin, ne de Rusya’dır.
ABD’nin
çökme eğilimi, toplumunun yönetimlere değil, devlete bakışıyla başlayabilir
ancak.
Bu
anlamda Osmanlı Devleti’ne bakışın Hilâfet mâkâmı üzerinden değil de başkenti
İstanbul olan herhangi bir devlet şekline bürünmesiyle yeni bir hâl aldığını ve
çöküşün, devletin yapısal formuna doğrudan tenkitlerin getirilmesiyle
başladığını hatırlatabiliriz sanırım...
ABD’nin
bu yüzden güvendiği birincil kuvveti Başkanlık değil, Kongre’dir. Cumhuriyetçi
veya Demokrat, fark etmez, Kongre var olduktan ve disiplin formunu koruduktan
sonra, devlet de var demektir ve işleyeceğine güven tamdır.
Bizim
bu açıdan ABD’deki kuvvetlerin işleyişinden öğreneceğimiz çok şey var. Aslında
bir hatırlasak önce Meclis’i kurduğumuzu, sonrasının ardı çorap söküğü gibi
gelecek…
Madem
Kongre, ABD’nin en önemli mekanizmasıdır, Amerika Birleşik Devletleri ile
gelecekteki münasebetlerimizde öncelikli muhatap bulmamız gereken adres de
Kongre olmalıdır.
Kaldı
ki, başkanlarıyla öyle veya böyle bir uzlaşı yolu bulunsa da işi bozanın
sürekli Kongre olduğunu görmüşüzdür bugüne dek. Çünkü Türkiye düşmanları,
Kongre’nin ne olduğunu bilmektedirler.
Salgın
sonrası süreçte Türkiye-ABD ilişkilerini mevcût “Başkan-Başkan” iletişiminden “Meclis-Kongre”,
hattâ “Meclis-Başkan-Kongre” biçimine getirmemiz çok önemli bir hamle
olacaktır.
Salgınla
mücadele sürecine katkı yapmak üzere gönderdiğimiz yardımların ABD toplumu için
ne kadar önemli olduğunu ise, ülkenin ileri sivil toplum kuruluşlarının
getirdikleri kanaat belirleyecektir.
İşte
bu anlamda ikinci adres, ABD’deki sivil toplum kuruluşlarıdır.
Aslında
Kongre ile STK’lar arasında doğrudan bir ilişki vardır.
Zira
Kongre ve Kongre üyeleri STK’lardan beslenir; hattâ adaylıklar için STK’lar,
kendi bünyelerinden isimler çıkarırlar.
Türkiye
düşmanlarının bu noktayı da elde tuttuklarını ifade etmeliyiz.
Değilse,
FETÖ elebaşının bu ülkede hâlâ nasıl tutulabildiğini ve hattâ nasıl faaliyet
imkânı bulabildiğini açıklayamayız.
***
Avrupa
hakkındaki çözümlemelerle bu dosyayı bitireceğim inşallah…
Selâm
ve duâ ile…