Mevcût ilişkileri yeniden sorgulamak (3): ABD’niz nasıl olsun?

Her süreçte olduğu gibi salgın nedeniyle de ABD vatandaşının yönetime bakışı değişebilir ama devletine bakışı değişmez. Zira ekonomisiyle, eğitimiyle, ordusuyla, yatırımlarıyla, harcamalarıyla ve sunduklarıyla ABD, ne Çin, ne de Rusya’dır. ABD’nin çökme eğilimi, toplumunun yönetimlere değil, devlete bakışıyla başlayabilir ancak.

KASIRGALARI meşhurdur ABD’nin. Her birine isimler verirler…

Sandy kasırgası vurmuştu ülkeyi. Yüzlerce insan can verirken, şehirler mahvolmuştu.

Ajanslar, kasırganın vurduğu bölgelerden görüntüler servis ediyordu.

Bir sahne hâlâ gözlerimin önünde: Adamın biri, bisiklet sürüyordu…

“Kasırga sırasında ne bisikleti?” demeyin, adam gerçekten bisiklet sürüyordu.

Ama sürdüğü bisiklet, onu gezdirmiyor, elektrik üretmesini sağlıyordu.

Sokakta sandviçlerini yiyip kahvelerini içen insanların radyo dinlemek ve telefonlarını şarj etmek için ihtiyaç duydukları elektriği, bir adam, bisikletin dinamosuna bağlanan kablolarla üretmeye çalışıyordu. Başarıyordu da…

O günden sonra hâfızama “Akü Adam” ismiyle yerleşen o Amerikan vatandaşının, benim için “ABD neden süper güç?” sorularına verilen cevaplardan biri olduğunu düşünürüm hep…

***

Salgın sürecinde ABD’deki sağlık hizmetlerinin ne denli pahalı olduğundan ve ABD’ye göre Türkiye’deki ücretsiz hizmetlerin sağladığı konfordan bahsediyoruz.

Elbette ülkesiyle bu fakir gurur duyuyor. Ancak ABD’deki sağlık hizmetlerinin pahalılığının ABD’de ne kadar konuşulduğunu merak etmiyor muyuz?

Her ABD vatandaşı, doğar doğmaz devletin liberal anlayışı içerisinde buluyor kendisini.

Bu liberal anlayış sadece devlet yönetimiyle ilgili değil, ülkenin sosyolojisiyle ilgili… Hani hep anlatılır ya ailenin belli bir yaşa erdiğinde çocuğuna hangi gözle baktığı, konuya buradan bakalım en basitinden…

Ülkemizdeki devlet algısı ile ABD’deki devlet algısı bir değil. Osmanlı Devleti’ni taklit etmesiyle övündüğümüz ABD’nin sağlamlığının birincil kuvvesi, “sivil toplum anlayışı”…

Sivil toplum kuruluşlarının gücünden beslenen devlet, vatandaşına da adres olarak bu kuruluşları gösteriyor. Hattâ göstermiyor, o toplumun insanı nereye gideceğini biliyor.

Osmanlı’nın bir vakıf medeniyeti kurduğunu hatırlayıp da ülkemizdeki sivil toplum kuruluşlarının hâllerine bakınca ne derin hüzne kapıldığınızı biliyorum.

“Devleti beslemek” ile “devletten beslenmek” tamlamalarının arasında oluş bakımından müthiş bir uçurum var!

Türkiye’de 1970’li yıllarda sivil toplumu ideolojiler, 2000’li yıllardan sonra ise FETÖ ve FETÖ tipi oluşumlar yiyip bitirdi.

Neyse, ABD üzerine gelecek çözümlemesi yapmaya niyet etmiştim, devam edeyim…

***

Dünya ülkelerinin ticârî ilişkileri sırasında aralarında dolaştırdıkları en öncelikli para, ABD doları…

Bu parayı basabilecek tek ülke ABD…

ABD’nin bu parayı basarken hangi karşılıkları doğru ve dürüst şekilde ayırıp göstererek bastığını kontrol edecek mekanizma var, ama ABD’de…

Âdeta dünyanın ticârî araçlarından biri hâline getirilmiş ABD dolarının tek komisyoncusu ABD…

Ve ABD, bunu yaparken diğer paraların komisyonculuğunu da yaptığı diğer işlemlerle sağlayabiliyor. Yani kendi paranızın komisyonculuğunu dahi ABD’ye tamamen kaptırmanız mümkün.

Bu durum, ABD’ye şu imkânı kazandırıyor: Dolar, sadece satarken değil, alırken de kâr ettiren para…

USOIL petrollerinin yüzde eksi 280’lere varan zarara girdiği günlerde, dünyada piyasası artan şey ABD dolarıydı. Nitekim ülkemizde de bu etki fazlasıyla hissediliyor.

ABD’yi, eşya satmak zorunda olan Çin ya da petrol-doğalgaz satmak zorunda olan Rusya ile bu yüzden karıştırmamamız gerekiyor.

Bu ifade, onun büyüklüğüne boyun eğmek değil, realitesine göre pozisyon almakla ilgili…

Ve bu gerçeklik, onun toplumuna bir güven aşılıyor.

Bir soru: 11 Eylül saldırılarında kaç ABD vatandaşının hayatını kaybettiğini hatırlayanımız var mıdır?

Dikkat ediniz, 11 Eylül saldırılarında 2 bin 700 ABD vatandaşı can verdi!

Bu saldırı, tüm ABD kamuoyu tarafından bir terör saldırısı olarak kabul edildi ve sivil toplum kuruluşlarının her biri, Beyaz Saray ve Kongre binalarına yığınlar şeklinde giderek devletlerine bağlılıklarını ve desteklerini sundu. Belki Kongre binasının avlusundaki büyük kalabalıkla kılınan namazı hatırlayanınız çıkacaktır bu satırları okurken…

***

Her süreçte olduğu gibi salgın nedeniyle de ABD vatandaşının yönetime bakışı değişebilir ama devletine bakışı değişmez.

Zira ekonomisiyle, eğitimiyle, ordusuyla, yatırımlarıyla, harcamalarıyla ve sunduklarıyla ABD, ne Çin, ne de Rusya’dır.

ABD’nin çökme eğilimi, toplumunun yönetimlere değil, devlete bakışıyla başlayabilir ancak.

Bu anlamda Osmanlı Devleti’ne bakışın Hilâfet mâkâmı üzerinden değil de başkenti İstanbul olan herhangi bir devlet şekline bürünmesiyle yeni bir hâl aldığını ve çöküşün, devletin yapısal formuna doğrudan tenkitlerin getirilmesiyle başladığını hatırlatabiliriz sanırım...

ABD’nin bu yüzden güvendiği birincil kuvveti Başkanlık değil, Kongre’dir. Cumhuriyetçi veya Demokrat, fark etmez, Kongre var olduktan ve disiplin formunu koruduktan sonra, devlet de var demektir ve işleyeceğine güven tamdır.

Bizim bu açıdan ABD’deki kuvvetlerin işleyişinden öğreneceğimiz çok şey var. Aslında bir hatırlasak önce Meclis’i kurduğumuzu, sonrasının ardı çorap söküğü gibi gelecek…

Madem Kongre, ABD’nin en önemli mekanizmasıdır, Amerika Birleşik Devletleri ile gelecekteki münasebetlerimizde öncelikli muhatap bulmamız gereken adres de Kongre olmalıdır.

Kaldı ki, başkanlarıyla öyle veya böyle bir uzlaşı yolu bulunsa da işi bozanın sürekli Kongre olduğunu görmüşüzdür bugüne dek. Çünkü Türkiye düşmanları, Kongre’nin ne olduğunu bilmektedirler.

Salgın sonrası süreçte Türkiye-ABD ilişkilerini mevcût “Başkan-Başkan” iletişiminden “Meclis-Kongre”, hattâ “Meclis-Başkan-Kongre” biçimine getirmemiz çok önemli bir hamle olacaktır.

Salgınla mücadele sürecine katkı yapmak üzere gönderdiğimiz yardımların ABD toplumu için ne kadar önemli olduğunu ise, ülkenin ileri sivil toplum kuruluşlarının getirdikleri kanaat belirleyecektir.

İşte bu anlamda ikinci adres, ABD’deki sivil toplum kuruluşlarıdır.

Aslında Kongre ile STK’lar arasında doğrudan bir ilişki vardır.

Zira Kongre ve Kongre üyeleri STK’lardan beslenir; hattâ adaylıklar için STK’lar, kendi bünyelerinden isimler çıkarırlar.

Türkiye düşmanlarının bu noktayı da elde tuttuklarını ifade etmeliyiz.

Değilse, FETÖ elebaşının bu ülkede hâlâ nasıl tutulabildiğini ve hattâ nasıl faaliyet imkânı bulabildiğini açıklayamayız.

***

Avrupa hakkındaki çözümlemelerle bu dosyayı bitireceğim inşallah…

Selâm ve duâ ile…